İsteme💕

1651 Words
Miran’ dan; Görev sonrası kritiğini yapmak üzere karargahta toplantı yapılıyordu. Kenan Albay, "Tüm teröristler kendi bombalarıyla geberip gittiler," diyerek bana döndü. Manidar bakışlarının altında gerçeği bildiğini bilmek zor değildi. Neyse, vatan bir takım çöplükten kurtulmuş oldu, elinize sağlık asker, diyerek toplantıyı sonlandırdı. Dinlenmek üzere dağılan ekipten geriye ben ve İsra kalmıştık. "Balım, eve geçmeden yemek yiyelim, sonra eve geçer dinleniriz, olur mu?" dedim. "Olur aşkım, çarşıdan da alacak birkaç eksiğim var, onları da alır geçeriz," dedi. "Tamam balım, hadi çıkalım." Yemek yiyip İsra'nın eksiklerini alıp eve geçtik. *** İki hafta yoğun bir çalışma temposuyla geçmişti. İsra, annemle konuşmam konusunda ara sıra hatırlatmalar yapsa da ben ağırdan almaya devam ediyordum. İsteme sonrası halledeceğimi söyleyip biraz da geçiştiriyorum, açıkçası bu hafta sonu isteme olacaktı. İzinlerimizi düğünde ve balayında kullanabilmek için isteme işini Diyarbakır’da yapmaya karar verdik. Annemler de Seyhan annede buraya gelecekti. Aşkım, annemler akşam üzeri gelmiş olur. Yalnız seni tekrar uyarıyorum Miran, lütfen Nevzat amcayla zıtlaşma, biraz kızlarına düşkün bir adamdır. Zehra’yla beni asla ayırmaz, seni epey terletecek, buna hazır ol mavişim, dedi cilveli bir edayla. Senin için tüm baba triplerini, tüm engelleri yıkar geçerim balım, idare ederim, senin için rahat olsun. Aslansın sen bal porsuğum, yüzümü buruşturup "porsuk ne balım ya,karizmayı iyice yerle bir ettin." Omuz silkip, "ben senin her halini seviyorum, yakıştırmalarımı pek umursama mavişim." Yerim kızım seni, Allahım bir an önce şu nikahı bir kıyaydık. İsra kıkırdayıp, "sabret mavi ayım, sabret." Ben bu nazların acısını çıkaracağım elbet senden, diyip hızlıca bir öpücük çaldım balımın dudaklarından. İsra evde hazırlıklarla uğraşırken ben de çiçek çikolata işini halletmek için çarşıya çıkmıştım. Kocaman bir gül buketi ve çikolatayı yaptırıp eve geçtim. Annemlerle birlikte Zerda Ana ve Akif Amca da istemede yanımda olacaktı. Mahir Ağa'yı elbette yanımda, yöremde görmek istemiyordum; annem homurdansa da durum buydu. Her şey hazırdı, Seyhan anneler de gelmişti. İsteme daha geniş olduğu için Havin Teyze'nin evinde olacaktı; malum, iki tarafta kalabalık olacaktı. Ben hazırlanırken Aram ve Yağız da yanımdaydı. Aram pis pis sırıtıp duruyordu. "Ne sırıtıyorsun oğlum, valla kırk yıl düşünsem mavi ayıyı böyle göreceğimi düşünmezdim, bu ne heyecan komutanım!" dedi. "Her ay kız mı istiyorum oğlum, ömrümde ilk defa hem de sevdiğim kadını istiyorum. Seni de göreceğiz Aram Efendi, o zaman dilimden kurtulabilecek misin bakalım?" Yağız sırıtıp, "Komutanım, hazır İsra yengemi isterken ,Zehra yengeyi de araya sıkıştırıp istesek Nevzat Bey'den iyi olmaz mı?" dedi. Aram suratını asıp, "Nerede Zehra’yla daha sevgili olmadık oğlum, ne istemesi? Deli gibi korkuyor, hayallerini yıkan o puştu bir elime geçirsem parçalarına ayırıp köpeklere yem edeceğim. Tüm