Zehra’dan;
Doktorun "Uyandı, seni soruyor" demesiyle bana dünyaları bahşettiğinin farkında mıydı acaba? "Doktor sen!" diyerek sevinçle istemeden adama sarıldım. Şaşkınlıkla yavaşça sırtıma vurup, "Anlıyorum kara kız, sakin ol ve yavaşça çekil üzerimden," dedi sırıtarak.
Doktor Aslan'ı ilk başlarda boğmak istesem de şimdi sempati duyuyordum. Kendine özgü bir aurası vardı; komik, espiriliydi aslında. Soğuk gibi davranıyordu, lakin espirili bir dille hasta yakınlarını sakinleştiriyordu, tıpkı benim stresimi ,korkularımı yatıştırdığı gibi.
"Tekrar görebilir miyim doktor bey, lütfen iki dakika?"
Doktor Aslan, "Olmaz, sana yüz vermeye gelmiyor. Kara kız.Uyandı, seni soruyor dediysek yanına girecek kadar değil. Kendiliğinden uyandığı için umutluyuz," dedi. Biz konuşurken Zerda teyze, Akif amca ve İsralar da gelmişti.
Zerda teyzeye sarılarak, "Kendiliğinden uyanmış, teyzem uyanmış!" dedim sevinçle.
Doktor araya girerek, "Evet, Aram bey uyandı.Şuan bitkin olduğu için tekrar uyudu.Kritik saatleri atlattık. Birkaç gün yoğun bakımda kaburgaların toparlanmasını bekleyeceğiz. Ardından tekrar ameliyata alınacak ve kolundaki kurşun çıkarılacak. Yani hayati tehlikeyi atlattı mı?" diye sordum.
Doktor Aslan: "Şimdilik atlattı. Biliyorsunuz ki bir doktor olarak yüzde yüz ihtimal veremem, lakin Aram Bey'in kendiliğinden uyanması iyiye işaret."
"Peki, görebilir miyiz doktor bey?" dedi Zerda teyze.
Doktor Aslan: "Şu an için mümkün değil, yarın duruma göre bakarız. Geçmiş olsun."
"Teşekkür ederiz doktor bey," dedi Poyraz abi sevinçle birimize sarılırken umutlarımız giderek çoğalıyordu.
***
Elinde tost ve çayla yanıma gelen İsra,
"Artık boğazından bir iki lokma geçsin güzelim. Aram seni bu halde görürse ne der, hiç düşündün mü?"
"Hiç düşünmedim ne halde olduğumu be balım. O iyi olsun, ben de kendime gelirim elbet."
"Yok, öyle yemeden olmaz güzel kızım," diyerek elinde sandviç ve meyve suyuyla Zeynep teyze geldi. Diğer yanımda o oturup, "Seç bakalım, ya tost ya sandviç, itiraz yok."
"Bak, ben bile bir yedim," dedi gülerek.
"Peki, tamam," diyerek tostu aldım, çaydan bir yudum alıp önümdeki sehpaya bıraktım.
İsra: "Zehra güzelim, biraz uzanıp dinlensen olmaz mı? Sen halinin pek farkında değilsin, düşeceksin diye korkuyorum."
"İyiyim ben, İsra. Aram'ın gözlerine bir kez bakayım, toparlanırım ben."
Zerda Hanım; güzel kızım, bak Aram'la bugün görüştürmez doktor, gel inat etme, biraz dinlen ya da ne yapalım biliyor musun, bizim eve gidelim. Aram'ın odasında bir duş al, onun yatağında uyu, sonra hemen geliriz, olur mu?
Evet, evet, öyle yapalım, hadi, itiraz kabul etmiyorum diyerek elimden tutup kaldırdı.
İsra; biz buradayız, git dinlen, gel hadi.
Zerda teyze ile kol kola çıktık hastaneden. Onun odasında, onun kokusunun olduğu yastıkta uyumak kesinlikle iyi gelecekti.
"Burası geç, güzel kızım," diyerek içeriye buyur etti Zerda teyze.
Odası kahve tonlarını barındırıyordu, taş duvarlarla kahvenin uyumu gerçekten çok güzeldi.
Zerda Hanım; laf aramızda, ben de arada gündüzleri azıcık bu odada kestiriyorum, oğlumun özlemini öyle gideriyorum. Şimdi güzelce dinlen, güzel kızım, banyonu yap, rahat et, ben sana üst baş getireceğim.
Teşekkür ederim Zerda teyze, Ankara’dan apar topar geldim, eve bile uğramadım, üzerimi değiştirsem iyi olacak. Yanaklarımı okşayıp, "Senin gelişin oğlumu hayata bağladı, Zehra, buna eminim. Çok ısrar etmiştim biliyor musun? Miran'ın istemesinde seninle arasında bir şey var mı diye geçiştirmişti Sıpa bişey yok diye ama ben oğlumun gözlerinden anlamıştım seni sevdiğini. Adını duyduğunda bile parıltı saçıyordu gözleri."
