Nehir o akşam Ali ile yolculuklarını öyle şeker şerbet anlatıyor ki, bölüp de Ömer Bey'in yaptıklarından bahsedemiyorum. Evet, tamam ya... Normalde acımadan bölerdim de garip bir şekilde utanıyorum. Hayır hiçbir şey yapmadan günün sonunda utanan nasıl ben olabildim, acaba? Gerçi adamcağızın da kötü bir niyeti olmadığına eminim ama Nehir böyle bir olay karşısında sakin kalamaz. Annemlerin genleri aktifleşir. Bu yüzden teyzemin evladına hiç çaktırmadan çözüyorum olayı.
Bu kez tersten gidip eleyerek sonuca ulaşıyoruz. Kısaca başka çaremiz yok da denebilir. İlk Emir abim düşüyor. Kendisini ihtiyaç halinde, inşallah gerek kalmaz ama, Ali'yi kıskandırmada kullanacağım için maç çıkışları beni almaya çağıramıyorum. Emre abimi de gelirken Ege'yi de getireceğini bildiğimden ve Ege de Ömer Bey'i görürse sakince yoluna devam edemeyeceğinden çağıramıyorum. O pis köpek Ferhat da sevgilisi varken terli terli kadınların olduğu ortama gelemezmiş, sanki adamı saunaya çağırıyoruz. Hiçbiri olmayınca çözümü arabamı almadan ona buna kendimi bıraktırmada buluyorum, çünkü Ömer Bey gelmeyi bırakmıyor. Bir daha bana mesaj atmıyor ama maç boyunca bakışlarını üzerimde hissediyorum. Bu da yeni kazandığım bir skill, nur topu gibi maşallah (!).
Elimdeki datalar ile yapacak hiçbir şey olmadığı için asli task'ımla devam ediyorum. Sonraki üç maçı da kazanınca önce çeyrek finale, peşinden gelen iki galibiyetle de yarı finale adımızı yazdırıyoruz. Darısı Nehir'in ismini nikah defterlerine yazdırmaya, inşallah!
Bu akşam son maçı oynayacağımız ve hala bir yüzük göremediğimiz için kahvaltı planımı devreye sokuyorum. Mesleki deformasyon, riskten haz etmem. Elimde tepsimle masada bana ayrılan yere otururken karşımdaki Melek'e göz kırpıyorum.
"Eee kazanırsak bize ne ısmarlıyorsunuz bakalım?" diyorum Alp ve Ali'ye bakarak. Ekip arkadaşım hiç haberi yokken ekmeğime yağ sürüyor, sağ olsun. Alp; iyi bir insan olduğuna inanmaya başlıyorum, bunu koruyalım gözünü seveyim.
"Bu işler karşılıklı. Kazanırsanız biz, kaybederseniz siz yalnız kuş." Bir de şöyle seslenmese keşke.
"O nereden çıktı öyle?" Teklifsizce yanımıza oturan Uğur'dan geliyor on beş puan değerindeki soru. Daha dinlediğin şarkıların adını bilmiyorsun Uğur'cuğum, biz sana ne anlatıyoruz acaba? Alp ağzını açacak gibi olunca ona en kötü bakışlarımdan birini atıyorum, yerine siniyor.
"Önemli bir şey değil." diyorum hemen.
"İddia diyorduk, ödül diyorduk. Uzaklaşmayalım oralardan." Melek, sapan konuya bizi geri döndürüyor. Gelin değil de kız alıyoruz anneme, maşallah.
"Bu işin raconu baklavadır." diyor Ali. Lütfen sen fikrin sorulmadıkça konuşma damat, ağzından bir tane kendi yararına cümle çıkmaz mı insanın?
"O basit kaçar! Kaybedersek benden size pazar kahvaltısı, kazanırsak da eşek değilsiniz inşallah!" Son cümlemi özellikle Ali'ye bakarak kuruyorum. Ayağıma yandan yediğim tekmeyle Nehir'e dönüyor bakışlarım. Dudaklarımdan çıkmak isteyen haykırışı yutuyorum. Bu ne şimdi? Daha evlenmeden de kocam köylü olamazsın.
Hiç oralı olmuyorum, yiyorsa fikirlerini sesli dile getirsin. Bakışlarımı geri çeviriyorum, hadi artık ya! Olmuyor. O olmuyor, hadi onu geçiyorum. Olabileceklerden de en istemediğim olmak zorunda mıydı gerçekten? Yanıt Uğur'dan geliyor. "Kazanırsanız da kahvaltı benden."
Hay Allah'ım, Ya Rabbim! Güzel kardeşim, sen niye bu konunun öznesi oluyorsun? Çıldıracağım.
Bu akşam o sahaya kaybetmeye çıkacağız belli oldu. Hadi yine iyisiniz, heşteg şampiyon satın alma.
*
Bilgi Teknolojileri 2 - 4 Satın Alma
Ne yapmaya çalıştığımı anlasa da anlamlandıramayan Nehir'im ırmağım ve Melek, çalan ilk yarı düdüğüyle haklı olarak direkt benim yanıma geliyorlar.
"Ne oldu kızım, gözün kesmiyorsa pas atsana bana niye topu kuşlara çakıyorsun?" Nehir hanıma yanıma gelmek yeter mi? Yetmeeez. Üzerime üzerime de geliyor eş zamanlı. Murat Başaran Nankör çaldıramıyor muyuz hoparlörlerden, bir şey deneyeceğim de?
"Mevki mi değiştirsek acaba, yoruldun mu Hazal?" Şimdi öyle olduk demek, gelin hanım?
Neyse ki bunları düşündük de geldik, "İşle ilgili bir şeye takıldı kafam ya, panik yok ikinci yarı bizde."
Daha fazla soru soramasınlar diye bir tuvalete gideceğimi söyleyip yanlarından ayrılıyorum. En azından burada yalan söylemiş olmayayım diye gerçekten gidiyorum tuvaletlere, ama yüzüme bir su bile çarpamadan çıkıyorum. Doyamadılar ruj sürmelere. Uzaktan kestiğim kadarıyla benimkiler çocuklarla konuşuyorlar, bana ihtiyaç yok yani. Hemen yanlarına dönmek istemiyorum ama gidecek bir yerim de yok, soyunma kabinine mi kapatsam kendimi acaba?
"Neye canın sıkkın senin Aymaz?" Hiiih! Korkuyla yerimde sıçradıktan bir saniye sonra Ömer Bey olduğunu anlasam da, yüreğim ağzıma gelmiş bulunuyor bir kere. Elim damağımda dönüyorum ondan tarafa.
"İyi misin, su falan getireyim mi Hazal?" diyor halimi görünce, telaşla.
"Yok, gerek yok Ömer Bey. Ben siz birden seslenince öyle...Geçti ama, iyiyim şimdi." Kocaman da gülümsüyorum, ikna olsun diye. Koskoca yönetici adam, bana su mu getirsin bir de canım?
"Kusura bakma lütfen, ben daldığını fark edemedim." derken ikna olmuş ve pişman gözüküyor.
"Hiç önemli değil." Kafamı da iki yana sallıyorum hiç ihtiyaç olmamasına rağmen. Duyduğunu anlayacak kadar zeki bir adam olduğuna eminim.
"Başka bir problem yok, değil mi? Sahada da dalgındın?" Daha ciddi bir ses tonuyla soruyor bu kez. Anlatılır bir yanı olsa bu ses tonuna benden alamayacağı çok az bilgi var. Ama hiç oluru yok, her iki anlamda da yok.
"Hiçbir sorun yok, teşekkür ederim ilginiz için. Ben kızların yanına döneyim artık." Kısa bir an duraksıyor.
"Dön bakalım. Ben ikinci yarıya kalamayacağım, sonra kutlarız artık." Göz kırptıktan sonra önümden yavaşça çekilip yolumu açıyor. İkinci yarıya kalamamasının sebebinin az önceki konuşmamız olduğunu fısıldıyor bir yanım. Bana mı kırıldı? Tadını mı kaçırdım? Tam dayanamayıp soracakken dudağımı ısırıyorum, saçmalama! İşi varmış adamın. Gecenin bu saatinde ne işi varsa artık? Ve bundan bana neyse?
"Tabi, görüşürüz yarın."
"Görüşürüz, Aymaz."
*
Maçı 6-5 kaybediyoruz, ama nasıl kaybediyoruz bir de bana sorulması gerekiyor. Kazanan takımın oyuncularının benim kadar yorulmadığına eminim. Nehir hariç herkes birbirini teselli etmenin ve pazar kahvaltısında bana acı çektirmenin peşinden gidiyor. Nehir ise bir terslik olduğundan artık emin. En az yirmi yedi yıllık bir hukukumuz göz önünde bulundurulunca, normal.
Ben de, yalan da sayılmaz, Uğur'da kahvaltı yapmaktansa kaybetmeyi tercih ettiğimizi söylüyorum. Bir de işlere kafamın takıldığından bahsediyorum, yanii... Eğer yöneticinize kafanızın takılması işlerden sayılıyorsa, buna da doğru diyebiliriz belki? Üzerime çöken bu kasvetli ruh haline acıyıp çevirmeyi yarıda kesiyor, aracın arkasına birlikte geçip itiyoruz. İşte Nehir Gündüz, hoş geldin kuzen! İyi ki geldin.
Ömer Bey ile maçın kaç kaç bittiğine dair kısa bir sohbet ediyoruz sadece. Onu bile herkes avaz avaz bağırdığı için ayıp olmasın diye soruyor bence. Ne yaptım ya? Küs müyüz diye yakasına yapışacağım şimdi. Sonra pazartesi sabahı giriş kartımı okumayacak hiçbir makine. Bingo, kovuldunuz!
Rolleri değiştirmişiz gibi Nehir türlü şaklabanlıklar yapıyor öğle arasında, işime geliyor açıkçası. Hem Ali'yi büyülüyor hem beni rahatlatıyor, bir taşla iki kuş. Öğleden sonrayı biraz daha sakin bitiriyorum böylece. Yarın zaten kuafördü, hazırlıktı tonla işimiz var. Krizi fırsata çevirmedim sanılırsa bu beni derinden yaralar. Hazır Nehir üzerime titriyorken onu sözde bana "moral kuaförüne" ve akşam yardım için bende kalmaya ikna ettim. İnanın, böyle mükemmel olmayı ben seçmedim.
Ömer Bey niye hala çıkmadı diye odasının kapısına bakmayı da ben seçmedim, evet. "Hadi ben kaçar! Poğaçaları pastaneden almak yok, ellerinle yapacaksın bak." diye bağıran Alp ile kapının arkasını görmeye çalışmaktan vazgeçiyorum. Şükürler olsun!
"Sen beni hiç tanımıyorsun daha, iki dakikalık işler bunlar benim için." Cümlem biter bitmez açılıyor Ömer Bey'in kapısı, isteyince olmaz.
Alp de hiç önüne bakmadığı için langur lungur konuşuyor, "Göreceğiz bakalım, yumurtam da göz olsun."
"Hayırdır Alp?" diyen Ömer Bey'le sırıtmasını kesip kendini toparlıyor Alp ama iş işten geçti bir kere.
"Bir şey yok Ömer Bey, pazar günü Hazal'a kahvaltıya gideceğiz de." Anlat anlat, çekinme Alp.
"Öyle mi Aymaz?" Bunu söylerken bana dönüyor, Alp de fırsat bu fırsat sıvışıyor. Gidişin olsun da dönüşün olmasın, e mi Alp?
"Öyle gözüküyor, Ömer Bey." diyorum çaresiz. Ellerini ceplerine sokup iyice yakınıma geliyor.
"Bu kez adet yerini bulsun diye bile mi çağırılmadım?" Acıttı.
"Öyle çağırmamıştım, biliyorsunuz. Maçta yenilince iddiayı kaybettik, o yüzden gelecekler pazar günü de."
"Anladım, peki o zaman. İyi hafta sonları." Daha iki adım atmışken, artık gelmeyeceğini bilmeme rağmen, sormadan edemiyorum.
"Gelirseniz çok sevinirim aslında, Ömer Bey?" Bunun kurduğum bir milyon cümle içinde, tek doğru olması...
Bana doğru dönüyor, "O kadar da yüzsüz değilim, Aymaz." Gülümseyerek göz kırpsa da, ciddi olduğunu ikimiz de biliyoruz.
Az önce acıttı mı demiştim, daha hiçbir şey görmemişim meğer. Söyleyecek bir şey bulamıyorum, o da bir cevap beklemiyor zaten.
İyi bok yedin Hazal!
*
"İnşallah Uğur'un başına çok iyi bir şey gelir de kahvaltıya gelemez!" diye bağırıyorum içerideki Nehir de duysun da bir amin desin diye.
"O ne değişik dua kızım? Bir insanın başına kahvaltıya gelmeyecek kadar çok iyi (!) ne gelebilir? "
İkinci posta patatesleri tavaya atarken gören olmasa bile omuz silkiyorum, "Kötülük mü isteyeyim, ne yapayım?"
Mutfağa geri dönüyor bu sırada Nehir. Dün iyi ki kuaföre gitmişiz. "Bu boy sana çok yakıştı ya, maşallah subhanallah! Nazar değmesin, totonu kaşı."
Gülerek saçmalama dese de dayanamayıp poposunu kaşıyor, "Sana da kakül çok iyi oldu, iyi ki beni dinlememişsin."
Elimle henüz alışamadığım öndeki kısa saçlarımı dağıtıyorum, "Bilmiyorum ya, biraz çocuk gibi mi oldum acaba?"
Kafasını iki yana sallıyor, "Fıstık gibi oldun, fıstık."
"Aman neyse ne, beni boş verelim. Masa tamam mıdır?" Benim artık kaybedecek bir şeyim yok.
"Aynen, masa hazır. Piştin o ocağın başında, git bir soluklan ben tamamlarım." Yerime geçmeye çalışan teyzemin evladına ters ters bakıyorum. Bırakayım da sucuklu yumurta gibi mi kok adama? Sana baktıkça dev bir patates mi görsün? Ölürüm daha iyi.
"Yoook, ben sonra Hazal da her şeyi Nehir'e yaptırmış dedirtmem! Git sen tuvaletteki havluları değiştir. Hadi sarı şekerim, bal peteğim, en sevdiğim kuzenim benim."
"Deli ya! Keyfin bilir." O banyoya geçerken rahat bir nefes alıyorum. Siz hiç parmağınızı kıpırdatmaya bile mecaliniz yokken patates kızartıp göz yumurta kırdınız mı? Ben kırdım Cemal Bey, hem yumurtayı hem kalbini.
*
Merhaba,
O nazın oranı fazla oldu Hazal'cığım, onu bi' şey edelim lütfen :)
Beğenirseniz yıldız çakın, yorumlarınız başımın üzerinde!
Sevgiler, saygılar, yaldızlar ve yıldızlar :*