Menteşelerinin arasından gün ışığı sızan kapı ne kadar koruyabilirdi bilmiyorum ama az önce yaşadığım şeye nazaran kendimi şimdi güvende hissediyordum. Koşar adım aldığım mesafe fazla olmamasına rağmen uzunca bir yol koşmuş gibi nefesimi bir türlü toplayamıyordum. Dün gece yattığımız odadan çıkan Nurşen abla halimi görünce kaşlarını çatmıştı.
“Kız Dane hayırdır, atlı ı kovaladı? Hem ne bu sabah sabah dışarıdaki kıyametin sebebi, Biliyon mu sen bişey? Silah da attılar aklım çıktı.”
“Sebebini bilmiyorum ama büyük bir kavga var abla. Polis bile geldi. Gözümün önünde birini bıçakladılar. Çocuk kanlar içinde yığıldı yere. Çok kötüydü abla.”
“Allah’ım sen aklıma mukayyet ol! Ne biçim bi yere getirdin bizi Nahit? Dallas mı burası?”
Elbette babamdan hiçbir yanıt gelmedi. Odaya girdiğimde çekyata boylu boyunca uzanmış horluyordu. Allah bilir dışarda olup biten hakkında zerre malumatı yoktu. Ona dokunmayan yılan isterse bin yaşasın, komşusunun canı tehlikedeymiş, karnı açmış zerre umursamazdı. Ama gönül isterdi ki ailesiyle birlikte yaşayacağı yerin şartları hakkında biraz endişe duysun.
Dışarıda gittikçe azalan insan seslerinin gölgesinde geçen derme çatma kahvaltı faslımız sonlandığında, babam evden çıkmış ve elektrik ve su meselesini halletmek için yol gösterecek birilerini aramaya gitmişti. Biz de ot süpürgesiyle evin kabasını alıp hangi eşya nereye konacaksa oraya taşıdık. Emin sürekli huysuzluk yapıp işimize taş koymaya çalışsa da babam gelene kadar epey yol almıştık.
Sabah kahvaltısına benzer bir akşam sofrası kurunca da babam elbette söylenmeye başlamıştı. Onun için evin hali ya da iş yükümüz değil, midesine girecek olan öğün önemliydi sonuçta. Neyse ki Nurşen ablanın babamı ikna edip yatıştıracak yöntemleri vardı.
Şimdilik idareten kullandığımız küçük tüpün üzerindeki çay suyu kaynadığını haber verince üç çay bardağı ve bir paket bisküvi alıp koydum tepsiye. Çocukluğumdan beri en sevdiğim şeydi çaya banıp yemek. Bir tek bu eğlencem kimsenin gözüne batmazdı. Haliyle ben de elimde kalan son çocuksu hareketle mutlu olmayı öğrenmiştim.
Yorgunluk bedenimi iyice esir aldığı için bir an önce yatıp uyumak istiyordum. Ev küçük olduğu için Emin ile aynı odada kalacaktık. O neredeyse bir saat önce dizlerimde sızmıştı. Uyuşan ayaklarımın kendisine gelmesini bekleyip Emin’i kucakladım. Tam odadan çıkıp koridora sapmıştım ki Nurşen ablanın sesi doldu kulaklarıma.
“Nahit bir iki gün bekleyelim de haber edem ablama. Oğlan askere gitmeden nişanı yapı verelim. Yarın öbür gün peşine bir kuyruk takar başımıza iş açar bu.”
“Dur hele Nurşen. İşe başlayam bi. Düğün nişan işleri para ister.”
“Ablam her bişeyi ben yaparım dedi. Variyetleri yerinde biliyon. “
“Oğlan askere gidince dükkana kim bakcekmiş?”
“Rahmetli eniştemin evelden yanında iş tutan bir adam varmış. O idare edecekmiş bi zaman.”
“Dur hele acele etme sen yine de. Öyle hevesli gözükmek olmaz.”
“Aman ne hevesli gözükmesi Nahit. Kız başımıza bela olur diyom sana. Ben istemem kapımı bacamı ona sebep yumruklayan serseri. Zaten nasıl bi yere taşıdıysan bizi dışarı it kopuk dolu.”
Kucağımda gittikçe ağırlaşan Emin ile kapı ağzında ne kadar bekledi bilmiyorum. Ama içimi saran korkuyu size tarif edebilirim sanırım. Arkamda dağ gibi durur, beni herkesten sakınırlar diyemezdim onlar için ama beni bu kadar kolay gözden çıkaracak olmaları diri diri gömülmek kadar korkutucuydu.
Emin’i yatağına yatırıp etraflıca düşünmeye başladım. Daha bu sabah yaşıtlarımın büyük kavgalara korkusuzca daldığına şahit olmuştum. Onların bu tehlikeli yaşantısına elbette öykünmüyordum ancak; kendi cesaretsizliğim de ebeni neredeyse ipe götürmek üzereydi. Buraya gelirken yolda aldığım kararı uygulamaya karar verdim. Herkes uyuyunca babamın telefonunu alıp Yaşar komutanı arayacaktım. Şu saatten sonra onun bana bir çıkar yol bulmasını dilemekten başka yapacak bir şeyim yoktu.
Yaklaşık bir saat sonra evdeki bütün sesler kesildi. Dakikalar önce babamların odasının kapısı kapanmış ve babamın horultusu duyulmaya başlamıştı. Şanslıysam Nurşen abla da çoktan uyumuş olmalıydı. Bu maceradaki en büyük avantajım ise babamın telefonunun doğru düzgün şarj tutmadığı için sürekli televizyonun yanındaki prizde takılı durmasıydı. Zaten öyle çok arayanı soranı olmadığı için telefonu pek önemsemez, çoğu zaman varlığını bile unuturdu. Kapımı hafif aralık bıraktığım için çıkmam zor olmadı. Parmak uçlarımda girdiğim oturma odasında gördüm ki babam yine yanıltmamıştı. Derin bir nefes aldım ve rehberden numarasını bulduğum adamı aradım. Eğer biraz daha düşünseydim bütün cesaretimi kaybetmem işten bile değildi. Telefon çaldı, çaldı, tam umudumu kaybetmek üzereydim ki uykulu bir ses yanıtladı beni.
"Hayırdır inşallah bu saatte Nahit efendi? "
"Yaşar komutanım, benim Dane. Özür dilerim sizi uyandırdığım için ama benim için çok önemli bir mesele."
"Sen miydin Dane? Ne oldu kızım anlat hele. Elimden gelecek bir şeyse neden olmasın. Söyle bakalım bu kadar önemli olan mesele neymiş?"
"Komutanım biz, İstanbul'a taşındık. Balat diye bir mahallede evimiz. Ama sınav merkezi Bursa olduğu için sınava girmeyeceğim. Şey bana yardım edebilir misiniz."
"O nasıl laf öyle kızım? Elbette yardım ederim. Yarın ilk iş ararım ben babanı konuşurum."
"Yok, ne olur aramayın komutanım. Eğer sizi aradığımı duyarsa bana çok kızar. Ona göre okuma macerası artık bitti. Sanırım beni evlendirmek istiyorlar."
"Rızasız iş mi olur kızım? Hangi devirde yaşıyoruz Allah aşkına? Bana biraz zaman ver düşüneyim bakalım ne yapabiliriz? Kimliğin sende mi?"
"Ne gezer komutanım. Babam zapt ediyor her şeyi."
"Neyse önemli değil. Nasıl olsa reşitsin artık. Nüfusta tanıdıklarım var. Gider kayıp başvurusunda bulunur yenisini çıkarırız."
"İyi de sınav önümüzdeki hafta yetişecek mi o zamana kadar?"
"Yetişir yetişir sen merak etme. Hadi şimdi milleti uyandırmadan kapat telefonu. Ama yarın akşam aynı saatlerde yine ara. Ben sana ne yapacağımızı etraflıca anlatacağım."
Telefonu kapatınca biraz olsun rahatlamıştım. Babam belki de hayatta bir tek Yaşar komutandan çekinirdi. Onun ne yapıp edip sınava girmemi sağlayacağına olan inancım tamdı. artan umudumla birlikte uykularım da kaçmıştı ama olsun. Uzun süredir kurmaktan vaz geçtiğim üniversite hayallerine geri dönmek belki de en iyi dinlenme biçimiydi benim için. Emin'in yanına uzanıp yüksek tavanlara bakarak kurdum hayallerimi. İzlediğim dizilerdeki kalabalık amfileri, kampüs içinde gülüşerek konuşan arkadaş guruplarını, sınav zamanlarındaki o tempoyu artık ben de yaşayabilecektim. Ne kadar süre bu hülyalara daldım bilmiyorum. Ama haddinden fazla uyumuş olacağım ki babamın evin içinde yükselen sesiyle aniden sıçradım. Emin bile çoktan uyanıp kalkmıştı yanımdan. Biraz daha kulak kabartıp babamın tam olarak neye hiddetlendiğini anlamaya çalıştım.
"Gavur gibi uyu bakalım Dane hanım. Bu insanlar ne yiyip ne içecek, evde ekmek var mı yok mu umurunda değil. Kaç yaşında adamım ben, sen uyurken ben mi gideceğim bakkala çakkala?"
"Aman Nahit nasıl olsa bu baba evindeki son rahat günleri. Koca evinde uyuturlar mı onu bu kadar. Ablam mum eder onu sen meraklanma."
Anlaşılan yine bendim bu bağrışmanın sebebi. Sabret Dane dedim kendime. Sabret. Bu baba evinde sığıntı muamelesi gördüğün son günler. Gerekirse bu evden kaçar başka bir evde sığıntı olarak yaşardım ama hiçbir muamele kendi öz babamın yaptığı kadar canımı acıtmaz. Yaşar komutana bir de bu konuda akıl danışmayı kafaya koyup, sanki hiçbir şey duymamış gibi çıktım odadan. Biraz da yüzüme karşı söylendi elbet. Nurşen abla insaf etmiş çay suyunu tüpe koymuştu. Ben de dün yaşadıklarımın tedirginliği ile ekmek almak için evden çıktım. Sokak sanki dün karışmamış gibi günlük rutinine geri dönmüştü. Çocuklar yine kaygısız, kadınlar yine meraklı, erkekler yine öfkeliydi. Adımlarımın geçtiği her köşe başında bakışları üzerime çekiyor olmak, insanların sokaklarına yeni gelen yabancılara merakı yüzündendi. Bunu bilmeme rağmen ne kendimi tanıtma cesareti bulabiliyor ne de çekingenliğimden vazgeçebiliyordum. Baba evi benim bir de öz güvenimi öldürdüğüm yerdi...