umutlarını yıkıp geçmiş kara kızımın." Elimi omzuna koyup, "O güveni sen vereceksin Mardinli, senin gitmeyeceğini anladığında sana tüm kapılarını açacaktır baldız, eminim." dedim. "İnşallah abi, inşallah." "Bizimkiler geldi abi," dedi Aram. Hızla aşağı inip karşılamaya çıktım. Annemin ardından araçtan inen Mahir Ağa'yı görmeyi hiç ama hiç beklemiyordum. Kaşlarımı çatıp hızla annemin yanına gittim. "Ana, bu adamın burada ne işi var?" Höst, ağır gel Miran efendi, karşında annen vardır diyerek araya girdi Mahir ağa. Sana sormadım Mahir ağa, istenmediğin yere geldiğine göre fazla cesaretlisin. Oğlum, bir dur hele, baban seni en mutlu gününde yalnız bırakmak istemedi, biliyorum affetmedin ama bunu konuşmanın ne yeri ne de zamanı. Ana, belliki sizi de çağırmamam gerekiyormuş, bunu bugün öğrenmem ne acı. "İleri gitme abi" diyerek araya girdi Mirza. Sen karışma aslanım diyerek susturdum onu. Annemin kırgın bakışları sulanmıştı, onu kırmak değildi niyetim ama bana sormadan Mahir ağa'yı getirmeyecekti. Anne, bu adam hemen gitmezse bu istemeyi iptal ederim, sonra gider tek başıma isterim İsra’yı ,bu adam derhal gidecek. Yeter!!! Sert bir şekilde araya giren Mahir ağa, sözleriyle sesimi kesmişti. Yeter Miran, biliyorum yıllardır beni affetmedin, ben de suçumu bilip yıllardır sustum. Ama bu, babana ve seni doğuran anana saygısızlık yapacağın anlamına gelmiyor. Ben bugün buradan gitmiyorum aslanım, gelinimi isteyeceğim, ha sen ister olursun ister olmazsın, istediğin kadar yırt o güzel gırtlağını, ben bugün baban olarak seni yalnız bırakmayacağım. Ben yaptığım hatanın bedelini ağır şekilde yıllardır ödüyorum, ödemeye de devam edeceğim. Bir mahkumun bile ödeyeceği bedelin zamanı bellidir. Şimdi çekip vursan da, kovsan da gitmeyeceğim aslanım, o yüzden işi zorlaştırma, düş önüme kızımızı isteyelim, sonra ne hesap sorarsan ne ceza kesersen razıyım. Yıllardır içimde büyüttüğüm nefret tuzla buz olmuştu; içten içe istediğim ama istemekten kaçtığım gerçek gelip yüzüme tokat misali çarpmıştı. Ben Mahir Ağa'yı gerçekleri öğrenmeden önce örnek alan biriydim; her çocuk gibi babasını kahraman gören bir çocuktum, ta ki anneme yaptığını öğrenene kadar. O günden sonra kahramanım elimden alınmış gibiydi. Ben babamın her zaman merhametini, yiğitliğini örnek almıştım, ta ki o güne kadar, bütün doğrularım yıkılana kadar. Belki de affedemeyişim, bu yüzdendi sevgisine karşı nasıl zalim olduğun hazmedemediğimden… Oğlum, gözümün nuru, bırak baban gelsin. Sen yetim misin, öksüz müsün? Oğlum, bizler senin aileniz ve senin yanında olmak istiyoruz; bunu bizden esirgeme dedi annem. Zerda ana araya girerek, "Etme eyleme, Miran paşam, ana baba da vatandır. Oğlum, vatanını arkada bırakabilir misin? Haydi, bırak inadı da güzel İsra'mızı hep birlikte isteyelim," dedi. O sırada yanımıza gelen Havin ana ve Ezman amca da ısrar edince, bu kadar insanı kırmamak adına Mahir Ağa'ya katlanmaya razı gelmiştim. Tamam diyerek pes ettim; hepsinin yüzünde geniş bir gülümseme olmuştu. Yağız çiçek ve çikolatayı alıp yanımıza geldiğinde, Havin ana ve Ezman amca da içeriye geçmişti. Çiçeği çikolatayı elime alıp büyüklere yer verdim. Onlar önden giderken ben en arkada kapıya geldim. Kapıyı güler yüzle açan balım, önden büyükleri buyur etti içeriye. Ben en arkada kalmıştım. Onunla göz göze gelince mutluluğu gözlerinin içinden okunuyordu. Tüm inadım, tüm endişelerim, kafamdaki milyonlarca soru yığını uçup gitmişti. "Hoş geldin," dedi kocaman gülümsemeyle. "Hoş bulduk balım," diyerek uzattım çiçeğini. Teşekkür edip kabul ederken kimse görmeden alnına bir öpücük bırakıp "Çok güzelsin," demeyi ihmal etmedim. "Sen de çok yakışıklı olmuşsun," diyip minik bir öpücükte o yanağıma bıraktı. "Araya girmek gibi olmasın Enişte bey de millet sizi bekliyor, cilveleşmenizi sonra mı bıraksanız?" diyerek ortama bir adet gıcık baldız giriş yaptı. "Tamam baldız, parazit yapma," dedim ve kalabalık salona geçtim. Benim taraf artı Mahir Ağa ve İsra'nın tarafı, Havin Teyze'nin o geniş şark odasına anca sığmıştık. Tanışma faslına geçildi. Hanımlar kendi aralarında konuşmaya, erkekler kendi aralarında sohbete koyulmuştu. Gören, kız istemeye değil de akşam oturmasına gelmişiz sanırdı. Bu insanlar daha yeni tanışmıştı, yahu. Ama güzel olan, hemen kaynaşmış olmalarıydı. İsra yanıma oturunca, "Baban gelmiş," dedi. Çekinerek.Yavaşça başımı sallayıp, emri vakisine ve herkesin ısrarına söz geçiremedim, balım. "İyi yapmış, demek ki seni bu mutlu gününde yalnız bırakmak istememiş, mavişim," diyerek kıkırdadı. "Bu işte parmağın var mı, balım?" Anında, "Yok aşkım, haberim olsaydı inan sana söylerdim. Sen bana söz verdin ve biliyorum ki sen sözlerini tutarsın, o yüzden sana bıraktım," dedi. "Tamam, balım. Demek ki Mahir ağa kendi isteyerek gelmiş." "Bence bunları sonra düşün, Miran. Bu gün sadece ikimizin olsun, olmaz mı?" dedi masumca gülümserken. "Olur, bitanem, sadece bizim olsun." Biz konuşurken bir öksürük sesi geldi. "Nevzat Bey, eee oğlumuzun mesleği nedir? Mahir Bey, huyu suyu nasıldır? Kızımızı üzer mi? Babası olarak anlat bakalım," dedi. Mahir ağa gözlerimin içine bakıp, "Oğlum diye demiyorum, Nevzat Bey. Oğlum askerdir, rütbesi yüzbaşıdır, vatan sevdalısıdır. Bunu söylemeye gerek bile duymam. Huyuna gelince, Mert delikanlı, sözünün eridir, kızınızı üzmez, buna kefilim. Lakin inatçıdır, yanlış gördü mü kolay affetmez," dedi yutkunarak. Seyhan anne, "Kızım, kahveleri yapın" diyerek israyı yanımdan gönderdi. Ben pür dikkat Nevzat Bey'le Mahir Ağa'ya odaklanmıştım. İsra'dan; Annemler geldiğinde hepsiyle biraz hasret giderip Nevzat Amca'nın aklına takılan soruları cevaplamıştım. Miran kimdir, nasıl biridir, ailesi kimdir, falan filan... Gerekli gereksiz Miran hakkında tüm bilgileri almıştı. Tabii benim dışımda TSK'dan da sicilini sordurtmuştu, eminim. Sonunda Nevin Teyze olaya el atarak, "Nevzat kızı artık rahat bırak. İsra bu çocuğu seçtiyse her şeyi ölçüp biçmiştir. Artık şu ahiret sorularını bırak da kız hazırlansın," dedi. Nevzat Amca, "İyi be, siz de ne meraklı çıktınız kızı vermeye," diyerek suratını asmıştı. Zehra da ben de aynı anda gidip ,aynı anda yanaklarını öpüp, "İlk aşkımız sensin," diyerek gönlünü almıştık. Sizi üzen zırtapozların topuğuna sıkarım acımam demişti.Babam yanımda yoktu. Eksikliğini böyle zamanlarda daha çok hissediyordum. Nevzat amcamda bu eksikliği hep gidermişti sağolsun. Hazırlanıp aşağı indik. Dışarıda bir hareketlilik vardı. Havin Teyze, sanırım Miran'ın babası da gelmiş, "Bir bakıp gelelim," diyerek çıktı. Şaşırmıştım ve biraz da tedirgin olmuştum. Umarım babasına olan öfkesiyle onu kabul etmemezlik yapmazdı. Neyseki korktuğum gibi olmadı Zehra ve Mina’yla birlikte kahveleri yaparken tuz koy, kız! Tuz diyerek kolumu dürtükledi biricik arkadaşım. "Niye, kızım? Ben Miran'ı istiyorum, bal koyacağım. Haspama bak, her şeyi de bil!" "Bilirim tabii, kızım. Hadi, çok konuşma da şu fincanları diz!" Herkese orta şekerli Miran’a ballı kahvesini yapıp dağıtmaya başladık. Kızlar büyüklere dağıtırken süslü püslü damat fincanını Miran’ın önüne koydum. Tebessümle eline sağlık bal kızım dedi ususulca. Bütün herkes Miran’a bakıyordu. O da tuzlu olduğunu düşünerek tek dikişte kahvesini içti. Kahve ballı olunca genişçe gülümseyip tepsiye bir gül bir de anahtar bıraktı. Gülü anladım da anahtar neyin nesiydi, anlamadım. Nevzat amca dayanamayarak, "Miran bey, oğlum, gülü anladık da anahtar neyin nesi?" dedi. "Kalbimin ve evimin anahtarı," Nevzat abi, kalbimi eritti romantik ayıcığım. Kızlar "Ayy!" derken Mahir bey boğazını temizleyerek, "Kahvelerimiz de içildiğine göre, gelelim sebebi ziyaretimize," Efendim, Allah’ın emri, peygamber efendimizin kavliyle kızınız İsra’yı oğlumuz Miran’a istiyoruz. Nevzat amca önce anneme, sonra bana bakıp onayı tekrar alınca, gençler birbirini görmüş, beğenmiş, bizede hayırlı olsun demek düşer, Allah utandırmasın. İkimiz de büyüklerin ellerini öperken, babası Miran’a elini uzatınca biran duraksasa da öpmüştü. Ortaya geçtik, söz yüzüklerimizi Ezman amca taktı; ayağınıza taş, gözünüze yaş değmesin, evlatlar bir ömür boyu böyle omuz omuza yürüyün diyerek kurdalemizi kesti. Yüzük töreninin ardından Miran, alnıma küçük bir buse kondurarak kulağıma yavaşça "Çok az kaldı balım, vuslata çok az kaldı" diyip eteklerimi tutuşturmayı başarmıştı, pis ayıcık. Çikolata ve şerbet ikramından sonra biraz daha oturup kalktılar, tabii bir üst kata çıkmak zor olmamıştı. Miranlar gidince annemler de benim eve çıktılar. Ben Zehra'yla Havin teyzenin evini toparlayıp öyle çıktık. Yukarı çıkarken Miran'ın öfkeli sesi dışarıya kadar geliyordu. Müdahale etmek istemedim, babasına kinini kusması gerekiyordu; ancak öyle hayatına mutlu devam edebilirdi. Atasına dargın olan, ondan uzak olan insan asla tam olamazdı. Miranda tam değildi artık, tamamlanması gerekiyordu. Zehra’yla bakışıp yukarı çıktık. Umarım içindeki kahraman babanı bir kez daha öldürmezsin, miranım…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD