Güneş yüksekten süzülürken
İkisi hâlâ çimlerin üzerinde, birbirine sarılmış haldeydi. İlk defa yaşadıkları yoğun haz, bedenlerinden zihnine kadar yayılmış, her zerrelerini titretmişti. Göz göze geldiklerinde kelimelere gerek yoktu sadece birbirlerinin varlığını, sıcaklığını ve dokunuşlarını hissedebiliyorlardı.
Meva yavaşça Araf’ın göğsüne yaslandı. Kalbinin hâlâ düzensiz bir hızla attığını, nefesinin her çıkışında hâlâ bedeninin içinde küçük kıvılcımlar oluşturduğunu fark etti. Ellerinin arasındaki temas, gözlerini kapattığında bile tüm bedeninde yankılanıyordu. Hafif titreyen parmakları Araf’ın omuzlarında duruyor, bedeninin her noktasında bir sıcaklık dalgası dolaşıyordu.
Araf, Meva’nın saç tellerini parmaklarının arasından geçirirken, gözleriyle sessizce onu taradı. Bu bakış, sadece arzuyu değil, bir koruma ve teslimiyet hissini de taşıyordu. Zaman durmuş gibiydi dünya sadece onların nefeslerinin ve kalp atışlarının ritminde var oluyordu.
Sessizlik uzadıkça, Meva zihninde aniden düşünceler patlamaya başladı geçit, gücü, sorumluluk. Ama hepsi hâlâ uzak, bulanık bir pus gibi. Şu an tek gerçek, Araf’ın sıcaklığı ve ilk defa hissettiği bu yoğun bağdı.
Bir süre, sessizliğin içinde sadece nefesleri, çimlerin hışırtısı ve uzaklardan gelen gölün uğultusu vardı. Bedensel haz, yavaş yavaş yerini hafif bir yorgunluk ve derin bir sakinliğe bırakıyordu.
Meva, gözlerini kapattı ve bir anlığına sadece hissetmeye odaklandı her nefes, her dokunuş, her ritim. Hepsi birlikte, onları birbirine bağlayan görünmez bir enerji ağı oluşturuyordu.
Ve o an, ikisi de biliyordu ki, yaşadıkları sadece bir başlangıçtı her ne olursa olsun, bu bağ artık kopamayacak kadar derindi.
Meva, Araf’ın sıcak gölgesinde gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.
“Bu her şeyi daha da karmaşık hâle getiriyor,” sesi hâlâ titrek ama sakinleşmişti.
Araf başını eğdi, parmakları Meva’nın elini sıkıca kavradı.
“Evet ama birlikteyken, üstesinden gelebiliriz. Yavaş yavaş, adım adım.”
Meva gözlerini açtı ve gökyüzüne baktı. “Geçit hâlâ tehlikeli, değil mi?”
Araf bakışlarını ufka çevirdi, gölün üzerindeki hafif dalgalara gözlerini gezdirdi.
“Evet. Ama bugün duralım. Önce hissetmeliyiz, birbirimizi ve gücünü.
Meva başını Araf’ın omzuna yasladı. “Belki de önce kendime inanmalıyım.”
Ve öylece, güneş yükselirken sessizlik içinde birbirlerine yakın durdular geçitin tehlikeli çağrısını aralarında hissediyor ama karar hâlâ erteleniyordu.
Araf derin bir nefes aldı, gözleri ufukta dalgalanan güneş ışığında kaybolurken, Meva’nın ela gözlerine baktı. Orada kaybolmak, sonsuza kadar kalmak istiyordu. Güven veren bir ses tonuyla fısıldadı;
“Avcı hâlâ peşinde. Önceki hamleyi atlattık ama geri gelecek. Dikkatli olmalıyız.”
Meva tedirgin bir titreme hissetti ama Araf’ın yanında olmanın verdiği güvenle, nefesini yavaşça dengeledi. Geçit açık, avcının varlığı hâlâ uzaktaydı ama şimdi aralarındaki bağ, onları bu tehlikenin karşısında da güçlü kılıyordu.
Sessizliği bozan adım sesleriyle. Arafın gözleri karşıdan gelen kişiye döndü.
Siyah üniformalı bir muhafız, kararlı ama sakin adımlarla yanlarına geldi. Araf’ın yanına ulaştığında durdu ve kısa bir selam verdi.
“Efendim'' White Krallığı’ndan bir mesaj var,” zarfı Araf’a uzattı.
Araf , mühürlü parşömeni açtı ve kısa bir bakış attı. İçinden çıkan parşömen, belli belirsiz eski bir dilde yazılmıştı, eski runik semboller ve kelimelerle doluydu.
Muhafız tekrar selam vererek yanlarından ayrıldı.
Meva, gözlerini parşömene dikti ama hiçbir şey anlayamadı. “Bu.. ne yazıyor?” diye sordu, sesi merak ve biraz endişe karışımıydı.
Araf, parşömeni dikkatle inceledi, ardından Meva’ya döndü.
“Eski White yazısı senin dilin değil,” dedi. Parmaklarıyla sembolleri işaret ederek çeviriye başladı.
“Prensesimiz, olması gereken yerden uzakta.
White Krallığı senin gelişinden haberdar dikkatle izleniyorsun.
Işığın olması gerektiği yer White’dir..
Geçmişin gölgeleri hâlâ harekette.
Kendi yolunu seçmekte özgürsün ama unutma burada olmadığın sürece gözler üzerindedir.''
Meva bir an durdu, sonra Araf’a baktı. “Yani White Krallığı, benim burada olduğumu biliyor?”
Araf başını salladı. “Evet. Bunu gizlemek mümkün değildi.
Meva parşömenin çevirisini düşündü. “Demek ışığımın olması gereken yer White Ama neden şimdi? Önceden dünyaya gönderildim, neden bu kadar önemli oldum sadece şimdi?”
Araf derin bir nefes aldı, gölün üzerindeki hafif dalgalara bakarak konuştu. “White Krallığı için ışığın stratejik bir değer taşıması zamanla değişti. Önceden seni dünyaya göndermelerinin amacı, Kehanetin senin güçünün büyüklüğünü anlatmasaydı onların yıkımı olacağını düşündüler.
Ama sen bu evrendeyken ışığın kaynağı çoğaldı ve güçlendi yani senin bir yıkım değil kurtuluş olduğunu anladılar.
Ama artık ışığın kendisi, White’ın planları için kritik bir kaynak.”
Meva hüzünlü gözlerle yere baktı derin bir nefes alarak iç çekti.
Burda bütün bu karmaşanın ortasında kaşmış ne yapacağını bilmiyordu yanında sadece artık hislerini gizleyemediği Araf vardı.
Başını kaldırıp ona baktı ela gözleri koyu gözlerinin içinde dalgalanıyordu.
Düz bir sesle
“Yani beni tekrar White’da görmek istemelerinin nedeni sadece kendi çıkarları. Benim iyiliğim için değil.''
Araf Meva’nın nekadar üzüldüğünü bilsede
başını salladı Gerçeklere hakim olması gerektiğini düşünüyordu.
Kesinlikle ve şimdi seni burada, benimle bırakmaları hem tehlikeli hem de planlarına ters.
Işığın burada kalması, onları rahatsız eder. Artık seni kendi topraklarında bulundurmaları gerekiyor.”
Meva derin bir nefes aldı, kararlı bir sesle konuştu. “O zaman bu kez sadece beklemeyeceğim. White Krallığı’nın planları için değil, kendi yolum için hareket edeceğim. Onların çıkarlarına alet olmayacağım.”
Araf, Meva’nın kararlılığını sessiz bir gururla izledi. Gözlerinde ilk kez, içindeki ışıkla birlikte büyüyen bir özgürlük parlıyordu. Ama o parıltının içinde acı da vardı yılların cevapsızlığı, terk edilişi, neden sorusunun ağırlığı.
Araf elini Meva’nın çenesine hafifçe dokundurdu, gözlerini onun gözlerine sabitledi.
“White seni geri çağırıyorsa bu, artık seni kontrol edemedikleri anlamına gelir,” dedi. “Kontrol edemediklerini ya yok etmeye ya da sahiplenmeye çalışırlar.”
Meva’nın kalbi bir an durdu.
“Sahiplenmek” diye tekrarladı, yutkunarak.
“Meva için nekadar acı bir cümleydi bebekken attıkları çoçuklarını şimdi sahiplenmek istiyorlardı.
Araf’ın sesi karardı.
“Ve ben” bir an durdu, düşüncelerini bastırmaya çalışarak
“seni onların ellerine asla teslim etmeyeceğim.”
Sözler ağırdı.
Yemin gibiydi.
Ve tehlikeliydi.
Meva, Araf’ın parmaklarına kendi parmaklarını kenetledi.
“Ama gitmem gerekirse?”
“White’a, geçmişime, cevaplarıma her şeye yüzleşmek için.”
Araf’ın gözlerinde bir an gölge kıpırdadı.
Kıskançlık değildi.
Korku da değildi.
O, savaşın başlamadan önceki sessizliğiydi.
“Gitmen gerekirse,” dedi, sesi neredeyse boğuk,
“Yanında ben olacağım.”
Meva şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. “Sen White’a mı geleceksin?”
Araf hafifçe gülümsedi ama o gülüşün altında bir karanlık kıpırdıyordu.
“White, karanlıktan hoşlanmaz. Ama seni yanlarında tutmak için bana karşı gelmeye kalkarlarsa karanlığın ne olduğunu hatırlarlar.”
Meva’nın kalbi kendini hissettirdi.
O an bir şey değişti.
Sadece duygu değil kader sanki yön değiştirdi.
Rüzgâr üzerinden geçtiğinde, parşömenin ucundaki köşeler hafifçe titredi. Sanki içindeki eski yazı bile huzursuzdu.
Meva derin bir nefes aldı, Araf’ın gözlerine kararlılıkla baktı
“O zaman önce gerçek bir plan yapmamız gerekiyor,”
“Onların beni neden istediklerini biliyorum. Ama neden şimdi? Neden bu kadar ısrarcılar? Bunu öğrenmeden adım atamam.”
Araf başını eğdi.
“White güçsüzleşiyor,” dedi, sonunda saklamaktan vazgeçerek.
“Son yıllarda ışık kaynaklar sönüyor, sınır büyüleri zayıflıyor. Işığın kaynağı sensin.
Meva’nın yüzü gerildi. “Yani beni bir güç kaynağı gibi kullanmak istiyorlar.”
Araf başını sertçe salladı.
“Evet. Ve White’ın ışığı güçsüzleştiyse, seni geri almak için ne kadar ileri gideceklerini bilemeyiz.”
Tam o anda..
Uzaklardan, ormanın içinden ince bir tıslama duyuldu.
Hava bir an titreşti.
Gölün suları dalgalanıyor şekil değiştiriyordu. Zarar vermeyen ama varlığını hissettiren yogun rüzgar Mevanın saçlarını dalgalandırıyordu.
Araf anında doğruldu. Gölgesinden siyah enerji bir nefes gibi yükseldi.
“Bu avcı değil,” gözlerini kısmış karşıya bakıyordu.
“Bu, White’ın iz sürme büyüsü.”
Meva yerinden kalktı, kalbi hızla çarpmaya başladı.
Araf, Meva’yı kolundan çekip kendine doğru yaklaştırdı, sesi sert ama sakin.
“Sadece nerede olduğunu anlamaya çalışıyorlar. Ama bu büyü çok güçlü. Çok yakın.”
Toprakta beliren ince ışık çizgisi, sanki bir göz gibi açılıp kapandı.
Etrafı aydınlatıyor göz kamaştırıyordu.
Meva’nın içinden ürperten bir soğukluk geçti.
Araf onun elini tuttu, avucunun içine sıcaklığını verdi.
“Bugünlük bu kadar,” dedi. “Bu, bir uyarıydı. White sabırlı değil ve artık beklemiyor.”
Meva gözlerini kapadı.
Kaderinin gölgesi yaklaşırken, sadece bir şeyden emindi
Bu kez kimsenin oyuncağı olmayacaktı.
Gözlerini açtı, Araf’a döndü.
“Savaşı onlar başlattıysa”
Bakışları karanlığın efendisinin gözlerinde kilitlendi.
“Bitiren biz olacağız.”