Bu kez sorunsuz geçen bakkal serüvenimden sonra eve dönmüş ve sofranın geri kalan işlerini halletmiştim. Nurşen ablanın bıyık altından bana bakıp zafer kazanmış gülüşünün sebebini biliyordum. Ama çok az kalmıştı o gülüşün silinmesine. Bana ardımda bıraktığım için acı çekeceğim bir aile ortamı sunmadıkları için pişman edecektim ikisini de. Bütün akrabalarını, yeğenlerini, komşularının çocuklarını güler yüzle ağırladığı evde bir ben fazlalıktım onun için. Babamı zaten çoktan kaybetmiştim. Adı var, kendi yoktu bunca yıldır. Hiçbir şey olmamış gibi hizmetlerini gördüm, hakaretlerini işittim bu sabah da. Yine sineye çektim, sabır diledim. Gözüm duvardaki saate kaydığında Yaşar komutanla tekrar konuşmama daha çok zaman olduğunu görmüştüm. Kendime oyalanacak bir şeyler bulmam lazımdı. En iyi bildiğim şeyi yapacak ve evi baştan sona tekrar silip, henüz kutularında bekleyen eşyaları yerleştirecektim.
Sofrayı kaldırdıktan sonra babam yeniden çıktı evden. Bunca yıldır her sabah evden çıkar ve akşam namazı zamanı geri dönerdi. Ne iş yaptığını, rızkımızı nasıl kazandığımızı asla bilmezdim. Bir keresinde ilkokul öğretmenim sorunca, ben de babama sormuştum; "ne iş olursa onu yapıyormuş deyiver muallime" deyip kestirip atmıştı. Aramızda asla sağlıklı bir baba kız diyaloğu olmadığı için ben de merak etmeyi bırakmış ve karnımıza giren lokmanın kaynağını sormaktan vazgeçmiştim. Kıt kanaat geçinecek kadar kazanıyor ve neticede evine ekmeğini getiriyordu. Keşke benim yediğim iki lokma gözüne batmasaydı.
Evin işini her ne kadar ağırdan alsam da üç saat kadar sürede bitirmiş ve günlerin yorgunluğuna yeni bir yorgunluk daha katmıştım. Elbette yaptığım işin kimsenin gözüne gözükmeyeceğini, yapmadığım yemek yüzünden azar işiteceğimi bildiğimden mutfağa girip eldeki malzemelerle neler yapabileceğime baktım. Erzak kolilerini de yerleştirdiğimiz için bir kaç kavanoz menemenlik ve konserve sebzeler vardı. Ama onları Nurşen ablanın izni olmadan açamazdım. Kendine göre onları emek emek yapmış ve dar gün erzağı olarak rafa kaldırmıştı. Evde sebze ve ya et türü bir şey olmadığına göre ya yeniden bir kahvaltı sofrası kurup babamın söylenmelerini işitecek ya da bu kavanozlardan birini açıp Nurşen ablanın gazabına göğüs gerecektim. Bu ikilemde gidip gelirken daha dün gece aldığım cesur kararlar düştü aklıma. Her iki durumda da ikisini susturacak, laflarını ağızlarına tıkacak sebeplerim varken neden susacaktım ki? Nihayetinde bir fasulye konservesini açıp, kavanozun dibinde kalan bir su bardağı pirinci de pilav için ısladım. Tüpün altını tam kısmıştım ki kapımız çalınmaya başladı. Babamın bu saatte geleceğine ihtimal vermiyordum. Nurşen abla Emin'i uyuttuğu için evde kapıyı açacak başka kimse yoktu. Her hangi bir yabancının gelme ihtimali daha kuvvetli olduğundan çekine çekine açtım kapıyı. Gelenin kim olduğunu çıkaramamıştım. Buyrun dedim beni rahatsız eden bir ifadeyle süzen genç adama.
"Sen Dane misin?"
"Siz kimsiniz? Kim olarak soruyorsunuz?"
"Aferim, afetim öyle herkese adını deme. Ben teyzemi görmeye geldim."
"Teyzeniz?"
"Nurşen ya, Nurşen. Yeğeniyim ben onun. Bahsim geçmedi mi evinizde hiç? Adım Mustafa."
"Kusura bakma abi, tanıyamadım. Geç buyur."
"Ne abisi kız? HasbinAllah."
İçeri neredeyse destursuz giren adamın arkasından iğrenerek baktım.
Kızların lisede ‘kıro’ dedikleri tiplere benziyordu. Beyaz dar gömleği, siyah kumaş pantolonu ve rugan ayakkabılarıyla bu tabirin vücut bulmuş haliydi. Ha bir de bileğine taktığı tesbihi unutmamak lazımdı. Elimle oturma odasını işaret edip Nurşen ablayı çağırmak için koridorun sonundaki odaya gittim. Aralık kapıdan baktığımda onun da Emin ile birlikte uyumuş olduğunu görmüştüm. Normal zamanda olsa uyandırdım diye çok kızardı ama içerideki o itici tiple oturup uyanmasını beklemektense azar işitmeyi göze aldım. Sonuçta gelen onun yeğeni, onun misafiriydi.
“Abla, abla kalk. Biri geldi adı Mustafa. Senin yeğenin olduğunu söylüyor.”
“Geldiyse geldi. Eğle çocuğu azcık, Emin daha yeni daldı uykuya yanından kalkarsam uyanır.”
“Abla sen git ben dururum Emin’in yanında.”
“Sana mı sorcem kız ben? Git dediysem git içeri. Hizmette de kusur etme.”
“Ama abla…”
“Abla ne abla? Ne dediysem onu ediver sen.”
El mecbur içeride bekleyen çocuğun yanına gittim. Çocuk diyordum çünkü taş çatlasa benden birkaç yaş büyük duruyordu. Takınmaya çalıştığı o adamlık tavrı bile üzerinde komik derecede büyük durmuştu.
“Nurşen abla birazdan gelecek. Emin daha dalmamış, uyumayınca huysuzluk yapıyor.”
“Olsun olsun, uyusun yeğenim. Ben beklerim, işim yok nasıl olsa. Hem bu arada biz de birbirimizi tanımış oluruz.”
“Aslında benim de biraz işim vardı. Hem sana çay koyayım hem de işimi halledeyim kusura bakmazsan.”
“Çay koy, koy elbette. Ama eve gelen misafirin yalnız bırakıldığı nerede görülmüş? İşini sonra halledersin.”
Resmen sakız gibi uzatıyordu durumu. Bir şey söylemeden mutfağın yolunu tuttum ve çay suyunu koyarken ne kadar oyalanabilecekse bir insan o kadar oyalandım. Bitişikteki evin avlusuna bakan mutfak penceresinden oynayan iki çocuğa dalmıştım ki; ensemde birinin nefesini hissettim. Elimi uzattığım çay paketi yeri boylayıp her yere dağıldı.
“ Korkma Dane benim Mustafa. Alış güzelim böyle yanaşmalara. Çok yakında karım olmayacak mısın?”
“Sen ne saçmalıyorsun be adam? Ne alışması ne karısı? Çekil dibimden elimden bir kaza çıkacak şimdi?”
“Allah Allah bak sen? Ne yaparsın mesela anlatsana. “
“Avazım çıktığı kadar bağırır milleti dökerim başımıza. Hem Nurşen ablamdan da mı çekinmiyorsun? Uzak dur diyorum benden.”
“Ben seni resimlerini görür görmez sahiplendim kızım. Sen neyin tersosunu yapıyorsun bana. Yarın gelip parmağına yüzüğü takacağım. Dağıtıma geldiğimde de karım olacaksın.”
Bakışları beni öyle ürkütmüştü ki ne yapacağımı bilmez bir halde bağırarak Nurşen ablaya seslendim. Ben yeğenine kızar, azarlar diye düşünürken; denize düşüp yılana sarıldığım aklıma gelmedi elbette.
Bağıra çağıra girdiği mutfakta ben yeğeni ile tezgah arasında sıkışıp kalmış bir vaziyetteyken yeğenini kenara çekip yüzüme sert bir tokat attı.
“Utanmaz rezil seni. Kız sende hiç mi ar edep yok? Ne işin var oğlanla burda içli dışlı?”
“Abla sen ne diyorsun, olacak şey mi? Hem o beni sıkıştırdı görmedin mi?”
“Ben ne gördüğümü bilmiyom mu? Alık mı diyon sen bana? Püü bunca sene koynumda arsız beslemişim. Anam bu erimin başını belaya sokacak.”
“Abla yeter bağırma. Korkmuyor musun iftira atmaktan? Babam asla inanmaz bu dediğine.”
“Sen öyle san yelloz. Ama ben dediydim, Nahit’im bu kız başımıza iş açacak dediydim.”
Ağır bir histeri krizinin pençesinde tir tir titremeye başlamış ve adeta soluğumun kesildiğini hissetmiştim. Bütün bu olanlar sırasında ise her şeyin sebebi olan o pislik bir kenarda pişkin pişkin sırıtıyordu. Beni düşürdüğü durumdan öylesine memnundu ki midemin bulandığını hissettim. Zira memnuniyetini belli etmesi çok da uzun sürmedi.
“Elleme kızı teyze. Yanaştıysa müstakbel kocasına yanaştı. Düğünü daha erken yapıveririz olur gider.”
“Asla! Anladın mı? Asla bu dediğin olmayacak!"
"Gelin dediğin nazlı olur zaten."
Yanağımın sızısı giderek artarken ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Hızla mutfaktan çıkıp kaldığım odaya gittim. Yanlarında ağlayıp da kendime güldürmeyecektim. Bana bu güne kadar sözleriyle olanca işkenceyi yapan kadının bu yaptığı bardağı taşıran son damla olmuştu artık. Babama bu akşam son bir şans verecek; eğer bana değil de ona inanmayı tercih ederse bütün bağlarımı düşünmeden koparacaktım. Kendi evimde iffetsiz bir sığıntı muamelesi görmekten, istemediğim birisiyle zorla evlendirirlmektense başkalarının hizmetçiliğini yapmaya razıydım...