Şu iki günde yaşadığım onca şeye rağmen, değişen ortam, değişen çevrem ve değişmeye başlayan hayatımın şaşkınlığından mı bilmem; kendimi resmen uykuya vurmuş ve hayatım boyunca hiç uyumadığım kadar uyumuştum. Gözümü açtığımda dahi uykumdan sıyrılmamak için çabaladım uzunca bir süre. Belki gözüm tam karşımdaki garip şekilli duvar saatine takılmasaydı bir bu kadar daha uyuyabilirdim. Yerimden öyle bir sıçramıştım ki; ilk anda yabancı gelen ortam bana ikinci büyük şoku yaşatmış ve buraya geliş serüvenim aklıma geldikçe çırpınan kalbim biraz olsun sakinleşmişti. Bu gün günlerden pazardı ve ben, her klasik aile gibi umarım benim kadar onlar da uyumuştur umuduyla kalkıp önce yatağımı sonra da kendimi toparladım.
Yanımda kayda değer pek fazla eşyam yoktu. Evden çıkarken üzerime geçirdiklerimin haricinde iki pantolon, iki tişörtten ibaretti bütün her şeyim. Onlar da sürekli giy çıkar yaptığım bütün gardırobumu temsil ediyordu neredeyse. Hakkını yememek lazım; Nurşen abla geçen kış kendine küçük gelen yakası suni kürklü bir kaban vermişti de ben de okula gidip gelirken biraz olsun ısınmıştım. Her ne kadar okuldakiler garipsese de elimden gelen başka bir şey yoktu.
Fazla düşünmeden açık renk pantolonum ile beyaz tişörtümü üzerime geçirip, saçlarımı da her zaman yaptığım gibi yandan bol bir şekilde ördüm. Yanıma çorap almadığım için biraz çekinsem de Semiha öğretmenin eve girer girmez ayağıma verdiği terlikler büyük bir kurtarıcı olmuştu benim için. Çünkü ne yaparsa yapsın yaz kış ayaklarını ısıtmayan insanlardandım.
Ortada dağınık bir şey bırakıp bırakmadığıma tekrar bakıp kapının koluna uzandım fakat; ya henüz kimse uyanmamışsa ne yapacaktım? Evin sahipleri uykudayken evde serbestçe dolaşamazdım herhalde. Hem o, yani hala içerideyse peki? En iyisi oturup beklemek deyip camın önündeki koltuğa bıraktım kendimi. Nasıl olsa bu evde de gün er ya da geç başlayacaktı.
Meşgalesiz kalmak, geçmişe dair akılda kalan, iz bırakan her ne varsa onları bir bir döküyordu zihin sahnesine. İlk okula yeni başladığım zamanlarda, bizim sınıfın karşısındaki sınıfta okumayı, o sınıfın kalabalığına karışmayı çok isterdim. Semiha öğretmeni her gördüğümde sanki çok sevdiğim bir şarkıcıyı görmüş gibi heyecanlanır, onu tepeden tırnağa izlemeyi, giydiği kıyafetlere hayran hayran bakmayı, daima bakımlı ve aynı boyda tuttuğu bakımlı sarı saçlarına dalmayı dünyanın en zevkli uğraşlarından biri sayardım. İncecik fiziğine giydiği etekler, dizlerinde biten şık çizmeler, yumuşacık olduğu uzaktan belli olan yün kazakları, her şeyiyle sanki özenle yapılmış bir porselen bebeği andırıyordu. Büyüyünce onun gibi giyinmeyi, onun gibi yürümeyi, her ne iş yaparsam yapayım insanların beni en az onun kadar sevmelerini düşleyip dururdum. Belki anne özlemiydi bunları bana yaptıran, belki de Semiha öğretmenin herkesi hayran bırakan ışığıydı. Neyin sebep olduğunu bilmiyorum ama bizi o zamanlarda karşı karşıya getiren ve geleceğimiz adına atılan kavi bir düğüm vardı. O anları düşünüp, dolap kapağındaki aynaya yansıyan görüntüme baktığımda ise bunların hala daha hayalden ibaret olduğunun farkına varmam, dudaklarıma buruk bir gülüşü tutup yerleştirmişti.
Dışarıda kapalı bir hava hakimdi. Ne zaman yağacağı belli olmayan nisan yağmurları, kavurucu öğle sıcaklarına ilahi bir serinlik indirmek için adeta teyakkuzda bekliyor gibiydi. En çok da bu ayları seviyordum. Göçtüğümüz şehirlerde mutlaka dört mevsimi de yaşayacak kadar kalmış olmamız, hangi mevsimde hangi şehrin daha güzel olduğu konusunda bana anılar bırakmıştı.
Neredeyse bir saate yakın oyalanağım odanın kapısı çalınınca dalgınlığım sebebiyle irkilmiştim. İçeriden "gel" diye seslenmek ayıp olur diye düşünerek kapıyı ben açmak istedim. Karşımda çocukluğumun gülen yüzü olan kadını, Semiha öğretmeni görünce nedensiz sevinmiştim. Onlar bana ne kadar içten davransa da içimde yer eden sevgiye karşı temkinlilik hissi bir türlü içime huzurun konmasına izin vermiyordu.
"Baktım senin odadan çıkacağın yok, dayanamadım ben geldim küçük hanım. Bu gece bu evdekilere ne olduysa bütün teşmilleri şaştık. Ne çok uyumuşuz ayol."
"Şey ben çoktan uyanmıştım aslında ama evde ses duymayınca çıkmadım odadan."
"Ah şu senin çekingenliğin be kızım. Nasıl aşacağız bunu? Neyse neyse, kapı önü sohbetini bırakalım da kahveye geçelim. Bizimkiler birazdan birbirlerini yemeye başlayacaklar çünkü. Bu arada rahat uyudun mu kızım, dinlenebildin mi? Akşam öyle telaşeye geldi ki doğru düzgün ilgilenemedim bile seninle."
"Çok rahattım ki ben. Hatta daha önce hiç bu kadar uyumamıştım. "
"Oh oh ne ala. Hadi gel şöyle güzel bir pazar kahvaltısı yapalım. Sonra da şu evdeki iki gereksizi yollayıp biraz dedi kodu yaparız seninle."
Konuşa konuşa geldiğimiz mutfakta ise, baba oğul karşılıklı oturmalarına rağmen aralarında garip bir sessizlik vardı. Yaşar amca beni görünce aydınlanan yüzüyle günaydın demişti fakat o; sadece baş selamı vermekle yetinmişti. İlk defa başka bir evde, başka bir ailenin sofrasına oturuyor olmak çok garip bir histi benim için. Benim sofraya çekinerek baktığımı görünce, Semiha öğretmen önce benim tabağımı doldurmuş, sonra da kendisi için bir şeyler almıştı. Anlıyordum, bana yabancılık çektirmemeye çalışıyorlardı ama onlar bunun için çabaladıkça daha da mahcup hissediyordum.
"Semiha boğacaksın kızı ilk günden. Yabancı mı o? Bırak istediğini koyup yesin tabağına."
"Bir bildiğim var herhalde Yaşar. Baksana utanıp sıkılmaktan aynı lokmayı ne zamandır çiğniyor, böyle olmaz. Benim soframa oturan yemeğimi iştahla yiyecek."
"İyi de hanım destur bu ilk. Alışacak kız merak etme. Ohoo kim bilir mutfaktaki tahtını bile sarsar yakında. Biliyor musun kız sen yemek yapmayı? "
Yaşar amcanın sorusuyla, sofraya oturduğumdan beri yüzüme bakmayan adam ise merakla yanıtımı bekler gibi bakıyordu. Nedendir bilmem; ondaki bu meraklı bakışlar elimin ayağımın dolanmasına sebep olmuştu. Tek kaşını kaldırıp cevabımı bekleyen adamdan bakışlarımı kaçırıp tabağıma çevirdim. Sanki yemek yapmayı biliyorum desem, benden bir şeyler pişirmemi bekleyeceklermiş gibi geliyordu. Güç bela kendimi toparlayıp soruyu daha fazla bekletmeden yanıtlamaya karar verdim.
"Şey Yaşar amca. Biliyorum ama öyle çok değil. "
"Olsun kızım olsun, daha yaşın küçük senin. Öğrenirsin Semiha'dan. Ha bu arada sabah siz uyurken ben bir iki arkadaşa haber saldım. Yarın için nüfustan randevu alacak bize. Kimliğin çıkması bir haftayı bulur dedi. Ama onun yerine, olur da lazım olursa diye geçici kimlik belgesi verecekler bir tane. Onunla da sınav giriş kağıdını yeniden çıkarırız. Allah'ın izniyle o sınava sağ salim gireceksin kızım. Buna kimse engel olamayacak, güven bana."
"Her şey için ne kadar teşekkür etsem az Yaşar amca. Senden başka güvenecek kimsem yok zaten."
Sanki komik bir şey söylemişim gibi hafifçe kıkırdayan adam, benim şaşkın, babasının da öfkeli bakışlarının odağı olmuştu. Onun neye bu kadar güldüğünü, Yaşar komutanın neye bu kadar sinirlendiğini bir türlü anlayamıyordum. Ortam biraz gerilince Semiha teyze devreye girip konuyu yine benim utangaçlığımı aşmam konusuna getirdi.
"Bak kızım bu kahvaltılık sostan da ye. Ben yaptım komşumla. Geçen yıl başka bir arkadaşta yedik çok beğendik, bu yıl biz de yapalım dedik. Bu sene salça da yapmaya niyetim var. Ay ne de iyi etmişim vaktinde emekli olmakla. Aklımı seveyim aklımı."
"Gerçekten çok lezzetli olmuş, ellerinize sağlık."
Kahvaltı büyük ölçüde tamamlanmış ve ben de neredeyse uzun zamandır yemediğim kadar doyurucu bir öğün yemiştim. Semiha teyze çayları tazelerken, sofraya oturduğumuzdan beri konuşmayan adam sessizliğini bozdu ve gözleri yeniden benim üzerimde odakladı.
"Ne okumak istediğine karar verdin mi ufaklık?
Vermiştim. Hem de henüz lisenin başındayken. Öğretmen olmaktı niyetim. Bu niyetin verdiği gururla Semiha öğretmene gülümseyip cevap verdim.
"Öğretmenlik düşünüyorum nasipse."
"Tam da tahmin ettiğim gibi."
"Nasıl yani? Ne istediğimi tahmin mi ettiniz?"
"Klasik bir seçim. Anladığım kadarıyla diğer meslekleri tanıyacak bir olanağın olmamış. Sen de önündeki tek mesleği, yani öğretmenliği kendine yakın görmüşsün. Biraz da kendini mecbur hissettiğini düşünüyorum. Bir an önce hayatını kazanmak isteyenlerin yapabileceği bir seçim bu. Ama sana kötü bir haberim var ufaklık; şu an mesleğini yapanlardan fazla atanmayı bekleyen öğretmen var. Kolay gibi görünen zor bir meslek anlayacağın."
Söyledikleri benim de bildiğim ve kafa yorduğum şeylerdi. Ancak onun bahsettiği gibi mecburiyetten değil, gerçekten istediğim için öğretmen olmak istiyordum. Belki de bu eve geldiğimden beri en cesur yanıtımı vermek istedim.
"Yanılıyorsunuz. Elbette söylediklerinizin bilincindeyim. Ancak; bu kararı alırken bir çok seçeneği gözden geçirdim. Kendimi o mesleklerin bir ferdi olarak hayal ettim. Ama hangisine kafa yorarsam yorayım; kendimi en rahat öğretmenlik mesleğinde gördüm. Bu sebeple bu meslek benim için hayata karışmam yolunda bir araç değil, iyi bir öğretmen olmak benim amacım."
Herkes benden beklemediği açıklıkta bir konuşma duyduğunu düşünüyor olacak ki; ben de susunca mutfağı yeni bir sessizlik kapladı. Semiha öğretmen sırtımı sıvazlıyor, Yaşar amca gururlu bir baba gibi gülümsüyordu. O ise sessiz tepkiler vermek yerine herkesin kafasında bir karmaşa bırakacak sözlerle kalkıp gitti...
"Peki öyleyse ufaklık, yarın gidilmesi gereken yerlere seni ben götüreceğim. Saat 8' de hazır ol."