4.SUSKUN KALP

711 Words
Baran gitti. Ayak sesleri uzaklaştı. Dara’nın etrafında, ondan geriye sadece karanlık ve kendi soluğu kaldı. Başını yavaşça kaldırdı. Kimseye göstermek zorunda olmadığı bir ifade vardı yüzünde artık. Ne güçlü görünmeye çalıştı, ne gururla direndi. Sadece… yorgundu. Ayağının ucuyla yere düşen tülbenti kenara itti. Sonra arkasını döndü ve odasına yürüdü. Kapıyı kapamadı. Çünkü neye kapı kapatacağını bile bilmiyordu. Gelinlik askıda asılıydı. O elbiseye baktı. Uzun uzun. Bir süre sonra yanına gitti. Elini uzattı. Kumaşı sıcaktı, hâlâ vücudunun izini taşıyordu. Ama artık bu elbise onun değildi. Bu gece bana nişan değil, sınır çizdiler. İşte tam o cümlenin ağırlığıyla yere oturdu. Elini dizlerine koydu. Hiçbir şey düşünmemeye çalıştı. Ama düşünceler kendiliğinden geldi. Baran’ın sesi. Herkesin gözleri. Teyzesinin kulağına fısıldadığı o iğneleyici cümle: “Gül biraz. Ayıp oluyor millete.” Dara usulca gülümsedi yine. Aynı sahte gülümsemeyle. Ama bu kez aynaya bakmadan. Sadece fısıldadı: “Millete ayıp olmasın diye… kendime her gün ayıp ettim.” Yavaşça sırtını duvara yasladı. Bir battaniyeyi üzerine çekti. Gözlerini kapattı. Kaçmadı. Plan yapmadı. O gece hiçbir kahramanlık sergilemedi. Sadece… yaşadığını kabul etti. Kırıldığını. Yorulduğunu. Ve bir sabaha daha çıkmak zorunda olduğunu. İşte o gece Dara, hiçbir şey yapmayarak hayatta kalmayı seçti. Ve belki de en zor olan buydu. Sabah oldu. Ev yine kalabalıktı. Kahvaltı hazırlıkları, fısıltılar, çay sesleri… Ama Dara’nın odası hâlâ karanlıktı. Gözlerini açtığında bir süre tavanı izledi. Ne günlerden olduğunu hatırlamaya çalıştı. Sadece nişan gecesinden sonra bir “ertesi” olduğunu bildi. Yavaşça doğruldu. Battaniye omzundan düştü. Aynaya gitmedi. Gelinlik hâlâ askıdaydı. Ama bu kez gözlerini kaçırmadı ondan. Uzun uzun baktı. “Senin için bu evlilik sessiz bir ölüm olacak…” Baran’ın sesi hâlâ içindeydi. Ama bu sabah… daha uzaktan geliyordu sanki. Sanki artık o ses, Dara’nın merkezinde değil, çevresindeydi. Yavaşça yerinden kalktı. Odanın köşesindeki sandıklardan birini açtı. İçinde yüklü çeyizler, işlemeli örtüler, hediyelik sabunlar… Hepsine dokundu. Sonra bir defter aldı eline. Boş bir defter. Kenarı altın yaldızlı. Kapağını açtı. Kalemi aldı. İlk kez içinden geçenleri bir kâğıda aktardı. “Bugün sustum. Ama bu suskunluk bir yenilgi değil. Bu, kendi sesimi duymak için seçtiğim bir sessizlik. Beni duymayanlara değil, kendime anlatacaklarım var artık.” Defteri kapattı. İşte o an fark etti: Dara hâlâ korkuyordu. Ama artık yalnızca korkmuyordu. Bir parça öfke, bir parça inat, bir parça kendilik vardı içinde. Ve bu karışım… Dara’nın ilk adımıydı. Dara öğleye doğru dışarı çıktı. Avlu hâlâ sabahın telaşını taşıyordu. Kadınlar sofraları topluyordu, çocuklar yer sofrasının etrafında zıplayarak oyunlar oynuyordu. Erkekler, köy meydanındaki düğün alanından kalan süsleri kaldırmakla meşguldü. Kimse Dara’ya doğrudan bakmadı. Ama herkes onu fark etti. Bir şey söylemediler. Çünkü herkes onun ne hissettiğini bildiğini sanıyordu. Ama bilmiyorlardı. Dara’nın içi artık onların tarif ettiği kalıba sığmıyordu. Kapının önündeki merdivenlere oturdu. Elini saçına götürdü, annesinin taktığı taç hâlâ yerindeydi. Çıkarmadı. Ama elleriyle düzeltmedi de. Sadece bıraktı. Halası içeriden seslendi: “Bakayım sana kız? Dışarı çıkılır mı öyle yüzsüz?” Dara cevap vermedi. İçeri de girmedi. Sadece yerdeki küçük bir çakıl taşını aldı eline. Sertti. Soğuktu. Gerçekti. O an fark etti. İnsanların sözleri değişiyordu. Ama taşlar aynıydı. Ve eğer bir gün gerçekten yürümek isterse, bastığı yerin ne olduğunu bilmeli, hissetmeli, tanımalıydı. Bir süre sonra annesi geldi yanına. Sessizce oturdu. İkisi de konuşmadı. Sonra kadın, elindeki küçük bir keseyi kızının avcuna bıraktı. Dara, keseyi elinde çevirdi. İçinden çıkan not sarı bir kâğıda yazılmıştı. Kalemi tanıdı önce — annesi yıllardır aynı kalemle yazardı. Yazıyı okurken dudakları kıpırdamadı. Ama içi, yavaş yavaş kıpırdamaya başladı. “Ben sana kaçmayı öğretemem, kızım. Ama kalmanı gerektiren hiçbir sebep olmadığında, gitmenin de bir yol olduğunu bil istedim. Bir kadın her zaman önce kendine ait olmalı. Eğer bir gün gitmeye karar verirsen, bu kâğıdın altını aç.” Eli titreyerek kâğıdı ters çevirdi. Altına zar zor iliştirilmiş bir adres vardı. Şehir merkezinde bir kadın sığınma evi. Dara notu katladı. Keseyi yeniden avcunun içine aldı. Başını kaldırdı. Annesi hâlâ yanındaydı. Ama gözlerini kaçırıyordu. Hiçbir şey söylemeden avludan içeri yürüdü. Dara yerinden kalkmadı. O anda ne karar aldı, kimse anlayamazdı. Çünkü karar dediğin şey bazen “tamam, gideceğim” diye alınmaz. Bazen sadece biri sana “gidebilirsin” dediğinde başlar. ⸻ O gün Dara hiçbir yere gitmedi. Ama ilk kez avludan içeri dönerken başı dikti. Hâlâ gülümsemiyordu. Ama o maskeyi yüzünden sökmeye dair ilk cesareti hissetmişti. Artık yalnız değildi. Kendine ait bir ihtimali vardı. Bir adres gibi cebine koyduğu, Bir gün açılacak bir ihtimal.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD