İsradan;
Miran yol boyunca tek kelime dahi etmemişti. Eve gelince benim valizimi kapının önüne bırakıp sadece "iyi geceler" diyip gitti. Bu kadar kızacak ne yapmıştım ki? Ya da yüz çevirecek kadar işte şimdi sinirlenmiştim. Adam hem ailem ol diyordu hem de aile meseleme karışma diyordu, bu nasıl bir çelişkiydi böyle? Ama ben onu nasıl kendine getireceğimi biliyorum.
İçeri geçip hızlıca duşa girdim; en iyisi duş almaktı. Sıcak su belki yatıştırırdı tüm sinirlerimi. Ne umutlarla gittiğim aile tanışması hüsranla bitmişti.
Mirandan;
İsra'nın dizinde geçmişin ağır yüküyle uyuyup kalmıştım. Aradan çok geçmeden telefonumun sesine uyandım. İsra'ya baktım, yoktu. Aram arıyordu; her sırrımı, her derdimi bilen oydu, eminim tanışmanın nasıl geçtiğini soracaktı.
- Efendim koçum?
- Abi merak ettim, nasıl geçti tanışma? Mesajıma dönmeyince merak ettim.
- İyi dostum, sorun yok.
- Oh maşallah, tamam o zaman yenge komutanıma selam söyle.
- Eyvallah dostum, söylerim. Görüşürüz, diyerek kapattım. O sırada bir kâğıt gözüme ilişti; İsra bana not yazmış:
"Aşkım, kahve içmeye çıktım, hemen dönerim."
İçime bir kurt düşmüştü; İsra'nın beni bırakıp gitmesi pek onluk bir hareket değildi. Hızlıca ordu evinin kafeteryasına indim, etrafa bakındım ama İsra burada değildi. Aklıma gelenle annemi aradım ama telefonu kapalıydı. Sonra Mirza'yı aradım.
- Efendim komutanım, bu kadar çabuk mu özledin kardeşini? Tabi görünce dayanamadın, değil mi?
- Kes zevzekliği Mirza, annem nerede? Telefonu kapalı.
- Valla demin Mardin kafesine gidiyorum, bir arkadaşımla buluşacağım, diyip çıktı.
O arkadaş kesin İsra'ydı, eminim. Umarım yanılırım.
- Tamam aslanım, görüşürüz, diyerek kapattım.
İsra, lütfen kurcalamamış ol diye kendimi avutuyordum. Kafenin önüne geldiğimde tahminlerim doğru çıkmıştı. Bana söylemeden annemle buluştuysa, geçmişte neler olup bittiğini eminim annemden dinleyecekti. Oysa ben sorgulama demiştim, o da tamam demişti.
İsra'ya ilk defa kırılmıştım. Oradan çıkıp beni anlayan tek yere, tepeme gittim. Sessizlik içinde Mardin'e bağırıyordum; aslında sesim çıkmasa da içimden haykırıyordum: "Neden lan, neden bir insanın babası bunu yapar? Hangi sevgi tecavüze çanak tutar?" Ben kendimle savaşırken telefonum çaldı. Arayan elbette İsra'ydı. "Aşkım, neredesin?" - "Kahve sohbetini bölmek istemedim." Annemle benden gizli buluştuğuna göre... - "Aşkım, yanlış anladın. Lütfen gelir misin?" "Arkadaşlarımla buluştum, İsra biraz onlarla takılıp akşam yola çıkarız, sen hazırlan," diyip kapattım. Kırılmıştım ama daha fazla ters bir şey söyleyip kalbini kırmak istemedim. Ne kadar arkamdan iş çevirse de İsra'nın yaşadıklarımda bir payı, bir suçu yoktu. Biraz daha sakinleşip geri döndüm. İsra, açıklamaya çalışsada; dinlemedim. Yola çıktığımızda aramızda ölüm sessizliği hakimdi. Birkaç kez konuşmaya çalışsa da hep engel oldum. Ben bilmiyordum; sanki öğrenmeyi, sorgulamayı annem dahil bu olayı bilen herkes belli ki affetmişti Mahir ağayı ama ben affetmeyecektim. Eve gelince onu evine çıkarıp "İyi geceler" diyip cevap vermesine fırsat vermeden eve indim. Yatağıma uzanıp yine o karanlık düşüncelere daldım. Uyku zaten hak getire,Tavanla olan bakışmamı mesaj sesi bozmuştu.
# Bal bakışlım;
Miran yüzbaşım, sevgiliniz olarak dinlemediniz, belki askeriniz olarak bir iki kelam etme hakkım vardır ama biliyor musunuz, bazen gerçekten kendime çok kızıyorum. Hayatımda ilk defa birine kendimi bu kadar açtığım için evet, annenle buluştum. Tüm ailen, babanı affetmiş. Belki haddim değildi ama karın olmayı bana teklif eden sendin. Ailem ol dedin ama ilk zorlukta aile meseleme karışma diyerek beni saf dışı bıraktın. O da yetmezmiş gibi, yüzüme dahi bakmayıp beni emanet çanta gibi evime bırakıp gittin. Geçmişinde aile meselen de beni şu saatten sonra ilgilendirmiyor, komutan. Sen daha ilk dakikadan beni dışarıda bıraktın. Bence sen beni tam olarak ailen olmak için istediğinde tekrar görüşelim. İyi geceler, yüzbaşı!!!!
Mesajı okuduğumda resmen nevrim dönmüştü. Lan, resmen ayrılık mesajı çekti hatun, iyi mi? Nasıl çıktım yataktan, yukarı kaç adımda çıktım bilmiyorum. Kapıyı yumrukladığımda, çok geçmeden açılmıştı kapı.
İsra yüzünde pis bir sırıtışla;
Hayırdır yüzbaşı, gece gece kapımda ne işin var? Bunu soruyor musun gerçekten? İsranın, yüzüne telefonu tutup bu mesaj ne demek oluyor, İsra hanım açıklar mısın?
Ne anladıysan o demek, yüzbaşı.
Ellerimi yumruk yapıp sinirlerimi kontrol etmem gerekiyordu. Hışımla içeri girip İsra'yı içeri çektim, hızla kapıyı kapatıp onu kapıyla kendi arama hapsettim.
Heyecan ve biraz da korkuyla nefesi hızlanmıştı. Şimdi açıkla bakalım, hatun, bir mesajla beni bırakabileceğini mi sandın? Sesim daha yumuşak çıkmıştı ama onun öfkesi o bal gözlerine yansıyordu. Eliyle göğsümden itekleyerek, "Nasıl oluyormuş Miran efendi, sap gibi bırakılmak?" söyler misin? Akşamdan beri yüzüme bakmadın, ukala pislik, ne kadar kırıldım, haberin var mı? Kendimi açıklamaya çalıştım, her seferinde set çektin. Ailenle tanıştırıp içini döküp, "Aile meseleme karışma," dedin. Aile olmak için o aileye girmek, derdini, sevincini paylaşmak gerekiyor. Miran efendi, sen ilk dakikadan beni dışarı ittin. Hem içini döküyor hem itekliyordu.Hiç engel olmadım. Kızınca öyle tatlıydı ki her şey uçup gitmişti aklımdan. Haklıydı, ben kırılmıştım da onu kırdığımı hiç düşünememiştim. O dakika ağzımdan çıkanlara çok içerlemişti, belli ki benide kendime getirmek için tekmeyi basmıştı. Asi hatunum benim, özür dilerim hatunum. Sinirle ağzımdan ne çıktığını düşünemedim. İlişki yaşamak konusunda cahilim, kavga etmek istemedim seninle. O yüzden sessiz kaldım, konuşmadım. Sakinleyip konuşmak istedim ama senin bu kadar incineceğini düşünemedim. Özür dilerim meleğim, diyip göğsümde duran ellerini tuttum.O da beni iteklemeyi bırakmıştı.
İsradan;
Miran özür dileyip ellerimi tutmuştu, bakışları yumuşamış, siniri uçup gitmişti. Mesajım hedefi tam on ikiden vurmuştu. Miran'ın beni bırakmayacağını elbette biliyordum, dakikasında kapıma dayanmıştı. Sözleri ağırma gitmişti; yalan yok ama sessizliği ölüm gibiydi. Bağırsa tartışsak belki bu kadar sinirlenmezdim ama sessizlik sinir bozucuydu.
Seni bir şart affederim, Miran bey.
Emret balım, dedi; elimi hala sımsıkı göğsünün üzerinde tutuyordu.
Gözlerinin içine bakıp bir kez bile olsa babanı dinleyeceksin, yoksa seni asla affetmem.
Ellerimi biraz sıkmıştı, biraz fazlamı ileri gittim acaba derken derin bir nefes alıp, "Peki balım ama hemen değil, kendimi hazır hissettiğimde onu değil ama annemi dinlerim. O adamı görmeye tahammül edeceğimi sanmıyorum."
Daha fazla zorlamanın manası yoktu; en azından annesini dinleyeceğinin sözünü almıştım. Ben de az değilim, hee;))
Mirandan;
İsra beni bozguna uğratmıştı ama onu kaybetmeyi asla göze alamazdım. Mahir ağayla değil ama annemle konuşurum, hazır hissettiğimde diyerek kendimi affettirmiştim. Bu kız benim tüm dengemi bozmuştu, ne derse yapar hale gelmiştim. Gitti, dağ gibi mavi ayı ama ben de krizi fırsata çevirmede iyiydim.
O zaman "afetmen şerefine" diyip dudaklarına yapıştım, o da ellerini boynuma dolayıp öpüşüme karşılık verdi. Öpüşme derinleşirken kendimi tutup anlımı anlına yasladım. "Seni çok seviyorum İsra. Senden vazgeçmem, bunu o güzel aklından asla çıkarma. Sen de mavişim, sakın bir daha beni ardında bırakma" diyerek burnunu boynuma gömüp kokladı.
Her teması aklımı uçursa da nikahtan önce asla ona dokunmak istemiyordum. Geç oldu balım, ben artık gideyim. Sabah görüşürüz, tatilde yarım kaldı. Sabah güzel bir kahvaltı yapar, sonra da baş başa bir şeyler yaparız.
"Tamam aşkım" diyerek beni yolcu etti.
Bir şeyden kesinlikle emindim; İsra'yla bir gece bile küs kalmazdım. Kavga etsek, birbirimize kırılsak da gün sonunda barışmayı mutlaka uygulayacaktım. İsra damarıma basarak beni anında kendime getirmişti. Olaylara dalıp gitmek yerine üstüne gidip ortayı bulmuştu. Azıcık dediğini yaptırmıştı ama ondan gelene kurban olurdum. Onu seçmekle ne kadar doğru bir karar verdiğimi bugün bir kez daha anlamıştım.
Pazar günü İsra'yla güzel bir kahvaltı yapıp Diyarbakır’ı el ele dolaşmıştık. Kendimi hazır hissettiğimde konuşacağım dediğim için bir mahir ağa konusunu hiç açmadı. Birbirimizin çocukluğundan, gençliğinden, harp okulu ve komando eğitiminden bahsetmiştik, günü dolu dolu geçirmiştik. Akşam onu eve bırakmak artık daha zor hale geliyordu; aramıza duvarların girmesi tahammül sınırlarımı zorluyordu.
Ertesi gün işe her zamanki gibi birlikte gittik. Kenan Albay'ın acil toplantı talebi için tüm timi toplayıp toplantı odasına geçtik. Kenan Albay geldiğinde selam verip oturduk.
Kenan Albay;
Hemen konuya giriyorum, malumunuz bir süredir terör örgütü sessizlik içinde bekliyordu. Bu sessizlik elbette büyük bir planın habercisiydi, bunu hepimiz bekliyorduk. Yeni bir yapılanma peşindeler. Suriye sınırına yakın bölgelerde 15 yaş ve üstü çocukları ailelerinden zorla ve şantajla koparıp, çocukların beyinlerini manipüle ederek ülkelerine karşı yapılandırıyorlar.
Amacımız, 50 kişiden oluştuğunu tahmin ettiğiniz hücreyi tespit edip ,baskın yapıp bu çocukları kurtarmak olacak. Önce yıkanmış beyinlerini düzelteceğiz, sonra bu gençleri, çocukları sağ salim ailelerine teslim edeceğiz. Emir komuta sende, Yüzbaşı Akyüz, gerekli bilgileri inceleyip oluşturacağımız plan doğrultusunda harekete geçmek. 24 saatiniz var, planınızı yapıp işe koyulun.
"Emredersiniz, komutanım" diyerek selamladım. Kenan Albay bizi toplantı odasında timimle baş başa bırakıp çıktı. Her biri dosyaları alıp incelemeye koyuldu.
Yapacağımız planın başarısızlık oranı 0 olmak zorundaydı; gencecik çocukları kurtarmak boynumuzun borcuydu.
Öncelikle çocukların bulunduğu hücreyi tespit etmek gerekiyordu, şu an en iyi şekilde saklanmışlardı. Önceliğimiz, drone ve termal kameralarla çevreyi araştırmaya başlamak. Şüpheli bulduğumuz yerleri uzaktan gözleyip baskınlar yapacağız. Sınırın ötesinde iç savaş ve karışıklıklar nedeniyle bu hücreyi sınıra yakın bir konumda kurdular. Alan geniş olmadığı için kısa zamanda tespit edeceğiz. Hemen hazırlıklara başlayın, ben de komutanı bilgilendirip geliyorum. Hepsi hazır ola geçip "Emredersiniz, komutanım" diyerek çıktılar. Kenan Albay'a planı açıklayıp hazırlıklar için timin başına geçtim.
Zırhlı araçlarla sınıra yakın bir köyde konumlanıp hızlıca termal kamera ve dronlarla çevreyi taramaya başladık. Gün henüz kararmadığı için ilk bölgeyi hızlı bir şekilde taradık. İnsanların kendi çabalarıyla yaptığı eski köy evlerinden bir sonuç alamamıştık. Hava kararırken diğer bölgeye geçtik; tarama tüm hızıyla devam ediyordu. İkinci bölgeden de bir sonuç çıkmamıştı. İki saat dinlenin, sabaha karşı üçüncü bölgeyi taramaya başlayacağız. Tüm tim hem karadan hem havadan izlemeyle epey yorulmuştu. Dönüşümlü dinlenerek üçüncü bölgeye geçtik. Tarama başladığında bu bölge oldukça sessiz ve etraf epey boştu. Tek harbe evler vardı ama pek insan yaşadığına dair bir ipucu yoktu.
Melike;
Komutanım, evin birinde hareketlilik var. Termal kameranın açısına birden fazla ısı sinyali yayılıyor. "Oraya yoğunlaşın" diyerek emir verdim. İsra, dronların sinyalleri görülebilir. Komutanım, bölgeyi dürbünle kontrol edelim. Tamam, yaklaşın. Belirlenen bölgenin 200 metre uzağına konumlanıp dürbünle kontrol etmeye başladık.
İsra;
Dışarıda silahlı 4 adet terörist tespit ettim, komutanım.
Aram;
Evin arka kısmında 3 adet silahlı terörist tespit ettim, komutanım.
Ben de evin içerisini görebileceğim bir alan arıyordum. Derken kapıdan iki çocuk çıktı, arkasında silahlı bir terörist onları bahçeye doğru götürüyordu. Birçok çocuk kapıya sıralanmış teröristin o iki çocuğa ne yapacağını izliyordu. Çocukları diz çöktürünce infaz edeceğini anlamam saniyeler sürdü. Acil saldırıya geçiyoruz, Zafer Timi, hazır olun! İsra ve Yağız, hemen kendinize bir yer bulup dışarıdakileri işaretimle tek tek indirin. Zaman yok, çocukları infaz edecekler. Çabuk, hızlı bir şekilde alıp çıkıyoruz. Zafer Timi, sakın ola namerte göz açtırmayın. Hepinizi ve çocukları sağ salim yanımda istiyorum. Gazamız mübarek olsun! Herkes hazır olunca işaret verip saldırıya geçtik. Benim ilk önceliğim, çocukları infaz edecek olan şerefsizdi. Silahımı hedefe tutup tek kurşunla kafasına sıktım. O yeri boylarken birden saldırıya uğrayan teröristler, gardını alamadan dışarıdaki leş sürüsünü indirmiştik. İçeride kalan iki şerefsizlerden biri; indirin silahlarınızı yoksa buradaki piçlerin hepsini havaya uçururum diyerek çocukları etrafına sarıp birinin de boynuna sarılıp kendilerine çocuklardan duvar örmüştü. İsra ve Zıpkın'a işaret verip açıyı bulduklarında indirmeleri emrettim. Onlar yerlerini alırken, çocukları rehine alan şerefsizlerin de şakası yoktu.
Tamam, silahları bırakıyoruz. Çocuklara zarar verme, piç kurusu! Çocuklar korkuyla bize bakarken, hala çocukların beyinlerini manipüle etmeye çalışıyordu. Piç kurusu, gördünüz mü? Veletler, bakın, hepinizi öldürmeye geldi. TC askeri görün ve düşmanınızı iyi belleyin.
Çocuklar, biz sizi bu piçlerden kurtarmaya, ailelerinize teslim etmeye geldik. Siz Türkiye Cumhuriyeti'nin evlatlarısınız. Asker, size hiçbir zaman zarar vermez.
Bize güvenin, çocuklar. Çocukların her birine tek tek bakıp göz temasını kesmedim. Kes lanet TC askeri, kandırma gençleri! "İsra, hazırım komutanım" diyerek komut geçince zıpkın. Görüşün açık mı? "Hazırım komutanım" diyince, şimdi dediğimde çocukların arasındaki iki şerefsiz de etkisiz hale geldi. Çocuklar panikle yere yatarken, içeriyi kontrol edip çocukları güvenli bir alana aldık. Merkeze bildiri geç, Mardinli çocuklar için güvenli bir aracı yollasınlar. "Emredersiniz komutanım."
Çocuklar merkeze doğru yola çıkınca, yaralı ve ölü teröristleri bir araya toplayıp çemberi oluşturacak şekilde koyun.
"Tamamdır komutanım," dedi İsra. "Teşekkür ederim teğmenim," diyerek gülümsedim. O da aynı tebessümle, "Göreviniz komutanım," dedi. Ali'yi yanıma çağırıp, "Bombacı, yap bir güzellik, bu piçlere şöyle şenlikli olsun, patlama!"
Ali keyifle sırıtıp hemen "komutanım" diyerek uzaklaştı. İsra inanamaz gözlerle, "Komutanım, canlı olanlar da vardı, kim biliyor teğmenim, canlı olduklarını. Hem bu piçler kendi bombasıyla patlamadı mı? Ne yazık ki canlı kurtaramadık, kaçarken elindeki bombayı yanlışlıkla patlatıverdi. Görüyor musun, büyük talihsizlik!" dedi. İsra kafasını iki yana sallayıp araca yaslandı. Keyifle, "Ben de yanına gidip kollarımı birbirine bağlayıp, 'Ee balım, görevimizi tamamladığımıza göre şu düğün için starta bassak artık' dedim." İsra gülümseyip dönünce, "Konuşuruz mavişim, ah pardon komutanım" diyerek kırıta kırıta araca bindi. Böyle görev sonlarına can kurban dı be. Tim zırhlıya geçince büyük bir patlama oldu; tek parçaları bile kalmayan şerefsizler hak ettiklerini bulmuştu.
Bunları cezaevinde beslemeye vicdanım el vermezdi. Onları Rabbimin adaletine teslim etmek en güzel kısastı. "Komutanım, kendi bombalarıyla patlamaları kötü oldu" diyerek sırıttı Aram. Tüm tim gerçeği bilse de herkes bu adaleti onaylamıştı.
Bir gerçek varsa o da kısasta hayat vardır. Bu şerefsizler hiç düşünmeden askeri öldürüyordu; sadece askeri değil, sivil insanları, masum çocukları ve eğer yetişemeseydik, iki pırıl pırıl genci hiç acımadan öldürecekti. Ben de onlara acımamıştım…