Şırnak Üs Bölgesi – Helipad / 06:48
Geceye gömülmüş dağların eteklerinde, beton zeminli piste dizilen projektörler, helikopter pervanelerinin çevirdiği toz ve kumla birlikte bir fırtına yaratıyordu. Gürültü kulak zarını delerken, gökyüzünde dolunay arada bir kendini gösteriyor, sonra tekrar bulutlara saklanıyordu.
“Kasırga Timi pistte!”
Bir astsubayın sesi telsizden çatallı şekilde yankılandı.
Baran, siyah montunun fermuarını çekerken başını kaldırdı. Pervaneden savrulan tozla yüzü kum gibi kaplanmıştı ama gözleri netti. Karşısında hazır bekleyen dört siluet vardı. Emir zaten diz çöküp sırt çantasını sıkıca bağlıyordu. Galip kaskını takarken yine bir şeyler homurdanıyor, Ramazan ise sırtındaki tıbbi çantayı kontrol ediyordu. Rojin ise helikopterin gölgesinde, dürbününü bileğine takmış, son kez dürtüklediği mermileri ceplerine diziyordu.
Baran, tek adımda herkesin görebileceği yere geçti ve sertçe bağırdı. “Kasırga Timi, helikoptere! Hızlı olun!”
Kimse duraksamadı. Ayaklar beton piste vururken çıkan ses, pervane uğultusunun içinde kayboldu. Her biri sırayla helikoptere atladı. Rojin geçmeden önce köy haritasını son kez kontrol etti, sonra içeri sıçradı.
Baran en sona kaldı. Arkasından gelip içeri girmeden önce dönüp karanlık ovaya bir kez baktı. Gözleri daldı. Orada bir okul vardı…
Ve bir öğretmen.
“Ahu…” ismi hoşuna gitmişti.
Pilot başını uzatıp seslendi. “Yüzbaşım, kalkışa hazırız!”
Baran hemen kendine geldi. Yüksek sesle emir verdi. “Kalkış! Sessiz inişe geçiyoruz. Hedef: Kavaklı!”
Helikopterin kapısı sertçe kapandı. İçeride kimse konuşmadı. Sadece motorun homurtusu vardı. Timin nefes alışları hızlanmıştı. Galip silahını kontrol ederken eli hafif titriyordu. Emir gözlerini kapatmış dua ediyordu. Rojin gözlerini kararttı, dudaklarında belli belirsiz bir cümle. “Bu gece ya biz… ya onlar.”
Baran, sessizce yere oturdu. Kaskını dizine koydu. Ellerini birleştirdi. Gözlerini kapatmadan önce sadece bir cümle geçti içinden. “Bu görev geri dönüşlü değil. Ama değer.”
Ve Kasırga, gökyüzüne yükseldi…
Sabahın ilk ışıkları dağları altın bir örtüyle sarmıştı. Sis yavaş yavaş çekiliyor, doğa uyanıyordu.
Köyün üst yamacında bir helikopter düşük irtifayla uçarken, pervanelerin sesi vadide yankılanmadan hemen alçalttı. Askerler gözlerini kısıp, son hazırlıklarını yaptı.
Baran, içerdeki herkesi göz ucuyla taradı. Yanında oturan Rojin, dürbününü çantasından çıkarıp takmaya hazırlanıyordu. Emir sessizce diz bağcıklarını kontrol etti. Galip, kask takmıyordu; çıplak başı rüzgârda sallanırken elindeki susturucuyu silahına monte ediyordu. Ramazan, ceplerindeki morfin ve pansuman malzemelerini eliyle tek tek yokladı. “İnişe yirmi saniye!” diye bağırdı pilot.
Baran hemen ayağa kalktı. “Kulaklarımı açın! Hızlı dağılıyoruz. Sessiz, temiz, iz bırakmadan.”
Kapı açıldı. Dağın yamacında helikopterin tekerlekleri yere değer değmez, Baran ilk atlayan oldu.
Yere çöktü, etrafı süzdü. Sis seyrekti ama görüş sınırlıydı. Ardından diğerleri art arda indi. Baran yere diz çöktü, haritayı açtı. Eliyle işaret etmeye başladı. “Emir, sen doğuya geç. Patika boyunca mayın ve tuzak kontrolü yap. Hiçbir şey bırakma.”
“Anlaşıldı,” dedi Emir. Çantasını sırtladı, harekete geçti.
“Galip, batıdaki taşlık bölgeye sız. Yakın mesafe müdahale için en uygun nokta orası. Orada gözcü olursa, ilk teması sen alacaksın.”
Galip susturuculu silahını omzuna astı, “O işi ben de komutanım,” dedi sırıtarak ve sisin içine karıştı.
“Ramazan, sen köye en yakın kulübenin arkasına geç. İlk yardım noktası kur. Sivil biri yaralanırsa senin alanın orası.”
“Emredersin komutanım,” dedi Ramazan ve yönünü belirledi.
Son olarak Rojin’e döndü. “Rojin, tepe noktasına çık. Keskin nişancı mevzisi kur. Aynı zamanda bölgeyi gözlemle. İHA verilerini senin dürbününle eşleştireceğiz.”
Rojin başını salladı. “Rüzgâr kuzeydoğudan, görüş geniş. Güzel pozisyon bulursam, kimse yaklaşamaz.”
Baran son bir kez etrafa baktı. “Telsiz radyo sessizliği. Sadece acil durumda açın. Ben okul çevresinde olacağım. Çocuklara zarar gelmeyecek. Unutmayın, görevimiz çocukları korumak, çatışma değil. Ama gerekirse... bitirin.”
Timin her üyesi dağıldı. Sessiz adımlarla, sisin içinden gölge gibi kayboldular.
Kavaklı Köyü – 07:54
Eski tahta kapı gıcırdayarak açıldı. Sınıfın içi güneşle aydınlandı. Tahtanın önünde duran kadın, saçlarını geriye atıp gülümsedi. “Günaydın çocuklar!”
Çocuklar korodan çıkmış gibi karşılık verdi. “Güünaaaydın öğretmeeenimmm!”
Ahu Kıran, üzerindeki çiçekli elbiseyi düzeltip çantasını masasının üstüne bıraktı. “Bugün ilk dersimize başlıyoruz. Hepiniz defterlerinizi çıkartın, sayfa yirmi yedi!”
Pencereden dışarıya bir an baktı. Bir şey vardı. Sanki... bir gölge geçti. Ama belki de sabah sisiydi.
Ahu gözlerini kıstı.
Sonra çocuklara dönüp yazmaya başladı. Ama bilmediği bir şey vardı…
Okulun çevresinde, sessizce dolanan bir tim vardı. Ve Kasırga, tam bu sabah, onun hayatına inecekti.
^^^
Rüzgârın yönü doğuya dönmüştü. Dağın yamacındaki çalılıkların arasından bir çift göz dikkatle köyü izliyordu. Kirli, tozlu yüzünün üstünde maske vardı. Gözleri sertti, alışkındı. Sırtında sarı çizgili bir çanta. Sanki oduncuymuş gibi davranıyordu.
Ama o bir terör örgütüne hizmet eden bir sızmacıydı.
Kod adı: Ararat.
Görevi: Ses getirmek. Okulun içine kadar girmek. Öğretmeni rehin almak, medya mesajı vermek. Gerekirse katliam…
Yanında telsiz vardı. Düşük frekansta fısıldadı. “Güneydoğudan iniyorum. Sırt çantamda ekipman. Siviller karışıyor, tespit zor. Destek istemiyorum. Tek girerim. Siz dışarıda olası şeyleri engelleyin yeter.”
Telsizden boğuk bir ses geldi. “Hedef okuldaki öğretmen. Onu ortadan kaldırırsak burada eğitim durur. Öğrenciler ikinci planda. Girdiğinde içeridekilerden biri telefon açacak. Çekim yapılacak.”
Adam doğruldu, ağır adımlarla aşağıya inmeye başladı. Duruşu sakindi. Elinde odun gibi bir şey taşıyordu. Birkaç çocuk onu gördü ama dikkat etmedi.
O sırada Rojin, dürbünle köyün batısını tarıyordu.
Gözleri aniden bir harekete kilitlendi.
Bir adam...
Sırtında çuval, başında bere, sanki köylü gibi. Ama yürüyüşte bir şey vardı.
Çok net…
Telsize bastı. “Gözlem bir, konuşuyorum. Bir hedef güneydoğu hattında. Sivile benziyor ama hareketi şüpheli. Onaylıyor musun?”
Baran hemen cevap verdi. “Kırmızı bölgeye yaklaştı mı?”
“Henüz hayır. Ama köye karıştı.”
“Sakın ateş etme. Çocuklar içeride.”
“Onaylandı. Takipteyim.”
Baran anında Galip’e döndü. “Batı hattına geç! Rojin’in işaretlediği şahıs sızıyor olabilir. Köy girişini kapat. Gözünü dört aç!”
“Anlaşıldı komutan. Ben devreye giriyorum,” dedi Galip, taşların arasından sinsi bir şekilde aşağıya süzüldü.
Ahu ise ilk ders nerdeyse bitmek üzereyken sınıfın camlarını açıyordu. Çocuklar defterlerine bir şeyler yazıyor, birkaç tanesi mızmızlanıyordu.
Ahu gülümsedi. “Hadi bakalım, biraz daha sabır. Az sonra teneffüs.”
Kapının önünden, okulun demir tel kapısından bir adam geçti. Ahu göz ucuyla baktı.
Birini gördü ama tanımadı. “Yeni gelen biri mi?” diye geçirdi içinden.
Sonra geçiştirdi. Belki veliydi.
Ama içerideki çocuklardan biri parmağını kaldırdı. “Öğretmenim, o adam kimdi? Okula girdi!”
Ahu’nun kaşları çatıldı. “Ne demek girdi?”
Aynı anda dış kapı gıcırtıyla açıldı.
Ahu bir an durdu.
Kapıya doğru yürümeye başladı.
Rojin’in sesi yükseldi. “Sızmacı köy içi bölgeye girdi. Onu gözden kaybettim! Bir binanın arkasından sonra daha da oradan çıkmadı.”
Baran hemen Galip’e bağlandı. “Sızma doğrulandı! Okul içi tehlike var! Rögar kapağından çıkmış! Galip, acil geçiş yap! Rojin, binayı dürbünle taramaya devam et!”
Ramazan da araya girdi. “Sivil geçiş bölgesindeyim. Silah sesi yok. Şimdilik sükûnet…”
Emir patikadan hızla yukarı çıkıyordu. “Kuzeydoğu emniyetini aldım. Kimse çıkamaz buradan komutan!”
Baran, tüfeğini sırtladı, okul yönüne doğru koşmaya başladı. “Ben okula giriyorum. İçeride sivillerle temas kuracağım. Galip, yetişirsen önce sen gir!”
Bu esnada kapının aralığından içeri giren Ararat, koridorda sessizce yürüdü. Sol eliyle belindeki susturuculu silahı kontrol etti. Önünde sarı boyalı tahta bir kapı vardı.
İçeriden çocuk sesi geliyordu.
Ahu öğretmenin sesi de…
Elini kapının koluna koydu. Tam bastıracakken… içeriden Ahu kapıyı açtı. İkisinin göz göze geldiği o an… zaman durdu.
Ahu’nın gözleri büyüdü. Adamın yüzündeki maskeyi gördü. “S-sen... kimsin?!”
Adam silahı çıkardı. “Sakın bağırma. İçeri gir.”
Ahu nefes bile alamadı. Ellerini yavaşça kaldırdı. Arkasında çocuklar vardı. “Lütfen... yapma. Ne istiyorsun?”
Kapının önünde göz göze gelmişlerdi.
İçeri sızmak üzere olan Galip, pencereden içeriyi görmüştü.
Telsize bastı ve sessizce konuştu. “Göz teması sağladım. Rehine durumu var. Müdahale ediyorum!”