"Yaa," dedim gülümseyerek, "herkes görmüştü Aram'ın duygularını, ben geç kalmıştım. Daha doğrusu, geçmiş yüzünden korkmuştum. Ah, salak Zehra, ahhh," dedim içimden.
Zerda Hanım; Sen dinlen, kızım.
Tamam, Zerda Teyze, biraz dinleneyim, sonra hemen gidelim, olur mu?
Olur, kızım, diyerek çıktı odadan. Kısaca göz gezdirip yatağın üzerindeki yastığı buldu gözlerim.
İlk kez sarıldığında duyduğum o erkeksi kokusu yastığına sinmişti. Uzunca kokladım, banyoyu sonraya erteleyip uzandım yatağa. Diğer yastığa kafamı koyup, kokusunun olduğu yastığı kucağıma bastırdım. Umutla kapattım gözlerimi.
İsradan;
Aram'ın uyanması hepimizin içine sevinç yüklemişti. Zehra'yı, Zerdâ teyzenin de yardımıyla dinlenmesi için göndermiştik. Perişan olmuştu, bu kadar kısa zamanda ikisinin arasında böyle büyük bir aşk olacağını hangimiz bilirdik ki? Korkuları yüzünden adım atamamıştı Aram'a fakat güzel başlangıç hüznü getirmişti. Neyse ki Aram uyanmıştı; zorlu bir süreç bekliyordu onları ama hayati tehlikesi kısmen de olsa kalkmıştı Aram'ın.
Aram uyanmadan önceki gün, Miran'la Diyarbakır’a gittiğimizde eve falan uğramadan direkt karargaha geçtik. Kenan Albay'la toplantı yapıp operasyonun ve kurulan pusunun çözümünü konuşacaktık. Eylem aslında direkt bizim time yapılmıştı; içerideki sızıntı yüzünden operasyon öğrenilmiş ve silah dolu tırlar boşaltılmış, geri dönüşü hain saldırı olmuştu.
Geçen gün patlattığımız teröristlerin başı olan itin abisi, kara gölge lakaplı terörist başı tarafından yapılan eylemin uzantısı intikama bağlanıyordu. Yalnız unuttukları nokta, Nusaybin'de artık birçok aşiretin terörizme destek vermemesiydi. Mardin’in en büyük aşireti olan ve aynı zamanda Miran'ın da çocukluk ve lise arkadaşı olan Fatih Karadağ sayesinde sınırın ötesinde saklanan silahlara ulaşmıştık. Daha önce de Fatih Bey sayesinde yine bir kaçakçılığın önüne geçmiştik; bu defa da hedefi tam on ikiden vurmuştuk.
Kenan Albay: Fatih Karadağ’a büyük bir teşekkür borçluyuz. Miran sayesinde birçok kaçakçılık girişimini ört pas ettik.
Miran: Öyle komutanım, bizzat ziyaret edip gerekli teşekkürlerinizi ileteceğim.
Kenan Albay: Tamamdır. Aramın durumu nasıl, var mı bir gelişme? diye sordu.
Miran;Durumu aynı komutanım, uyanmasını bekliyoruz, toplantı bittikten sonra yola çıkacağız.
Kenan Albay: Tamam, siz gerekli olan her şeyi ayarlamışsınızdır. Buralar şimdilik bende, birkaç gün esnek davranabilirsiniz.
Miran: Sağ olun komutanım, şimdi izninizle biz gidelim.
Kenan Albay'ı selamlayıp odasından çıktık. Miran: Balım, sen eve geç, biraz dinlen, birkaç parça bir şey hazırla hem bana hem kendine. Birkaç gün Mardin'deyiz, benim ufak bir işim var, sonra seni alırım, çıkarız yola diyerek alnımdan öptü.
Ben de boynuna kısacık bir öpücük kondurup eve gitmek için yanından ayrıldım.
Mirandan;
Toplantı sonrası İsra'yı eve gönderip bize saldıran ve sağ kalan piçin yanına geçtim, dalga geçmişti piç kurusu. Şimdi o dalgayı dalga dalga götüne sokacaktım. İsra gidince "yağızzz" diye kükredim.
Yağız; "Emredin komutanım."
Miran; "İyileşti mi piç?"
Yağız; "Evet komutanım, toparlandı öküz gibi."
Miran; "Güzel, gidelim o halde."
Bulunduğu izbeye geldiğimde ağır rutubet kokusu genzimi yakmıştı. Beni görünce yine aynı sırıtmayı yüzüne yerleştirdi yavşak piç.
Miran; "Ne o, iyileşince yüzüne renk gelmiş? Piçin dölü, fazla gevşeme bence çünkü birazdan sırıtmak sana fazla gelebilir."
Terörist; "Hiçbir şey yapamazsın komutan, sal beni TC’nin güzel mahkemesinin kollarına bırak."
Yağıza dönüp, "Ne diyor oğlum bu?"
Yağız sırıtarak, "Ağam bizimle eğleniyir komutanım," dedi.
"Sen ölüsün piç kurusu, bildiğim kadarıyla ölüler mahkemeye çıkamaz."
Yüzündeki sırıtış anında bozulmuştu.
Terörist; "Yalan, bunu yapamazsın komutan, yetkin ne ki senin?" dedi.
Hala kendini üstün görüyordu zavallı döl israfı.
"Hazırladın mı Yağız?" dedim.
Yağız; "Hazır komutanım."
Miran; "Yak bakalım," diyerek ucu Osmanlı yeniçeri armasıyla işlenmiş demir çubuğunu uzattım.
Pürmüzü yakan Yağız, demir çubuğun kıpkırmızı olmasını sağlamıştı.
Terörist; "Yapamazsın, TC askeri işkence yapmaz," diye haykırıyordu.
Miran; "Asker masuma dokunmaz, döl israfı hain piç kurularına değil," diyip kızaran demiri hayasına yakın yere bastırdım,sonra bi kaç yerini daha damgaladım,çığlıkları kulağımı yırtmıştı.
Demir çubuğu bırakıp, dede yadigarı usturayı aldım elime.
Dedem derdi ki; "Evlat, vatanına milletine ihanet edeni, arkandan vuranı affedersen, kanın kurur, ataların mezarında ters döner."
Yapma, sakın yalvarırım, demeye başlamıştı Erkekliğini keseceğini düşünmüştü. Bu iyiydi elbet ama ona biçtiğim son bu değildi. Usturamı geri cebime koydum; senin pis kanınla yadigar usturamı kirletmeyeceğim. Yağız, getir şunu, dedim.Duşarı doğru adımlayarak.
Yağız, sürükleyerek acı içinde kıvranan pisliği boş arazide duran eski hurda askeri araca bindirdi. Ellerimi arkama bağlayıp, Yağız'ın pisliği araca bağlamasını bekliyordum.
"Hazır, komutanım," dedi.
"Şimdi, hani demiştin ya, askerini nasıl uçurdum diye, hatırlıyor musun?"
"Yapma, yalvarırım, yapma! Bırak, ne istersen yaparım, kimin adını istersen veririm," diye bağırıyordu.
"Gerek kalmadı, pezevenk. Hal böyle olunca senin nefes almandan da gerek kalmadı. Uçuşa hazırlan, cehenneme uçuyorsun."
Yağız yanıma gelirken ben de Ali'nin kurduğu düzenek sayesinde elimdeki kumandaya basmıştım.
"Piç kurusu, toz bulutu okurken içimdeki intikam ateşi bir nebze sönmüştü. Buna acımasızlık demeyin; o ve onun gibi piçler hiçbir masuma acımıyordu. Onlar benim kardeşimede acımamıştı.Benim de onun gibilere acıyacak vicdanım yoktu, ne yazık ki."
"Yağız, ben gidiyorum, buralar sende aslanım."
Yağız: "Aramdan haber alırsanız, bizi de bilgilendirin, olur mu komutanım?"
"Merak etme aslanım, baldız yanında; o eminim hisseder, ne yapar ne eder, kalkar ayağa."
Yağız: "İnşallah komutanım, yolunuz açık olsun. Sağ ol aslanım, görüşürüz."
İsra'yı evden alıp Mardin’e yola çıktık. Şimdilik tek düşmanımız zamandı. Aram uyanmayı başarırsa gerisini getireceğinden zerre şüphe etmemiştim.
ARAM
Gözlerimi açtığımda yoğun ışık yüzünden geri kapattım. Cennette miyim ki diye düşündüm, şehit olabilmiş miydim acaba? Ya da öbür tarafta bir bekleme salonu var da orada mı bekletiliyordum?
Aram Bey, sesimi duyuyor musunuz? dedi kalın, tok bir ses. Acaba ölmedim mi? Gözlerimi yeniden açmayı denedim, bu kez ışık daha azalmıştı sanırım, bu kez açılıyordu gözlerim.
Aram Bey, beni duyuyor musunuz? dedi aynı ses.
Yavaşça kafamı salladım. Gözlerimi tam açamasam da karşımdaki doktor ve hemşireyi bulanık da olsa görebilmiştim.
Doktor: "Şimdi öncelikle sakin olun Aram Bey, uzun süredir uyuyorsunuz. Ani hareket etmeyin ve kalkmaya çalışmayın."
Yine kafamı yavaşça salladım. Konuşmak istedim, lakin sesim çıkmamıştı. Tekrar gözlerim bana ihanet ederek kapanmıştı.
***
Aynı sesi duydum, yine "Aram Bey, uyanın!" diyordu bu kez.
Bu adam her kimse adımı ezberliyordu galiba.
Sesim, istesem de çıkmıyordu; konuşamıyordum. Sesim çıktı mı, emin değilim, "Su!" diyebildim.
Küçük bir damla suyu dudaklarımda hissettikten sonra,
Bana bakan doktoru tam net görebildim.
Doktor: "Merhaba Aram Bey, şu an nasıl hissediyorsunuz?"
Bedenimi hissetmeye çalıştım; sırtımda müthiş bir ağrı, bacaklarımda yoğun bir ağırlık, aynı ağırlık kolumda da vardı.
"Ağır hasar kayıtlı," dedim gülümsemeye çalışarak.
Doktor, hafif kahkahayla: "Evet, vücudunuz büyük bir savaştan çıktı Aram Bey, hasar kayıtlı olmanız normal," dedi, aynı espiriyi yaparak.
Bu doktor fazla mı komikti?
Doktor: "Aram Bey, şaka bir yana, büyük operasyonlar geçirdiniz. Uzun süredir de uyuyordunuz. Size ne olduğunu hatırlıyor musunuz?"
Gözlerimi kapatıp, bana olanları düşündüm.
En son Nusaybin sınırındaydık; saldırıya uğramıştık ve en son kolumdan vurulmuş, araba çarpmıştı.
Gözlerimi kocaman açarak, "Oha, ben oradan sağ mı çıktım?" dedim. Doktor yine kahkaha atmıştı. Bu adam tırlatıktı galiba.
Doktor;"Maşallah, hafızanız küvetli, bir sorun yok. Şimdi, Aram Bey, uyandığınıza göre sizi normal odaya çıkarabiliriz. Eğer beklediğim sonuçlar olumlu gelirse, kolunuzdaki kurşunu çıkarmak için kısa bir operasyon daha geçireceksiniz," dedi.
Doktor, "Bir sürü operasyon geçirdin," dedin, "kolumdaki kurşunu da çıkarıverseydin ya."
Doktor: "Haklı olabilirsiniz ama o anki şartlarda kolunuza müdahale şansım olmadı, ne yazık ki," dedi.
"Şimdi sizi normal odaya alacağız. Sizi özleyenleri daha fazla bekletmeden onlara kavuşturalım, ne dersiniz?"
"Eyvallah doktor," dedim.
***
Odaya geldiğimde anam, babam ve Poyraz abim içeride bekliyordu. Onları görünce mutlu olmuştum. Temas yok diye uyarı geçti tırlatık doktor. Anam yazık, kalakalmıştı olduğu yerde.
Zerda Hanım, olsun aslanım, uyandı ya, bekleriz sarılmayı doktor bey. Babamla abimle konuşurken, sizden başka kimse yok mu dedim. Ulan komutanım, silah arkadaşlarım ne cehennemdeydi, uyandığımı kesin duymuşlardı.
Hadi kara kızım, belki gelememiştir, ta Ankara’dan da. Miran nerede? Abim sırıtarak, "Üç kişiden fazlasını almadılar oğlum, odaya dışarıda herkes seni görmek için bekliyor, ailen olarak ilk hakkı biz kullandık, hıyar, beğenmedin mi?" dedi.
"Estağfurullah abi, öyle değil de..." Uğraşmayın paşamla, dedi anam. Hadi biz hakkımızı kullandık, sıra onlarda. Ailem çıkınca, Miranım, yüzbaşım, İsra teğmen yengem ve Yağız yanıma girmişti.
"Geçmiş olsun aslan parçası," dedi Miran yüzbaşım. "Sağ olun komutanım, herkes iyidir umarım."
"İyi aslanım, sen de iyileştiğinde tam olacağız, Allah’ın izniyle." "Geçmiş olsun, Allah bir daha yaşatmasın kardeşim," dedi Yağızım. "Sağ ol kardeşim."
"Geçmiş olsun Aram," dedi bu kez yengem. Ona mahcubiyetle bakıp, "Karakızın haberi var mı yenge?" dedim.
"Yok," dedi sinsi bir sırıtışla. "Oh, iyi yapmışsın yenge, söylemeyerek boşuna üzülmesin. Cuma gidecektim yanına ama nasip değilmiş, bir bahane uyduracağım artık. Ben konuşurken kapı açılmıştı. Ne bahanesi bulacaksın acaba, yakışıklı? Sen sevgilini kandırmaya utanmıyor musun?"