Önizleme

491 Words
Hızla ayağa kalkıp üzerine doğru yürüdüğümde başını kaldırdı, üzerine doğru yürüdüğümü görür görmez çığlık attı. Adımlarım duraksarken adamların elinden kaçmaya çalışıp, elleriyle yüzünü sakladı. “Yüzünü aç!” dediğimde başını sağa sola salladı, “Sana vurmayacağım, yüzünü aç dedim!” Ellerinin titremesine rağmen önce kahve gözlerini ortaya çıkardı, sonrasında ise yüzünü. “Sen yapmadıysan kim yaptı kadın?!” “Bilmiyorum, yalvarırım bırakın beni gideyim!” aciz bakışları üzerimde hüküm sürerken, ellerimi yumruk yaptım. “Senden yüzüğü bulmanı istediğimde neden ertesi gün kaçmaya kalktın Dila?” Yüzüne doğru eğilip hacimli kirpiklerin ardına saklanmış kahvelerine, tehditkar bakışlar attım. “Korktum.” dedi cılız sesiyle, “Beni öldürmenden ve çocuklarımın annesiz kalmasından korktum.” “Çocuklarını bu kadar çok düşünüyordun madem neden o yüzüğü çaldın lan?!” Yumruğumu yere geçirdiğimde korkuyla sıçradı. Gözleri irileşirken nefesini tutmuş, çaresizlikle bana baktı. “Ne yapacaksın bana?” dedi soluk soluğa, hala kendini düşünüyordu. Ben, ona yüzüğü sordukça hala canının derdine düşüyordu. “Ulan kabahat bende!” diye gürlerken aynı zamanda odanın içinde bir ileri bir geri yürüyordum. “Ne olduğu belli olmayan, önüne gelen adamdan çocuk peydahlayan, evsiz barksız kadına iş vererek ben aptallık ettim!” “Ben kim iyilik kim?! Nankörsün sen, nankör! Sırf o veletlere acıdığım için seni işe aldım. Şirkettekiler sana acıyarak bakmasın diye, üzerine başına kıyafet aldırdım lan!” Özür dilemekten ve ağlamaktan başka hiç bir boka yapmıyordu. Halbuki o yüzüğün yerini söyleseydi, bu işte çalışmaya devam edecekti. Ne çocukları aç kalacak, ne kendisi canından olacaktı! Pantolonumun kenarına sıkıştırdığım silahı çıkarıp, öfkeyle çenesinden tuttum. Ya çaldığı yüzüğün yerini söyleyecekti, ya da kendinden vazgeçecekti! “Aç ağzını!” diye gürledim, dudaklarını araladığında silahı ağzına ittirdim. “Söyleyemeyecek misin? Son kararın mı?” Korkusuzca gözlerime bakması, beni hayrete düşürürken bütün kaslarım gerildi. Silahı öfkeyle ağzından çekip ayağa kalktım, hiddetle bağırıp masaya tekme attım. “Ben çaldım…” dediği anda hızla arkamı döndüm, hızlı nefesler alıp verirken bana baygın bakışlarını attı. Silahı alnına yaslayıp tetiğe basacağım sırada, gözlerini sıkıca yumdu. “Allahım… Allahım evlatlarım sana emanet.” Bütün öfkemi yatıştıran cümleleri duyduğumda elimdeki silahı tutamaz oldum. Sanki üst gövdem felç olmuş gibi kullanamazken, elimdeki silah yere düştü. “Yüzük nerede?” diye sordum tekrar, “Eğer yüzüğün yerini söylersen canını bağışlayacağım.” “Yüzüğü ben çalmadım.” “Taşşak mı geçiyorsun lan?!” boğazını tutup öfkeyle bağırdım, “Az önce çaldım diyordun!” “Ama çalmadım!” diye isyan etti acıyla, “Yemin ederim çalmadım!” “Canını bağışlamamı istiyor musun Dila?” Sesim az öncekine nazaran sakin ve alaycı çıktı. “Evet!” bir o kadar istekli, bir o kadar halsiz ses tonuyla dudaklarım şeytanice kıvrıldı. “Bana o yüzüğü bulacaksın Dila, ne pahası olursa olsun getireceksin!” Kolundan tutup zorla ayağa kaldırdım, sürükleyerek dışarı çıkıp arabanın içine savurdum bedenini. “Altmış gün, sana tanıdığım zaman sadece altmış gün. Altmış gün boyunca tutsak olacaksın, o yüzüğü bulursan özgür olabilirsin.” “Altmışıncı gün eğer o yüzük benim avucumun içinde olmazsa… Zindanına hoş geldin Dila.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD