yazardan...
İsra, Dover'in dikkatini gerçekten çekmişti. Dover'in kibar ve romantik yapısı, kadınlar tarafından da oldukça dikkat çekiciydi. İsra, yaptığı jest karşısında karşılığını vermişti. Yemek sonrası kahve için sahili tercih eden İsra, hedefini yalnız ve gizli olarak yakınına çekmişti. Sahile konumlandırılmış salıncağın üzerine oturan İsra, "Ben yalnızım, gel" imajını çok güzel sergiliyordu. Çok değil, yaklaşık 20 dakika sonunda Dover, elinde tek bir gül ile İsra'nın yanına yavaşça oturup gülü kucağına bıraktı. "Merhaba," dedi. (Tabii, akıcı bir İngilizceye sahipti her iki taraf da.) "Güzelliğiniz göz kamaştırıyor, tıpkı pırlanta gibi, eşsiz ve göz alıcı. İsminizi bahşetmeniz benim için onurdur, İsra,gerçek bir prenses edasıyla hafifçe dönüp ismimi öğrendiğinizden zerre şüphem yok. Bildiğiniz soruları neden tekrarlıyorsunuz? Belki biliyor olabilirim ama adınızı muhteşem dudaklarınızdan duymaya ihtiyacım var," dedi adam. "Bildiğin romantik Don Juan," dedi. Konuşmaları dinleyen Mardinli ve tabii ki sinirden kudurmak üzere olan yüzbaşı. Elif, diğer bir taraftan kıkırdarken yalnız İsra, "Komutanım da yakıyor ortalığı, kesin zevzekliği işinize odaklanın," diyerek resti çekti yüzbaşı. İsra, tebessümü dudaklarından düşürmeyerek, "Adım Amelia, Kral Lord'un dört kızıyım," dedi.
***
Memnun oldum, Amelia. İsmim Dover diyerek elini tuttu, minik bir öpücük kondurdu. Yine, "Aynı, tebessüm ile İsra, memnun oldum," dedi. Uzun uzun sohbet edip gülüşüp kıkırdaştılar. İsra hafifçe esneyip kibarca ağzını kapatırken, "Prensesim, güzellik uykusundan mahrum kalmamalı. Yarın sabah birlikte kahvaltı etme şerefine nail olur muyum acaba?" "Bu kulunuz elbette, lordum," dedi İsra. Dover'i kral ilan etmişti, ona karşı tüm kozlarını kullanarak. "Ama lütfen gizlilik içinde olsun. Konumumuz gereği tek bir kare fotoğrafımız olursa ülkeler arası savaş çıkar. Siz hiç telaşlanmayın, prensesim. Gerekli önlemleri alacağımdan şüpheniz olmasın." Tebessümle teşekkür edip, "Sabah görüşmek üzere, lordum," diyerek elini uzattı, Dover'e yine bir öpücük kondurup uzaklaştı.
İsra odaya geldiğinde Elif Mardinli ve tabii ki yüzbaşı ekran başında onları dinliyordu. Hızla kapıyı kapatıp yanlarına geldi. "Nasıl dı?" diyerek fikirlerini sordu. "Bence gayet iyiydi, komutanım, yemi yuttu Dover dangalağı. Yalnız, ağır romantik adam. Komutanım, yani adamın pisliğin teki olmadığını bilmesem, size resmen aşık oldu derim."
Öksürerek araya giren yüzbaşı, "Saçmalama Elif, ne anlar bu pezevenk aşktan, sevgiden, merhametten? Aşık olan adam karısını aldatmaz, seven adam elin kadınıyla saatlerce flörtleşmez." İsra kollarını birleştirip, "Sen sanki farksızsın," pislik der gibi bakmıştı yüzbaşıya ama tabii konunun uzayacağını bildiğinden tek cümle kurmadı. "Her neyse, komutanım, işimize bakalım. Bugün gerçekten yorulduk. Siz de ben de, biz Elif'le kendi kısmımıza geçip dinlemeli. Siz de dinlenin, sabah kaldığımız yerden devam." Operasyona herkes kendi alanında uyumaya geçerken, yüzbaşı kimseye belli etmemesine rağmen içinden kıskançlık krizlerine giriyordu.
İsra her ne kadar görevde olsa, içinde bulunduğu durum midesini bulandırıyordu. Lakin görev için bunu aklına getirmiyor, sabah yapacağı buluşma için nasıl adımlar atması gerektiğini kafasında hesaplıyordu. Hemen yanındaki yatakta yatan Elif, düşüncelerini bölercesine, "Komutanım, affınıza sığınarak bir şey sormak istiyorum," dedi. "Elbette Elif, sorabilirsin."
**
İsra, komutanım yüzbaşıyla aranızda bir problem mi oldu, neden böyle düşündün ki? Elif, komutanımla ne gibi bir problemim olabilir diye direkt savunmaya geçti.Yani ne bileyim komutanım, aranızda yüksek bir gerilim var, mazallah biri araya girse o gerilimden alev alır, diyip kıkırdadı. "Saçmalama Elif, işimizi yapıyoruz, gereksiz kurgular kurup beni de gece gece sinirlendirme," diyerek konuyu direkt kapattı İsra. Ama o da biliyordu ki yüzbaşıyla arasında olan şey yakında ikisini de yakıp küle çevirecekti...
Sabah, Dover prensesle baş başa kalmak ve işi bir adım öteye taşımak için gerekli olan her şeyi hazırlamıştı. İlk işi gerekli araştırmayı yapmak olmuştu. Amelia da hiçbir sorun yoktu, gerçekten bir prensesti. Amelia'nın o kadar duru bir güzelliği vardı ki aklını başından almıştı. Dover, o dudaklardan kana kana içmek istiyordu. Adım adım yaklaşıyordu avına; iki günü kalmıştı tatilinin bitmesine ve prensesin tadına bakmadan dönmeye kesinlikle niyeti yoktu.
***
Muhteşem manzara eşliğinde güzel bir kahvaltı yaptı Prenses Amelia ve Dover oldukça yakınlaşmışlardı. Artık prensesim, lordum havalarda uçuşuyordu. Kahvaltının ardından kısa bir yürüyüşe çıktılar. Sahilin en ücra köşesinde, kimsenin olmadığı bir yerde çıplak ayakla kumları eziyordu Amelia ve Dover elinden tutmuştu. Prensesin ikisi de çok mutluydu. Bir an durdu, Dover prensesin yanaklarından tutup şiir gibi sözlerini sıraladı: "Güzelliğine ahanda geliyor öpücük," dedi. Mardinli sinirle kafasını çevirdi, yüzbaşı dakikalardır dişlerini sıkmaktan az kalmıştı, kırılmasına.
Dover, tüm romantikliğiyle dokundu prensesin dudaklarına, minicik karşılamaya çalıştı. İsra ama içinden küfürler yağdırmayı ihmal etmiyordu. İlk öpücüğünü bu pisliğe vermeyi hiç ama hiç istememişti; lakin görev aşkı uğruna dudaklarını feda etmişti.
Kısa bir öpüşmenin ardından geri çekilen Dover, "Yıllanmış şarap," dedi, dudaklarına dokunup parmağını ağzına götürerek. "İçtikçe doyamadığın şarap tadı var dudaklarınızda, prensesim. Bu gece bizim olsun, sadece ikimizin aşkımızı bu gece mühürleyelim." İsra, duyduklarıyla kısa bir şokun ardından hızlıca Dover'in yanağına dokunup, "Seninim lordum. Son gecemiz belki de bir daha karşılaşmayacağız ama bir yerlerde kalplerimiz mühürlenmiş olacak," dedi. Zafer kazanmış edayla gülümsedi Dover, hedefine adım adım yaklaşmıştı.
Tabii İsra'nın içindeki korku ve fırtınadan habersizdi. İstediklerini çoktan elde etmişlerdi ama kimliğinin açığa çıkmaması için oyunun devam etmesi gerekiyordu. Dover puştu niyeti bozmuştu. Peki, İsra bu durumdan nasıl sıyrılacaktı? İşte o büyük bir muammaydı.
***
Otele geri döndüklerinde Dover, akşam görüşmek üzere ayrıldı. İsra'nın yanından o gider gitmez gizli odalarına hızlıca çıkan İsra'nın rengi bembeyaz olmuştu. Öpüşmek, el ele tutuşmak tamam, bi yere kadar tolere edilebilirdi; lakin birlikte olmak farklı bir boyuttu. Odaya giriş yaptığında eli ayağı buz kesmiş, ne diyeceğini bilmez halde koltuğa çöküp kalmıştı. İsra, meraklı bakışlar arasında sessizliği Elif bozdu. "Komutanım, iyi misiniz?" girdiği transtan çıkan İsra, "İyi mi?" diye sordu. Elif, "Akşam beni neler bekliyor? Tamam, istediğimizi elde ettik, peki sonrası? Onu hiç hesaba katmadık," dedi. "Ve akşam adam beni resmen tövbe, tövbe, konuşulanları duymamış gibi soruyor musun? Cidden özür dilerim komutanım, Elif, kusura bakma, sinirle sana yüklendim ama şu an büyük bir çıkmazın içindeyim." Mardinli söze girdi, "Bu kez komutanım, siz merak etmeyin, kimliğinizi açığa çıkartmadan bu işten söküp alacağız sizi. Yüzbaşı nerede? O, santanj için gerekli evrakları oluşturup Dover'e ulaşmasını sağlayacak ama burada değil, ülkesine dönünce. Son konuşulanları duydu mu peki?" "Hayır, henüz değil. Öpüşmeden sonra görev tamam. Ben gerekli belgelerin hazırlanmasını sağlayacağım, siz takipte kalın," diyip çıkıp gitti.
Aradan geçen 2 saatin sonunda akşam için çözüm bulamayan üçlü, yüzbaşıyı bekliyordu. Son konuşmalardan habersiz olan ama öpüşme anına şahit olan Miran, sinirden resmen alev alacaktı. Bir an önce görevi tamamlayıp dönmekti niyeti. Eğer biraz daha sınırları zorlarsa, Dover'i çıplak elleriyle öldürebilirdi. İsra'ya dokunmasıyla bile deliren Miran, öpmesiyle çığrından çıkmıştı. Görev yüzünden kendini tutmak zorunda olması, Miran'ı iki kat zorluyordu.
**
Üçlünün yanına dönen yüzbaşı, hallerindeki garipliği sezince, "Neyiniz var, sizin rahatlayın, görev tamamlandı," dedi, İsra'ya bakıp.
Bu kez Mardinli, "Çok şükür komutanım, lakin bir problemimiz var, hem de büyük bir problem. Ne oldu, yoksa açığa mı çıktın?" dedi.
İsra, "Hayır," dedi, "Açığa çıkmadım, aksine adam akşam İsra komutanımı götürecek, puşt niyeti tamamen bozdu." Duyduklarıyla afallayan yüzbaşı, "Nasıl götürecek?" diyerek anlamadığını dile getirdi.
"Komutanım, izninizle," diyerek bilgisayarı getirdi, Elif'in öpüşmeden sonraki konuşmalarını açarak duymasını sağladı. Miran'nın boynundaki iki damar neredeyse patlayacak kıvama gelmişti.
Sinirle İsra'ya, "Nasıl kabul edersin? İsra, hiç mi kafan çalışmadı? İlerisi için nasıl durduramazsın? Adam konumunu biliyor ve seni tamamen kendine mahkum edecek. Bunun farkına varamadın mı? Sen onun yanında prensessin ve bir prenses asla evlilik öncesi bekaretini vermez. Bu detayı nasıl atlarsın?" diyerek tüm sinirini patlattı.
İsra, mahcubiyetle, "Bir an bu kadar detaylı düşünemedim, aşık rolü yapıyordum, takdir edersiniz ki komutanım. Adam ilerisini isteyince her aşık kadın gibi reddetmezdim, reddetsem şüphe duyabilirdi," dedi.
Miran, sıkkın bir nefes verip yaptığının manasız olduğunu düşünerek geri adım attı. Haklıydı, İsra en ufak şüphe tüm görevi alt üst ederdi.
"Haklısın İsra, ama nasıl olur? Sen o adamla olamazsın. Bir çözüm bulacağım. Ben askerimi merhametsiz pislik herifin ellerine asla bırakmam. Şimdi git hazırlan, gerisini bana bırak."
İsra, duyduklarıyla umutla baktı Miran'a. Ne kadar başka konuda kızgın olsa da, komutanı olarak onu bu çıkmazdan kurtaracağını adı gibi biliyordu. Güvendi, İsra ve hazırlanmak için prenses odasına döndü.
***
Akşam Dover ile birlikte yemek yiyip, Dover'in ayarladığı odada buluşacaklardı. Her detayı en ince ayrıntısına kadar düşünmüştü. Dover planı tıkır tıkır işliyordu; aklınca prensesi kendine yapacak, ileride başına gelecek en ufak bir tehlikede bunu ona karşı kullanacaktı. Dover'in planları farklıydı; lakin prenses, prenses değil, görevini layıkıyla yapmaya çalışan bir askerdi. Tabii bunu Dover bilmiyordu. Amacı, prensesin tadına bakmak ve ileride bunu konum ve mevki bakımından kendi lehine kullanmaktı..
**
Odada heyecanla beklemeye başladı. Dover, odayı mükemmel şekilde hazırlatmış bir prensesin bekaretini alma şerefine nail olacaktı. Eh, bunun için elinde olan imkanları kullanmaktan çekinmemişti.
İsra odanın kapısına geldiğinde korku, mide bulantısı ve tiksinti hissiyle baş etmeye çalışıyordu. Miran yüzbaşıya güveniyordu, lakin ya geç kalırsa o zaman ne yapacaktı? İsra bu pisliğin pençesinden nasıl kurtulacaktı?
En önemlisi, yanlış bir adımda koca görev tehlikeye girebilirdi. Bin bir düşünceyle tıklattı kapıyı. Muhteşem bir gülümsemeyle açtı. Dover, kapıyı elinden tutup içeri girmesini sağladı. "Prensesim, beni öyle mutlu ettin ki şu an bu dünyada benden mutlu bir dam olamaz," dedi. Ellerinin üzerine minik öpücükler bırakarak gül yapraklarıyla süslenmiş koltuğa oturmasını sağladı. İki kadeh şarap doldurup, "Önce biraz rahatla prensesim, kalplerimizi ve bedenlerimizi mühürlemeden önce buna ihtiyacımız var," dedi.
İsra, tüm tedirginliğine ve korkusuna rağmen yine de tedbiri elden bırakmıyordu. Kadehini eline alıp tebessümle "şerefe" kaldırdı ama büyük bir yudum alıyormuş gibi yapıp minik bir yudumladı şarabını. Dover, gözlerini bir an olsun ayırmıyordu İsra'dan. İsra, lezzetli bir yemekmiş de bir tadına bakacakmış gibi izliyordu. Kadehini sehpaya koyan Dover, elini uzatarak İsra'yı önce dudaklarına minicik bir öpücük bırakarak saçlarını sırtına doğru hafifçe attı. Yavaşça boynuna inip öpmeye başladı. İsra, titremesine ve mide bulantısına engel olmakta zorlansa da dayanıyordu bu pis dokunuşlara. Tüm bu romantik sessizliği Dover'in kolunda çalan alarmın sesi bozdu.
Dover, "Sinirle saatine bakıp özür dilerim prensesim ama bu önemli. Kısacık bekletsem affeder misin beni?" dedi. İsra, büyük bir rahatlamaya tebessüm sunup demin kendini ölüyormuş gibi hissetmesine rağmen rahatlayarak ve Dover'e durumu çaktırmayarak minik bir öpücük kondurdu yanağına. "İşini hallet Lordum, acelemiz yok değil mi? Bu gece tamamen bize ait," diyerek onu affetiğini i belli etti.
***
Çok kısa sürecek diyerek odadan çıktı. İsra rahat bir nefes aldı; ardından çok geçmeden kapı açıldı, yüzbaşı tüm ihtişamıyla karşısındaydı ama İsra'nın yaşadığı bu durum midesini fena halde etkilemişti. Miran'ın üzerine kusmamak için kendini tuvalete attı, içinde ne var ne yok çıkarttı. İsra, iki gündür döverin dokunuşları ve öpücükleri midesini alt üst etmişti, kendinden nefret edecek hale gelmişti. İsra rahatladığında, klozetin sifonunu çekip elini yüzünü yıkadı. Miran'ın onu kapıda izlediğinden habersiz, "İyi misin?" sesiyle kendine baktı aynada. "İsra, sanırım artık iyiyim komutanım." "O zaman gidelim mi?" "Görevimiz bitti, artık dönüyoruz." İsra, Miran'ın yanına gelip, "Teşekkür ederim komutanım, benim için çok büyük bir iyilik yaptınız." diyerek sarıldı. Miran, İsra'yı yine kurtarmıştı. İsra'nın tüm kızgınlığı uçup gitmişti; karanlık kuyulara düşmekten kurtarmıştı. Miran, İsra'yı nasıl kurtardığını bilmese de, kurtarmıştı işte...