Ben Yasmin Demir.
Yirmi yaşındaydım. Hayallerim vardı, geleceğe dair planlarım, özgürlüğümü kazanma isteğim. Ama kader, benim önümde hiç hesap etmediğim bir yol açtı: Kuma olmak.
Kendi soyadımı bile taşımaya gücüm yetmezken, birden bire Mardin’in en güçlü aşiretinin kadınlarından biri olacağımı öğrendim. Mirzehan aşireti… Herkesin adını duyduğunda geri adım attığı, en güçlü, en sert, en acımasız aşiret. Ve onların lideri: Mahir Mirzehan.
Onu ilk gördüğüm günü unutamıyorum.
Simsiyah takım elbisesiyle avlunun taş kapısından içeri yürüdü.
Adımlarında öyle bir ağırlık vardı ki, sanki taşlar bile onun önünde boyun eğiyordu.
Bakışları… Soğuk, keskin ve hükmedici.
Bir an kalbim öyle hızlı çarptı ki, korktuğumu sandım. Ama hayır… Ben asla korkumu belli etmezdim. Çünkü o an hissettiğim şey sadece korku değildi. O bakışların altında ezilmekten çok, yanmak gibiydi.
İçimden fısıldadım: “İşte bu adam benim kocam olacak.”
Ama sonra içimde bir başka ses bağırdı: “Hayır Yasmin, sen onun için sadece bir kumasın.”
Evet… Bu kelime sürekli kulağıma çarpıyordu.
Kuma…
Kimi zaman hizmetlilerin fısıltılarında, kimi zaman diğer kadınların küçümseyen bakışlarında.
“Yasmin Hanım değil, Ağa’nın kuması.”
Sanki kimliğim, kişiliğim, bütün benliğim bir kelimeye indirgenmişti.
Mahir… Aşiretin yeni ağası.
Babası öldükten sonra bütün güç, bütün miras ona kalmıştı.
Ve o bu gücü kimseyle paylaşmayan, kimseyi umursamayan bir adamdı.
Kendi ailesini bile…
Onun için kan bağı ya da evlilik bir anlam taşımıyordu.
İlk eşini bile sevmemişti. Onunla zorunluluktan evlenmişti ve ona mutluluk değil, sadece acı bırakmıştı.
O kadının gözlerindeki kırgınlık, Mirzehan Konağı’nın duvarlarında hâlâ yankılanıyordu.
Şimdi sıra bendeydi.
Ben, onun ikinci kadınıydım.
Onun için bir yük, bir zorunluluk, bir kaderin oyunu…
Mahir bana asla bakmadı.
Gözleri önümden geçse bile, bakışlarında bana dair hiçbir şey yoktu.
Ne bir sevgi, ne bir merhamet, ne de bir umut…
O adam, sanki kalbini yıllar önce toprağa gömmüştü.
Ben ise…
Kendi yıkımımın ortasında ayakta kalmaya çalışıyordum.
Ama zaman… Her şeyi değiştirir.
Mardin’in taşları, sabırla her adımı kaydeder.
Ve bizim hikâyemiz de o taşlara yazılmaya başladı.
Mahir, ne kadar sert ve acımasız olsa da…
Bir gün bana baktı.
Gerçekten, ilk kez bana baktı.
O buzdan gözlerde küçücük de olsa bir kıvılcım gördüm.
Ve işte o an, her şeyin başlangıcı oldu.
Günler geçti, aylar aktı.
Ben onun umursamadığı bir kuma olmaktan çıkıp…
Onun kalbine dokunan kadın oldum.
Ne kadar dirense de, ne kadar inkâr etse de…
Mahir Mirzehan, bana âşık oldu.
Ve o aşk, bizim sınırlarımızı aştı.
Önce konağa yayıldı, sonra aşirete.
Sonra Mardin’in taş sokaklarına, dağlarına, ovalarına.
İnsanlar fısıldamaya başladı:
“Ağa’nın kalbini buzdan çözen kadın…”
“Kuma olarak gelen Yasmin, aşkıyla Mirzehanların tarihini değiştirdi.”
Bizim yolumuz kolay olmadı.
Her adımda önümüze taşlar bırakıldı.
Her nefeste kaderle savaştık.
Ve aşkımız, kanla, kederle, direnişle yazıldı.
Bizim hikâyemiz ne sadece bir aşk masalıdır,
ne de sıradan bir evliliğin öyküsü.
Bu hikâye…
Acıyla yoğrulmuş, kederle sınanmış, taşlara kazınmış bir destandır.