Mahir ve Yasmin’in Hikayesi

2349 Words
Mahir çalışma odasında oturuyordu. Elindeki silahı parmaklarının arasında çevirdi, sonra sinirini belli eden küçük vuruşlarla masaya vurmaya başladı. Gözleri öfkeyle kararmıştı. O sırada kapı açıldı, annesi içeri girdi. Kararlı adımlarla ilerleyip oğlunun karşısına geçti. “Vakit gelmiştir.” dedi kadın sert bir sesle. Mahir başını kaldırdı, gözlerini annesine dikti. “Daha değil.” Kadın sandalyeye oturdu, gözlerinde sabırsızlık vardı. “Nasıl daha değil? Babanın hastalığı tüm vücuduna yayılmış. Doktorlar çare yoktur diyor.” Mahir derin bir nefes aldı. “Ana…” Kadın oğlunun yüzünü dikkatle süzdü. “Artık senin sırandır Mahir. Yıllardır bu anı bekliyorum. Yıllardır oğlumun güçlenip ağa olmasını bekliyorum.” Mahir’in bakışları sertleşti. “Zamanı gelince ağa olacağım. Ancak sadece eksik bir parça kaldı.” Kadının gözleri daraldı, sesi Mardin şivesiyle sertleşti. “Eksik olan karının sana çocuk vermemesi. Lakin bu sorunu hallettim. Bir kız var. Kendisi iyi bir ailenin kızı. O kızla yakında evleneceksin. Ve ortadaki sorun da hallolunacak.” Mahir elindeki silahı masaya bıraktı, gözlerini annesinden ayırmadan konuştu. “Ana iki karım mı olacak? Birisiyle bile hiç ilgilenmezken ikisiyle nasıl ilgileneceğim?” Mahir’in annesi gözlerini sertçe kısmıştı. “Sen bilmez misin senin ağa olmanı istemiyorlar? Çocuğu bahane edecekler. Ağanın karısı çocuk veremiyor, ağa kendi sorununu halledemiyor diyecekler. O yüzden bu evliliği kabul etmek zorundasın.” Mahir sustu. Parmakları silahın soğuk metaline kaydı. Tek çıkış kapısının bu olduğunun farkındaydı. Yıllardır ağa olmak için uğraşmış, her adımını bu hedef için atmıştı. Aşiret ağalarıyla arasını hep iyi tutmuştu. Şimdi babasının hastalığı giderek ağırlaşırken, bütün kardeşler ağalık yarışı içine girmişti. Ama bu yarışın birincisi mutlaka Mahir olmalıydı. Çünkü o gözü kara, kararlıydı ve hedefi için yapamayacağı hiçbir şey yoktu. Mahir başını kaldırıp annesinin gözlerine baktı. “Dediğin gibi olsun ana.” Annesinin dudakları ağır ağır kıvrıldı. Yüzünde zaferle parlayan bir gülümseme belirdi. Gözlerinde hem gurur hem de intikamın gölgesi vardı. Oğlu ağa olduktan sonra düşmanlarından hesap sorabileceklerdi. Ve bunun için Mahir’den daha uygun biri yoktu. Diğer oğlunun çoktan amcasının etkisi altına girmesi, kadının gözünde Mahir’i tek umut haline getirmişti. 2 sene önce & Yasmin’in Gözünden & Gece saat tam ikiyi gösteriyordu. Taksiden inerken üzerime çöken nemli havayı hissettim. Şoföre parayı uzattım, para üstünü beklemeden kapıyı kapattım. Gözlerim, kaldırımın köşesinden sokağın karanlığına doğru kaydı. Önümde durduğu yerle bile kirli görünen bir bina vardı; ışıkları kırmızıya çalan, içine girenin asla tertemiz çıkmadığı belli olan bir bar. Kardeşim Mira’nın buraya geldiğini öğrenmek, içimi öyle bir öfkeyle doldurmuştu ki nefes alışlarım hızlanıyordu. On altı yaşında küçücük bir kızın bu iğrenç yere sürekli gelmesi o an midemi bulandırdı. Adımlarım sertti. Kapıya vardığımda önümde bir güvenlik dikiliyordu. Ne kimlik sordu ne de gözlerime doğru dürüst baktı. Zaten buraya on altı yaşındaki kardeşim bile rahatlıkla girebiliyorsa, bu kapıdan her kimliğe bakmadan geçen nice kız olmuştur. O an anladım: burası yalnızca eğlence değil, kirli bir kapan. Mira’nın neden buraya çekildiğini bilmiyordum ama öğrendiğimde çok geç olmasından korkuyordum. Kapı açıldı. İçeriden gelen sigara dumanı ve ağır alkol kokusu ciğerime kadar doldu. İçerideki kalabalığın gövdesi bir dalga gibi önümden akıyordu. Terin keskin kokusu, ağır parfüm ve içkinin birbirine karışmış asidik bir hal almıştı; nefes almak zorlaştıkça ciğerlerimde bir ağırlık hissettim. Kadınların üstünde sadece kadınlıklarını örtmeye yeten kumaş parçaları, erkeklerin göğsünde kibirli bir rahatlık; dumanlar çekiliyor, kahkahalar boğazlarda çırpınıyordu. Her şeyin bir kusuru vardı burada; insanlık da dahil. Mira’yı ararken aklımda tek bir görüntü vardı: on altı yaşında, kolları hâlâ çocukluğunu taşıyan bir kız. Babam bunu duyarsa ne yapar diye düşündüm. Babamın makamı, parası insanları sindirirdi; böyle bir şey öğrenilse Mira için hayat daha da ağırlaşırdı. Bu düşünceyle boğazımda bir düğüm oluştu. Hızlandım. Kalabalığın arasından geçerken kollarımı kullanarak yol açtım, insanlar yüzüme bakıp yer açıyordu; yüzler, kirli gülüşler, aç gözler… Hepsi Mira’yı kapmak ister gibiydi. Kalabalığın arasından geçerken omzum birine çarptı. “Özür dilerim.” dedim, gözlerimi yere indirerek. Adam ise sırıtıp yanaştı, nefesindeki alkol kokusu yüzüme vurdu: “Güzelim… yolunu kaybettiysen, yolunu bulmana yardım ederiz.” Tüm tüylerim diken diken oldu. Ona cevap vermek, bağırmak istedim ama kendimi tuttum. Burada kavga çıkarmak akıllıca olmaz. Dudaklarımı sıkıp başımı çevirdim, adımlarımı hızlandırdım. Ve işte… Mira. Bir masada, sanki dünyanın hiçbir derdi yokmuş gibi kahkahalar atıyordu. Yanındaki arkadaşları dans ediyor, gürültülü müzik eşliğinde şehvetle kıvranıyorlardı. Mira’nın dudaklarıysa bir adamın dudaklarına yapışmıştı. O an kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. Öfke, hayal kırıklığı, korku… Hepsi aynı anda boğazımı sıkıyordu. Hiç düşünmeden masaya yöneldim. Elimle onları ayırdım. Mira’nın gözleri şaşkınlıkla bana döndü. “Abla?!” Adam hâlâ keyifli bir gülümsemeyle bana bakıyordu. O an öfkem patladı. Elim hızla yüzüne indi, tokadın sesi müziği bastıracak kadar net duyuldu. “Kardeşim reşit bile değil!” Adam sendeledi, etrafındaki birkaç kişi alayla gülerken Mira’yı bileğimden tuttum. Gözleri panikle açılmıştı. Ona doğru eğilip, dişlerimin arasından fısıldadım: “Bu pis yerden gidiyoruz.” Mira direnmeye çalıştı ama kolumu bırakmadım. İçimden yalnızca tek bir şey geçiyordu: Babam bunu asla öğrenmemeli. O ucuz ve pis ortamdan ne kadar hızlı uzaklaşsak o kadar iyiydi. Mira’ya baktım, dudakları hâlâ titriyordu: “Zevklerin bu kadar ucuz mu” Mira başını öne eğip midesini tutarak karşılık verdi: “Kusacağım midem çok kötü” Kolunu biraz daha sıktım, öfkem ve korkum birbirine karışmıştı. “Aptal kız! Ne bokuma geliyorsun buraya, daha reşit bile değilsin” Mira’nın gözleri büyük, çaresiz bir şekilde bana baktı. “Tuvalete gidelim abla, lütfen” Başımı salladım. “Tamam” Onu kolundan tuttum ve tuvaletlere doğru yöneldim. Ama geldiğimizde fark ettim ki tuvaletin önü iyice kalabalıklaşmış, insanlar birbirine sıkışmış halde bekliyordu. Mira dayanamayacak gibi titriyordu. “Daha fazla dayanamıyorum” dedi, sesi neredeyse yok gibiydi. Kalabalığın içinde ilerlerken gözüm bir kapıya takıldı. Üzerinde küçük bir tabela vardı: ÇIKIŞ. Mira’nın kolunu sıkıca tuttum. “Gel, şurada çıkış var” Kardeşimin kolundan iyice tuttum ve ikimizi kapıdan dışarı çıkardım. Ara sokağa adım attığımız anda Mira dayanamayarak direkt kusmaya başladı. Hemen yanında durup saçlarından tuttum, öfkem ve endişem karışmıştı. “Bundan sonra sorumluluğun tamamen bende, bu son artık” Mira bir süre daha kustuktan sonra nihayet biraz rahatladı, başını kaldırıp bana baktı: “Özür dilerim abla” Dudaklarımı sıktım, öfkemin boyutu hâlâ içimdeydi. “Şu iğrenç yere gelip su dahi içmem, sen nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun? Kendine bunu mu yakıştırıyorsun” Mira başını eğdi, sesi titriyordu: “Sadece eğlenmek istedim” Gözlerimle onu süzdüm, içimden öfke ve korku birbirine karışıyordu. “Bu tarz yerler eğlenilecek yer değildir, Mira” Ara sokağa çıkmıştık ama bir şeyler yanlış görünüyordu. Gözlerim hızlıca çevreyi taradı ve anladım: burası sıradan bir arka sokak değildi. Çıkış yazılı tabelaya aldanmıştım ama önümüzde duvar vardı. “Burayı çıkış olarak düşündüm ama baksana, duvar örülmüş” O anda polis sirenleri yankılandı, yüksek ve keskin. Mira’nın omzuna dokundum, gözleri korkuyla büyümüştü. “Abla ne oluyor” “Sakin ol, buradan acil gitmemiz gerekiyor” dedim, kolundan tuttum ve az önce geldiğimiz kapıya doğru yöneldim. İçeri girdiğimizde gördüğüm manzara kanımı dondurdu: herkes panik içinde koşuşturuyor, bağırışlar havayı dolduruyordu. Kapıyı hızla kapattım, kalabalığın karmaşasından uzaklaşmak için. Mira titreyerek bana baktı: “Abla, ne yapacağız” Kardeşime sıkıca bakıp biraz sakinleştirdim: “İllaki , başka kapı daha vardır” Hemen binayı taradım, gözlerim başka bir çıkış aradı. Köşede, dikkat çekmeyen bir kapı buldum. Mira’nın kolunu tuttum ve ona cesaret vermeye çalışarak kapıya doğru yöneldim. İçeri adım attığımızda, buranın bir mutfak olduğunu fark ettim. Tezgahlar, tencereler, bir köşede duran bulaşık yığını… Ama kimse yoktu. Demek ki herkes panik içinde kaçmıştı. Mira’yı kolumdan tuttum ve mutfaktan çıktık, gözlerim hızlıca etrafı taradı. Bir merdiven gördüm; karanlık ama güvenli bir çıkış gibi. Hiç düşünmeden merdiveni tırmandım, Mira da yanımdaydı. Adımlarımızı hızlandırırken bir adama çarptım, hemen başımı eğip söyledim: “Özür dilerim” Adam, gözlerini bana dikti; bar kısmından gelen kalabalık ve bağrışlar arkada yankılanıyordu. Ama onun gözleri… Kara gözleri öylesine farklıydı ki, resmen insanı içine çekiyordu. Gözlerime kilitlendi ve bir an için nefesim kesildi. Yutkundu ve sordu: “Polislerden kaçmak için yukarıyı mı seçiyorsun” “Bil… bilmiyorum” dedim, şaşkınlıktan ve bir nebze korkudan kekeliyordum. Normalde asla kekelemezdim, ama o an tüm dengem alt üst olmuştu. Adam bir adım attı, Mira’ya bakıp: “Benimle gelin” “Sence güvenilir mi” Başımı çevirdim, gözlerimi onun panik dolu yüzüne diktim: “Bu iğrenç yere geliyorsun, güvenilir mi diye düşünmüyorsun? Şu adamı mı düşünüyorsun, hadi hızlan” Kolundan tuttum ve adamı takip etmeye başladık. Merdivenlerden aşağı inip tekrar mutfağa girdik; aynı geldiğimiz kapı karşımızdaydı. Dışarı adım attığımızda, kalbim sıkıştı. “Biz zaten buradan geldik, burada da çıkış yok” Adam soğuk bir sesle yanıtladı: “Beni takip edin” Tereddütsüz yürümeye başladı. Biz de peşinden gittik, Mira hâlâ yanımda titriyordu. Az önceki duvarın önüne geldiğimizde gözlerim duvara takıldı. “Bu sadece bir duvar, nasıl geçmemizi bekliyorsun” Adam gözlerini bize dikti, sakin ve kendinden emin: “Üzerinden atlayarak” Gözlerimi kocaman açıp geri çekildim, alaycı bir tonda: “Hey, oradan bakınca 1.80 falan mı görünüyorum” Adam ufak bir gülümseme ile, ama hâlâ ciddi bir sesle: “Yardım ederim” Adam uzun boyu ve kaslı vücuduyla duvarın üzerine doğru adım attı ve tek bir sıçrayışla duvarın üzerine çıktı. Bir an için nefesim kesildi, kalbim göğsümden fırlayacak gibi oldu. Duvara oturdu, bize bakarak sakin bir sesle: “Hadi gel” Mira tereddütle geriledi, sesi titriyordu: “Önce ben gideyim” Adam anında Mira’nın kolunu kavradı ve hafifçe kaldırarak onunla birlikte karşı tarafa geçti. “Hey Mira!” O an kendime lanetler okudum, adamın da onunla atlayacağını düşünmemiştim. Tam içimden bir sövgü patlatacakken, adam yeniden göründü ve sakin bir sesle: “Hadi gel” Mira’nın arkadan gelen sesi de bana cesaret verdi: “Abla, rahatlıkla gelebilirsin” Derin bir nefes aldım ve adamın önüne adım attım. Bir an göz göze geldik, sonra eğildi ve beni kucağına aldı. Keskin, temiz bir parfüm kokusu sardı etrafımı; ter yoktu, kasvet yoktu, sadece güven. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Adamla birlikte duvardan indim, bacaklarım biraz titriyordu ama güvenlik hissi şaşırtıcıydı. Etrafta normal bir sokak vardı, sessiz, sakin. Adam bana bakıp parmağını gösterdi: “Şuradan yürüyün, ara sokak çıkacak, oradan ana yol gözükür” Gözlerimi kısarak çevreyi taradım, aklımda şüpheler dönüyordu: “Tarif ettiğiniz yolun güvenilir olduğunu nereden bilelim” Adam sert bir sesle arkamızdan: “Siz bilirsiniz” Dedi ve hızla yanımızdan ayrıldı. İçimde hem öfke hem de korku vardı. Hemen peşinden koştum: “Hey, bizi böyle bırakamazsın” Adam durdu, başını bize çevirdi. “Bu tarz yerlere geliyorsanız, sonuçlarına da katlanmak zorunda kalırsınız” Kalbim hızlı atıyordu. Nefesimi toparlayıp, olabildiğince sakin bir sesle söyledim: “Bakınız, ne kadar para istiyorsanız verebilirim. Sadece bizi taksi durağına bırakmanız yeterli” Adam göz ucuyla bana baktı, gözleri bir an için sertleşti: “Ne kadar para istersem vereceksin, öyle mi” Sesi, başta duymaya alıştığımın aksine, doğulu bir tınıyla çıkıyordu; hem tehditkar hem ciddi. İçimden bir rahatlama ile birlikte hafif bir çekingenlik geldi. “Bu kısmı abartmış olabilirim ama iyiliğinizi karşılıksız bırakmam, şu anlık… bir dakika” Çantamdan cüzdanımı çıkardım, içindeki tüm parayı çıkardım sadece taksi parası hariç. “Burada 6 bin var” Adam elini uzanıp parayı itti, gözleri hâlâ sertti ve sinirli bir şekilde bana yaklaştı: “Sen kimsin de bana para teklif ediyorsun” Sesindeki o tını hâlâ değişmemişti, kararlı ve keskin. İçimde hem korku hem öfke hem de çaresizlik vardı. Adam kendi kendine mırıldanırken yüzünde hafif bir isteksizlik belirdi: “Gece gece iş aldım başıma ya” Nefesimi kontrol ettim, sesimi titretmemeye dikkat ettim. Mira yanımda hâlâ sarsılıyor, panik ve utanç karışımı bir ifade yüzünde duruyordu. Sakin ama kararlı bir sesle söyledim: “Maksadım aşağılamak değil, sadece şu an yardıma ihtiyacımız var” Adam bir süre bizi süzdü, sonra omuz silkti: “Size yolu tarif ettim” Tam bir şey diyecektim ki beklenmedik bir şekilde teklif etti: “Tamam o zaman, gideceğiniz yere kadar ben bırakayım” Hemen reddettim, kendime hâkim olmaya çalışarak: “Hayır olmaz. Yanlış anlamanızı istemem ama gecenin bir yarısı tanımadığımız adamın arabasına binemeyiz. Arkadaşımı arayayım, o buraya gelene kadar burada bizimle bekler misiniz” Adamın yüzünde önce bir şaşkınlık, sonra hafif bir kızgınlık geçti. Kendi kendine homurdandı ama içinden bir kabul sesi çıktı: “Peki… bekleyeyim ama çok uzun sürmesin” Mira titreyerek benim koluma daha sıkı sarıldı. Telefonumu çıkardım, parmaklarım biraz titriyordu; numarayı çevirdim ve telefonu kulağıma götürdüm. Adam birkaç adım geride durup cep telefonuyla oynuyor gibi yaptı ama gözleri hâlâ üzerimizdeydi. O an telefonumdan Cenk’in sesi geldi. “Yasmin, neredesin? Arayıp duruyorum” Cevap verdim, sesimi sakin tutmaya çalışarak: “Cenk, uzun bir konu, sana w******p’tan konumu atacağım, hemen gel olur mu” “Tamam, bekliyorum” dedi. “Teşekkür ederim” diyerek telefonu kapattım. Yarım saatten fazla bekledik. Adam hâlâ sessizdi, bir kelime bile etmedi. İçimdeki merak ve korku birbirine karışıyordu. Bu adam kesinlikle buralı değildi, hiç benzemiyordu. Gözlerim sık sık onu süzüyor, davranışlarını anlamaya çalışıyordu. Telefonum tekrar çaldı. Hemen açtım, ekranda Cenk’in sesi: “Geldin mi, neredesin?” dedim. “Geldim şu an karşınızdayım beyaz araba.” ve beyaz aracın farları yavaşça bize doğru yaklaştı. Telefonu kapattım ve Mira’yı arabaya doğru yönlendirdim. Mira doğrudan ön kapıdan bindi. Camdan Cenk’e bakarken arkamda duran adama dönüp: “Teşekkür ederim” dedim. Adam gözlerini kısarak bana baktı, sesi hâlâ soğuk ve keskindi “Eyvallah, da arkadaşın güvenilir mi” “Evet, arkadaşım güvenilir” Adam geriye doğru yürürken sesi sert ama bir tonla: “Tamam, bir daha da bu tarz yerlere gelmeyin” dedi ve adımlarını sürdürdü. “Adınız nedir” Adam durdu. Bir an duraksadı, sonra yavaşça dönüp bana baktı. Gözlerindeki karanlık ve derinlik sanki bir boşluk gibiydi, insanı içine çekiyor, kelimelerle tarif edilemeyecek bir ağırlık taşıyordu. Kara gözleri sadece bakmıyor, bir anda ruhuma işliyordu. Baktıkça kalbim hızlı hızlı atıyor, nefesim kesiliyordu. İçimde hem korku hem merak hem de anlaşılmaz bir çekim vardı. O bakışlarda bir hikâye, bir sır, bir geçmiş vardı; bir an için zaman durdu ve ben sadece onun gözlerine kilitlendim. Adam hiçbir şey söylemeden yürüyüp gitti. Adımlarının sesi uzaklaşırken içimde tuhaf bir boşluk bıraktı; sanki bir parçam onunla birlikte gitmişti. Mira’yı ve Cenk’i bir an bile göremedim, sadece uzaklarda araba motorunun uğultusunu duydum. Orada kalakaldım, hareket edemiyor, nefesimi kontrol etmekte zorlanıyordum. Mira’nın sesi arkadan: “Hadi binsene” Cenk’in sesi de hemen ardından: “Hadi, bekletme” Ama içimdeki hisler, gözlerim, aklım çoktan ondaydı. Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım ama bilincim hâlâ o kara gözlerin içinde dolaşıyordu. Her ne kadar fiziksel olarak orada kalsam da, ruhum çoktan onunla gitmişti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD