2.SESİZ İSTEME

719 Words
Kapıdan içeri girdiğinde, nefesim düğümlendi. Baran içeri adım attığında herkes ayağa kalktı. Halam başını eğdi, annem hafifçe arkamdan itti beni. Sandalyemdeki dimdik oturuşumu kaybettim o an; sadece ellerimi dizimde sıkarak kendimi ayakta tuttum. Baran’ın yanında iki adam daha vardı. Biri amcası, biri de aşiretlerinin büyüklerinden… Onların bakışları beni delip geçmedi. Ama Baran’ın gözleri, ruhumun üzerine kazındı sanki. Gelin kahvesi getirildi. Gelenek yerini bulsun diye. Ellerim titredi, fincanı taşırmadığım için kendimi zafer kazanmış gibi hissettim. Fincanı uzattığımda, göz göze geldik. Ne bir teşekkür, ne bir tebessüm. Sadece başını hafifçe eğdi. Saygı mıydı? Yoksa bu törenin içindeki son kırıntı mıydı insanlıktan kalan? Sonra söz kesildi. Halil Ağa dimdik oturduğu yerden konuştu: “İki aile artık bir kanla değil, bir nikahla bağlanacak.” Baran’ın amcası da ayağa kalktı: “Bu işin sonu kan değil, soy olsun diye geldik. Artık bu topraklarda Baran ile Dara’nın adı yan yana anılsın.” Ben hâlâ susuyordum. İçimden bağırmak geçiyordu ama dilim tutulmuştu. O kadar çok susturulmuştum ki artık içimde biriken kelimeler çıkacak yer bulamıyor, sadece içimde büyüyordu. Sonra yüzüğümü taktılar. Sıra Baran’a geldi. O anda bir titreme geçti içimden. Birileri alkış tuttu, halam dua mırıldandı, ama ben hiçbirini duymadım. Çünkü o sırada Baran elimi tuttu. Soğuktu. Eli sertti ama sıkmadı. Ne sahibine sarılır gibi tuttu, ne de düşmanına yaklaşır gibi. Elimi sadece gerektiği kadar tuttu. Sanki kendisi de bu role sadece bir isimdi. Sanki o da benim kadar “verilmiş” bir karardı. O an anladım ki, bu evlilik ikimizin de cezasıydı. Bakışlarım ona kaydı. Bana bakıyordu. Yüzünde hiçbir ifade yoktu önce. Ne öfke, ne merhamet… Sanki bir maskeydi taşıdığı, yıllardır yüzünde taş gibi oturmuş. Ama gözleri… Gözleri başka bir şey anlatıyordu. Donuktu. Sanki uzaklarda bir yerdeydi ruhu. Bu odada değil, bu törenin içinde hiç değildi. Yine de bir kıvılcım vardı içinde. Adını koyamadım. Nefret miydi, acı mı, yoksa aynı sessizliğe hapsolmuş bir çocuğun feryadı mıydı o bakış? İçim ürperdi. Birden ellerim buz kesti. Ne yapacağımı bilemeden başımı eğdim. Ama o, hâlâ bana bakıyordu. Sanki içimden geçenleri okumaya çalışıyor gibiydi. Benim suçum neydi peki? Orada daha fazla dayanamadım. Sanki ciğerime oturan bir taş vardı, her nefes alışımda büyüyordu. Ayakta durmaya çalıştığım o kalabalık odadan bir adım geri çekildim. Sonra bir adım daha. Ve sonra… koştum. Ayağıma takılan halıları, önümden çekilmeyen kadınları duymadım bile. Sadece kalbimin atışını duyuyordum. Kafamın içinde yankılanan o cümleyi: “Benim suçum neydi peki?” Mutfağa vardığımda kapıyı itip kendimi içeri attım. Boştu. Sessizdi. Bir anlık yalnızlık bulmuştum sonunda. Duvara yaslandım. Yavaşça kaydım yere. Ve o an… Gözyaşlarım beklemiş gibi aktı. Hiç ses çıkarmamaya çalıştım ama hıçkırıklarım boğazımda düğümlendi. Ağladım. Dizlerimi karnıma çekip ağladım. Ne halamın bakışları geldi aklıma, ne annemin baş eğişi. Sadece içimde taşıdığım çaresizlik döküldü gözlerimden. İstenmeyen bir evliliğin, verilmiş bir kararın, susturulmuş bir geleceğin kurbanıydım ben. Birinin “güvenliği”, bir başkasının “onuru” uğruna feda edilen, ismi defterlere yazılı ama hayatı kimsenin umurunda olmayan bir kız çocuğu. Kendi hayatımda misafirdim sanki. Kapısı çalınmadan girilmiş, eşyaları yerinden oynatılmış, ruhu sessizce terk edilmiş bir ev gibiydim. Mutfak hâlâ kalabalığın sesinden uzaktı. Ama kapı birden açıldı. Ne kibarca, ne de tereddütle. Baran içeri girdi. Dara yerinden kalkmadı. Gözyaşları hâlâ yanaklarındaydı. Başını çevirip bakmadı bile. Baran ayakta durdu. Ellerini arkasında birleştirdi, sesi soğuktu: “Ne ağlıyorsun?” Dara cevap vermedi. Baran birkaç adım attı. Tezgâhın köşesinde durdu, gözlerini kıza dikti. “Ben seni istemedim,” dedi. “Bunu baştan bil. Yarın öbür gün hayal kurma.” Gözyaşları hızlandı ama Dara hâlâ sessizdi. “Bugün yüzük taktılar diye kendini bu işin içinde sanma. Benim için sen bu akşamda bile yoksun.” Sesi biraz daha alçaldı ama daha keskin oldu: “Bana bak Dara, kendini hazırla. Bu daha hiçbir şey. Bu gece sadece adını söylediler. Ama senin adını bir daha anmayacağım.” Bir adım daha attı. Sanki nefesiyle bile can yakacak gibiydi. “Ben seni hiçbir zaman görmek istemeyeceğim. Bu evlilik senin için yeni bir hayat değil. Senin için sessiz bir ölüm olacak.” O an Dara gözlerini kaldırdı. Baran göz göze gelmekten çekinmedi. Ama bakışında bir zerre insanlık yoktu. Ne acıdı, ne durdu. Sadece son darbeyi vurdu: “Ben düşmanımla aynı sofraya oturmam. Ama seni oturttular. Şimdi o sofrada, kimseye yaslanmadan oturmayı öğren. Yoksa düşersin. Ben de bakmam.” Arkasını döndü. Kapıdan çıkarken bir zılgıt daha yükseldi salondan. Ama mutfakta hâlâ sadece Dara’nın iç çekişi vardı. Ve artık o bile sessizdi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD