Bölüm 4

1984 Words
İçim parçalanarak konser maddesinin yanına Not Ok'i yazıyorum. Bu parmaklar neler neler yazdı, hiçbiri böyle ağrıma gitmemişti. Tamam biraz abartıyor olabilirim ama günlerden pazartesi saat 07:45. Bilenler bilir, beyaz yakalılar için pazartesi yapılan mübalağaların günahı yoktur. "Günaydın, yalnız kuş." diyerek önüme kahve bırakıp yerine oturan Alp, listem ile kara kara bakışmamızı bölüyor. Bu kez gayet sakince listeyi kaydedip çıkıyorum. Bazı acı tecrübelerimiz oldu. Normalde Alp'e bir cırlardım, ne o öyle yalnız kuşlar falan diye? İş yerinde samimiyetten çok hoşlanmam, bu konuda da bir miktar acı tecrübelerimiz oldu, ama Ali böyle devam edecekse herkesle amcaoğlu olana kadar yolum var gibi. Hem bunu söylerken şirin şirin göz kırptı, üstüne gelirken bana da kahve almış. Uzatmıyorum, "Günaydın. Ooo bize de mi kahveler alındı?" Americano olduğunu tahmin ediyorum ve bir yudum alıyorum. Aynen, öyle. "Eh, yaptık bir güzellik." "İyi geldi valla, çok teşekkür ederim." Bir yudumu hatta kokusu bile on saniye önceye göre daha iyi hissetmemi sağlıyor. Allah tuttuğunu altın etsin, Alp ya. "Lafı olmaz, afiyet olsun." dedikten sonra bilgisayarını açmak için önüne dönüyor. Ben de toplantıya kadar biraz mail temizliği yapmaya karar veriyorum. Taleplerden planlamaya alacaklarımızı ayırıyorum, spam mailleri temizliyorum. Bir noktadan sonra ne okusam Nehir ve Ali görmeye başlıyorum. Kahvaltıya mı çağırsam bunları? Alp ve Melek'i de çağırırım. İrem de iyi kız ama o şimdi Ali'li ortamlara çok girmesin, riskli olabilir. Haftaya pazar alayım ben bunları eve napayım? İyi ki az önce Alp'e cırlamadım, bak daha lafım kurumadan adama işimiz düşüyor. İş arkadaşları ile samimi olmayan bana bak sen, biraz daha Nehir ve Ali evlenmezse tüm şirketi yatıya alacağım. İkisini bir odada kapalı bırakıp üzerine abimleri de çağırırım. Onlar de eşek değil ya, temizlesinler bu kızın namusunu. Eee ya evlilik ya ölüm Ali Bey, bizde böyle. Tam en az üç sezonluk Atv dizisi için kolları sıvıyorken görüyorum İK'dan geçen perşembe gelmiş maili: Futbol Turnuvası Katılım (Kadın ve Erkek) - Hatırlatma. Ya Hazal sizi yesin. Yesin! O Ali de artık gelip bu kızı sahalarda izlesin bir zahmet. Messi'nin Türkiye şubesine de aşık olmazsa ben bu adama daha da bir şey yapamam bakın. Günün birinde takım eksik kaldığı için zorla bize futbol oynatan Emre, Emir ve Ferhat'a teşekkür edeceğimi hiç düşünmezdim; gerçi kullanım amacımı bilseler hiç hoşlarına gitmezdi muhtemelen ama olsun. Hemen son güne ve katılım şartlarına bakıyorum. Şartların hepsi tamam çok şükür; genciz, sağlıklıyız, kramponumuz var. Öğle arası Nehir'i alıp formu doldurmaya götürdüm mü bu iş tamamdır. "Oley be!" diyerek arkama yaslandığımı Alp'in sorusuyla fark ediyorum. "Hayırdır?" Tamam az önce minnettar kaldık, az kalsın işimiz düşüyordu ama böyle de olmaz ki canım. Biraz kişisel alan, lütfen. "Yok bir şey ya, bir işi hallettim de." "Peki." Sonrası öyle yoğun geçiyor ki, ne ara saat on ikiyi buluyor anlayamıyorum bile. Bizim ekiple yememek için ateş gibi yerimden fırlıyorum, yemek yemem gereken başka ekipler var sorry guys. Öğlene kadar ayrı öğle arasında ayrı mesai yapıyorum görüyorsun Allah'ım. Sen de mi bir el atsan şu duruma artık, hı? Coşkuyla canım kuzenimin masasına ulaşıyorum, "Selamm! Acıkmadınız mı gençler?" "Off kurt gibi." diyerek karnını sıvazlıyor Melek. Vallahi çok tutuyorum bu kızı, dur şu işi kıvırırsam Emir'e alırız belki. Gerçi bu kızcağız için ne kadar iyi olur bilemedim şimdi. "Tamamdır, yemekhaneye mi ineriz dışarı mı çıkalım?" diyor Nehir. "Fark etmez bana, ama önce futbol turnuvası için form doldurmamız gerek ayaklanın o yüzden. Hadi Ali!" Yüzüne yüzüne bakıyorum, hadi ben tokum de Ali. Söyle söyle çekinme! Beni hayretlere düşürüp ayaklanıyor üzerine bir de soru soruyor Ali Beyler. Allah Allah! "Lisanlı falan mı oynuyorsunuz?" Lisans kim köpekmiş; Messi, Ronaldo, Nehir, Hazal bu camiada Ali'ciğim. "Nehir çok iyi oynar, ben de eh işte, Melek de bizi yalnız bırakmaz diye umuyorum?" Bakışlarımı Ali'den Melek'e çeviriyorum, şirin şirin göz kırpıyorum. Hadi gelin hanım! Ay bak yine, Allah mı söyletiyor acaba? "Olur, yani ben pek oynamadım ama eğleniriz biraz." On numara kız, ben bu akşam bir Emir abimi arayayım. Hızlandırılmış insanlık kursuna falan yazılsın gerekirse. Nehir hiç sesini çıkarmadan bana bakıyor tek kaşı havada, ne işler karıştırdığımı düşünüyor muhtemelen. İnşallah bulamaz, bir de kavuşmalarına onun engel olmasıyla uğraşmak istemiyorum. Tahminimi boşa çıkarmıyor, form doldurmak ve bilgi almak için İK'ya doğru yürürken bir şekilde bizi diğerlerinden ayırıp kolumu sıkıyor. "Nerden çıktı şimdi bu futbol merakı?" "Maillerimi temizlerken gördüm, biraz stres atarız dedim fena mı?" Çok da yalan sayılmaz. "Yemiyorum bunları bilesin." Aman yeme, sakın yeme! "Al günahlarımı al, sayenizde cennete business classtan giriş yapacağım." Neyse ki konu çok uzamadan insan kaynakları departmanına varıyoruz. Hangi işim rahat ve sorunsuz ilerlemiş ki bu ilerlesin? Kapıdan girer girmez Ömer Bey ile karşılaşıyoruz. Tabi ki tam bizim işimiz olan hanımefendinin karşısında birileriyle konuşuyor. Minik bir baş selamı veriyorum, bu kadarı yetsin n'olur? O da selamımı karşılayıp üstelemiyor. Güzel. Kadına bilgi almak istediğimizi söylüyoruz, maçların haftaya başlayacağını ve mesai sonrası olacağını öğreniyoruz. Departmanlardan on bir kişi çıkmazsa onlar takımı tamamlıyormuş, buna da eyvallah. Yaşlarımızı sorunca gayriihtiyari cevaplıyorum, "İkimiz yirmi sekiz, Melek sen kaçtın?" Ama Nehir durur mu durmaz? Asla durmaz, ölür de o altı ayı yedirmez. "Ben yirmi sekizim, Hazal yirmi yedi henüz." "Şaka mısın sen kızım?" "Anne karnında yaş günü yaptın da, benim mi haberim yok ?" "Hayret bir şeysin, gerçekten hayret ediyorum sana teyzemin evladı." Tam ellerimi belime yerleştirmiş arkamı döndüğüm an göz göze geliyoruz Ömer Bey'le. Gülüyor mu o? Oturmuş bıyık altından bize gülüyor koskoca adam, ayıp. Bünyem bu kadar rezilliği kaldıramıyor, "Sen daha iyi biliyorsun nasılsa benim bilgilerimi, siz halledin gelin. Ben bir tuvalete uğrayacağım." Aynada kıpkırmızı olmuş suratımla karşılaşınca, yüzüme biraz su çarpıyorum. Üstümü başımı biraz düzeltip çıkıyorum, gelmişlerdir herhalde. Ben bizimkileri görmek umuduyla bakınırken Ömer Bey'i buluyorum. Bu kez kaçacak bir yerim de yok, geliyor gelmekte olan. "Futbol demek?" "Nehir çok güzel oynar, kuzenim yani." "Peki, sen?" "Yapıyoruz bir şeyler biz de." "Maç günleri belli olunca beni de haberdar et, bir de yeşil sahadaki marifetlerini görelim." Ha ha, kessen söylemem. "Tabi." diyerek geçiştiriyorum. Tamam artık gider ya da bizimkiler gelir diyorum ama yok anacım. "İK sever beni, Aymaz. Tribünde oturmamı engelleyemezsin." Bir an dışımdan mı söyledim acaba az önce diye şüpheleniyorum. Hayır, söylemedim. "Söylerim canım, neden saklayayım?" "Bilmiyorum ki yaşını neden büyüttüğünü de anlayamadım zaten, kadınlar tam tersini yapmaz mı genelde?" Gözleri çok güzel, kaşının birini de çok karizmatik bir şekilde kaldırıyor gerçekten. Ama onlar ne çirkin genellemeler öyle Ömer Bey'ciğim? Yakışmadı. "Bilmiyorum ki o kadar kadın tanımadım ben, siz daha iyi bilirsiniz. Müsaadenizle ben bir bizimkilere bakayım." Arkamdan "Daha maç başlamamıştı yalnız." dediğini duysam da dönüp bakmıyorum. Sadece sahada gol atıyorum sanıldıysa bu beni üzer. * Öğle yemeğinde Alp'lerle bir şekilde denk düşüyoruz, onlar da öğreniyor futbol turnuvası maceramızı. Aman sabahlar olmasın! Baldızlığı terk edemeyeceğim için prensiplerimi terk ediyorum. Onlar evlensin diye kendimi öldürüyorum.* Gelin tabi, siz de gelin maça. Sen de gel Marketing, eksik kalma Finans. Tam o düşmüş halimle Emre abim arıyor, akşam Serap ile dışarı çıkmak istiyorlarmış Ege'yi bana bıraksalar olur muymuş? Vur reis, düştüm ya hiç kaçırmayın fırsatı. Onunla da anlaşıyoruz, çocuğu bana bırakıp geçecekler gidecekleri yere. Sonrası yine öyle yoğun geçiyor ki abim arayana kadar çoktan çıkmış olmam gerektiğini fark etmiyorum bile. Muhtemelen Nehir de dalıp gittiği için o da fark etmiyor. Önümdeki yığına bakıyorum en az bir, bir buçuk saatim daha var; kat da epey boşalmış gözüküyor. Abime Ege'yi eve değil, buraya bırakmasını söylüyorum. Kendi işi düştüğü için gıkı çıkmıyor beyefendinin. Umduğumdan hızlı geliyorlar, Ege'yi güvenlikten geçirebilmek için aşağıya iniyorum. Nehir'e bilerek söylemiyorum, sürpriz olsun. İnşallah Ali de ordadır da, Nehir'in nasıl güzel bir anne olacağını görür biraz. Baksın baksın da eline çocuk yakışan kadın görsün. Benim kara civcivi görünce tüm yorgunluğum uçuyor gidiyor. "Hazaaaal!" diyerek bana doğru koşuyor minik ayaklarıyla. Yerde kapıp havada birkaç tur döndürüyorum kendisini, öyle seviyormuş çünkü. Bu yetmiyor tabi ki. Kahkahalarıyla bir daha diye bağırıyor. Seni mi kıracağım, canımın içi? Bomboş otoparkta bir tur daha dönüyoruz. "Nasılsın abiciğim?" diyerek hafifçe sarılıyor Emre abim biz biraz durulunca. "Sizi gördüm daha iyi oldum Emre Bey, sen de ne var ne yok?" "Bildiğin gibi, bu sıpanın elinde oyuncağız." dese de sevgiyle başından öpüyor Ege'nin. Babalık çok yakıştı ya. Tahta bulamayınca kulağımı çekip abimin kafasına vuruyorum, tamamen mecburiyetten. Ters ters bakınca açıklıyorum durumu, "Nazar olmayın diye abi ya, maşallah çok tatlı oldunuz." "Saçma saçma davranma kızım hadi Serap bekliyor beni, al şu çantayı bakalım. Ölmediğiniz sürece bizi aramayın." "Aman iyi be tamam, hadi ver. Selam söyle yengeciğime, yazıyorum bunları!" Göz kırpıp gidiyor Emre abim. Minik yeğenime dinlemeyeceğini bile bile açıklama yapıyorum. "Yukarıda çok ses yapmak, ağlamak yok; anlaştık mı bebeğim? Halanın hayatta kalabilmek için çalışması gerekiyor çünkü." Başını sallarken sallanan yanaklarından da hızlıca öpücük çalıyorum. Tam kapıdan geçerken güvenlik sektörünün duayeni ve best friendim İdris abi yakalıyor bizi. "Kız senin mi, bu uşak? Elinde de yüzük yok ama." Kaçar mı, kaçmaz. "Yok İdris abi, yeğenim Ege. Bende kalacak bu akşam ama işler bitmedi henüz, mecburen ofise geldi." "Haaa tamam o zaman. Bırak benle çocuğu, hava alsın sabi yazıktır." Kalmaz ki be İdris abi. Daha ben cevaplayamadan Ege iyice boynuma sarılıp ciyaklıyor. "Ben halamla gitçem!" Başımı yana yatırıp çaresizce gülümsüyorum, "Çok sağ ol abi, biraz yabani bizim uşak." "Aman iyi, kaçırmadık halani. Hayde git bakalım, götü boklu seni!" Hiç sevimliliğine güvenme Ege bey, böyle de harcar seni İdris abi. Kahkahalarımın arasından zar zor cevap verip ilerliyorum. "Kolay gelsin abi." "Ben tuvalete gidiyorum birkerem, tertemiz totom." diyen yeğenim içimi sımsıcak yapıyor. Erkekler, keşke hep böyle kalsanız. Üçten sonra çok bozuyorsunuz. "Onunla kalmadın ya, şakacıktan kızdı sana İdris abi halacığım." "Küstüm ben ona!" "Tamam, şimdi küs. Çıkarken konuşup barışırsınız, olur mu?" "Olur." Aynı ben değilse, ne? Nehir'lerin bölümüne gelince hızlı bir bakış atıyorum. Vallahi Ali burada, yesss be! Küçük suç ortağımı yere indiriyorum, ben de onun seviyesine eğiliyorum. "Nehir teyzen burada aşkım, hadi koş ona sürpriz yapalım!" "Yaşasın!" diyerek koşmaya başlıyor Ege. Sonrasına karışmıyorum, onları Ege'ye emanet edip masama dönüyorum. Ali de artık eşek değilse şu sevimli ikili karşısında bir çiçek çikolata alır, bir damat tıraşı olur. Henüz işler bitmeden topu geri fırlatıyor Nehir, Ege koşarak bizim bölüme giriş yapıyor. Anlamaz bunlar halacığım, gel sen. Küçük beyi yanıma oturtuyorum oturtmasına ama asla susmuyor. "O odalar ne hala?" "Neden öyle odadalar?" "Senin niye odan yok?" "Yönetici ne ki?" "Bir kere bile mi bakamam?" Katiyen susmuyor, bir yerden sonra cevap vermeyi bırakıp bileğe kuvvet hızlanıyorum. On dakika sonra artık olduğu kadar diyip bilgisayarı kapatıyorum. "Bitti mi ödevin, Hazal?" "Bitti işim aşkım, hadi evimize gidiyoruz artık." Açtığım kucağıma atlıyor. Gitmeden son bir Nehir'e bakıp uygunsa onu da bize çağıralım bari. Sakin sakin ilerlerken birden başlayan Ege'nin çığlıklarıyla gözlerimi eliyle işaret ettiği noktaya çeviriyorum. Bildiniz, Ömer Bey. "Hazal bak, odadan biri çıktı!" Ömer Bey avaz avaz kendisini işaret eden yeğenime kayıtsız kalmıyor tabi ki, bize doğru geliyor. Bir yandan o bir yandan Ege sıkıştırıyor. "Bizi de odaya alsınlar hala n'olur? Bir kerecik ya!" derken minik parmaklarıyla da bir yapıyor. "Biz evimize gidiyoruz artık Ege, lütfen ama." Söylediklerimi anlasın diye suratına ciddi ciddi bakıyorum, bana mısın demiyor. "Lüften Hazal, bir kerecik?" "Merhaba Hazal. Bu küçük adam ne istiyor, bakalım?" "Merhaba Ömer Bey, hiçbir şey istemiyor. Çıkıyorduk biz zaten, iyi akşamlar." "Ben de odaya girebilir miyim, Ömer Bey abi?" Ege'nin hitap şekline normalde bir saat aralıksız gülerdim muhtemelen ama şu halde sevimliden çok sinir bozucu gözüküyor küçük yeğenim gözüme. "Önce tanışalım, sonra olur. Ömer abi diyebilirsin bana." derken elini uzatıyor Ömer Bey. Bizimki adam yerine konulduğu için keyifleniyor, o da elini uzatıyor. "Ege ben de." "Memnun oldum Ege, Hazal'ın arkadaşı mısın sen?" Benim arkadaşım sanıldığı için kıkır kıkır gülüyor önce, sonra bana dönüp açıklıyor sıpa. "Hala bizi arkadaş sandı, duydun mu?" Dayanamayıp yanağından öpüyorum. Kan kusturuyor ama evlat işte. "Duydum aşkım, söyle de yanlış sanmasın bari." "O benim halam, ben de onun yiyeniyim." "Peki, o zaman. Sana odamda bir çikolata ısmarlayabilir miyim Ege?" diyerek kollarını uzatıyor Ömer Bey. Nasılsa Ege başkasının kucağına gitmeyi hayatta kabul etmez diye ağzımı açmadan bekliyorum. İki saniyede beni bırakıp Ömer Bey'in kucağına geçiş yapıyor küçük satıcı. Hangisine şaşıracağımı şaşırıyorum. Öyle bakıyorum arkalarından. "İstersen sen de gelebilirsin, Aymaz. Bir çikolatamızı ye." "Evet, hala istersen sen de gel!" * Merhaba, Ava giden avlanır diyebilir miyiz, Hazal Aymaz? Beğenirseniz yıldız çakın, yorumlarınız başımızın üzerine! Sevgiler, saygılar, yaldızlar, yıldızlar :*
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD