Ölüm Berdeli
Hüma'dan...
Ben Hüma.
Kaderin sert oyunu daha doğduğumda yüzüme sert bir tokat gibi çarpmıştı. Annem beni doğururken, babam kaza geçirip ölmüştü. Aynı zamanda ben doğarken babam da ölmüştü. Bir evde aynı anda hem sevinç hem de hüzün yaşanmıştı. Yani ben babasız annem de kocasız bir şekilde hayatına devam etmek zorunda kalmıştı.
Kadiroğlu Konağında üstelik.
Babam ölünce annemin soyadını almıştım ama laf söz olmuştu tabi. İşte tam da bu yüzden devreye Halil Kadiroğlu girmişti.
Konağın sahibi Halil amca laf söz olmasın deyip kendi soyadını vermişti bana. Karısı cehenneme çevirmişti ortalığı tabi. Haklıydı da ama bu cehennemin ateşi en çok annemle beni yakmıştı.
Gülendam hanım bizden nefret ederek geçirmişti tüm günlerini.
Aldırış etmedim. Anneme zorluk çıkarsa da o konakta hizmetçi olarak çalışmaya devam etmiştik. Tabi sadece annem çalışıyordu ama okulumdan kalan vakitlerde ona yardım ediyordum.
Hukuk fakültesini bitireli iki sene olmuştu ama çalışamıyordum tabi. Çünkü Gülendam hanım da kocası da buna şiddetle karşı çıkmıştı.
Kadın kısmı çalışmaz, evlenir ve kocasını bekler demişlerdi. Okumama zaten zorla izin almışken çalışmama izin koparamamıştım.
Ya evlenirsin kocan ne derse o olur, ya da dizimizin dibinde çalışmaya devam edersin demişlerdi ve ben ikinci ihtimali seçmek zorunda kalmıştım.
Ve bir gün yine mutfakta vakit geçirirken annem mutfağa girdi. "Bıktım yemin ediyorum şu Gülendam belasından."
Bulaşıkları yıkamayı bırakıp anneme döndüm. "Yine ne diyor?"
"Kahvesinde şeker yokmuş hanımefendinin. Yav efendim sen demedin mi sade içerim diye. Ne şekerlisi?" nefesini bırakıp tezgaha yaklaştı.
"Sen bırak, ben yapar götürürüm."
"Yoruldun kızım sen de. Ben hallederim hemen."
"Yok anne yok. Bu kadının seninle uğraşası gelmiş bugün. Gideyim de benimle de uğraşsın biraz bakalım."
Güldü. "Kadına ağır şeyler söyleme. Sonra Halil ağaya mahcup oluyorum."
"Tamam anne." kahveyi çıkarıp tek şekerli bir kahve yapmaya başladım.
"Şu haline bak. Hukuk fakültesini bitirdin ama bu derme çatma mutfakta kölelik yapıyorsun."
"Ne köleliği annem? İşimiz bu bizim."
"Benim işim kızım. Sen çalıştığının karşılığını almıyorsun. Bana yardım edeceksin diye tüm günün burada geçiyor."
"Anne sanki sana yardım etmesem dışarı çıkmama izin mi verecekler? Boşver. Benim de kafam dağılıyor hem."
"Öyle de..." Arkamı döndüm.
"Ben böyle iyiyim annecim. Beni düşünme." kahvenin altını kapatıp fincana boşalttım. Yanına da bir bardak su koyup mutfaktan çıktım. Konağın merdivenlerini yavaş yavaş çıkarken Gülendam hanımın konuşmasını duydum.
Avluda oturmuş kocası ile laflıyordu ama ismimizin geçtiğini duyunca durdum. "Daha ne kadar bakacağız bu kıza? Yetmiyormuş gibi bir de soyadımızı verdik. Bizim sırtımızdan geçinip gidiyor."
"Yav kadın bir sus artık! Yav yalnızca anası maaş alıyor ama ikisi de çalışıyor. Hâlâ ne takıksın sen bunlara? Sus artık!"
"Neden takıldığımı çok iyi biliyorsun sen de Halil! Her yerde laf söz oldu, herkes ağanın peydah ettiği çocuk diyor ona!"
Duyduğum sözlerle sinirlerime hakim olamadım. Tepsi elimden kayıp düşerken ikisi de merdivenlere dönmüştü.
Önemsemeden merdivenleri çıkıp Gülendam hanımın karşısına geçtim. "Öyle bir şey yok. Siz de çok iyi biliyorsunuz. Annemin yanında da böyle konuşmayın lütfen."
"Hadi ya." tek kaşını kaldırıp ayağa kalktı. "Başka emrin var mı senin?"
"Emir değil. Rica olarak kabul edin. Ve bizden bu yüzden nefret ediyorsanız da eğer bu soyadı benim seçmediğimi hatırlayın." sanki tüm bunlar benim suçummuş gibi, annemin suçuymuş gibi davranmasından bıkmıştım artık.
"Şuna da bak hele. Yosma seni. Defol git gözüm görmesin seni!"
"Benimle böyle konuşmaya hakkınız yok. Siz kimsiniz de benimle böyle konuşuyorsunuz! Ben sizin çalışanınız bile değilim." dediğinde hiddetle ayağa kalktı.
Elini kaldırdığında geri çekildim ama tokat hiç beklemediğim yerden gelmişti. Halil bey ne ara gelip bana vurmuştu anlamadım. Şu an tek hissettiğim yanağımdaki acıyken elimi yanağıma götürüp Halil beye döndüm.
"Bir daha karıma sesini yükseltme! Duydun mu beni?"
Duydum. Duymaz olsaydım, sizin gibi insanlarla yaşamıyor olsaydım.
"Allah hepinizin belasını versin!" deyip arkamı döndüm.
"Hüma gel buraya!"
Duymazdan gelip merdivenleri hızlıca indim. Dış kapıyı açıp dışarı çıktığım gibi hıçkırdım. "Allahın belası!" deyip yanağımı tuttum. Öyle sert vurmuştu ki acıdan zonkluyordu. Nefesim kesildi. Dayanamadım.
Ağlamamak için kendimi zor tutarken hızlı hızlı yürüdüm. Buradan, bu konaktan bir an önce uzaklaşmak istiyordum.
Ben annemi nasıl çıkaracaktım buradan? Ona o kadar çok söyledim ki, kalk gidelim ya dedim. Dinlemedi. İnatla burada kalmamız gerektiğini söyledi. Ayıp olurmuş Halil beyine.
Ayıp olsun! Varsın ona ayıp olsun da biz yıllardır çektiğimiz bu eziyetten kurtulalım artık.
"Hayvan herif!" sokakta kendimi kaybetmiş bir şekilde yürürken korna sesiyle kendime gelip durdu.
Araba resmen dibimde durduğunda nefesimi tuttum. Korkudan bir anlık öteki tarafa gidip gelmiştim resmen.
Ölüyordun aptal. Az kalsın ölüyordun.
Derin bir nefes alıp bir adım geri çekildiğimde arabanın kapısı açıldı. İçinden yaşlı bir adam çıkıp bana döndü. "Önüne baksana kızım. Ölmek mi istiyorsun?"
Başımı olumsuzca salladım. "Pardon." derken gözüm arkadaki arabalara kaydı. Bu arabanın arkasında üç siyah araba daha vardı.
"Ne pardonu? Ölüp kalsan pardon mu kurtaracak seni?"
Nefesimi bıraktım. "Görmedim. Kusura bakmayın." deyip konuyu kapatmak isterken arabadan biri daha indi.
Daha genç biri. Uzun, siyah saçlı, koyu kahverengi gözleri olan bir adam indi. Kemersiz burnu, kıvrımlı dudaklarıyla yunan heykellerini andırırken ona uzun uzun baktım.
Sertti. Kaşlarını çatmış ve azrailmiş gibi havalar keserken simsiyah giyimiyle oldukça dikkat çekici bir adam.
Yaşlı adamın sesiyle ona döndüm. "Kadiroğlu konağını biliyor musun sen?"
Dur biraz. Önümde dört araba var. İçinde böyle heybetli adamlar ve muhtemelen silahları da vardı. Zaten silah taşımayan birini de görmemiştim henüz.
Ve bu adamlar bana Kadiroğlu konağını mı soruyordu?
"Bilmiyorum. Hiç duymadım da görmedim de." dedim panikle. "Çarpmadığınız için teşekkürler." deyip aceleyle adımladım.
Annem o konakta benim.
"Neden geldiğin yöne geri dönüyorsun?" dedi diğer adam.
Başımı çevirip ona bakarken yüzümü inceledi. Gözleri yanağıma kaydığında başımı çevirip saçlarımla yanağımı gizledim. Yüzüne bakmadan konuştum. "Sizi ilgilendirdiğini hiç sanmıyorum." deyip arkamı döndüm ve hızlıca adımladım.
Off, keşke onlara yanlış adres verseydim. Annem o evdeydi. Annemi konaktan çıkarmalıydım çünkü bu adamlar asla güvenli değildi.
Asla.
Hızlıca adımladım. Sonra da koşmaya başladım. Zaten çok uzaklaşmamıştım. Bir kaç dakika sonra konağın kapısını açıp içeri girdim.
"Anne!" diye bağırıp mutfağa geçtim. Mutfak boştu. "Anne?"
Etrafa bakındım. Odalarımıza bakındım. Ya nereye kayboldu bu kadın?
Nefesimi bırakıp tekrar avluya çıktığımda kapı aniden açıldı. Dışarıda iki tane koruma olmasına rağmen az önceki adamlar ellerini kollarını sallaya sallaya içeri girdi.
O yaşlı adam ve diğer adam da içeri girdiğinde ikisi de bana döndü.
Hay... Ne yapacağım şimdi ben? Bu adamlar hiç tekin insanlara benzemiyorlar. Öldün kızım sen, öldün.
"Bak sen..." diye mırıldandı genç olan. Üzerime doğru gelmeye başladığında arkamı dönüp hızlıca adımladım. Benim annemi bulmam lazımdı.
Kolumdan tutulduğumda durmak zorunda kaldım. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. "Demek Kadiroğlu konağının yerini bilmiyorsun küçük yalancı." dediğinde ona döndüm.
"Bırak kolumu hemen! Sana hesap vermek zorunda değilim ben."
"Tabi canım. Öyle olsun." diye mırıldanıp yaklaştı. "Halil nerede?"
Kaşlarımı çattım. "Ne yapacaksın onu?"
"Seni ilgilendirir mi?"
Hayır, annem dışında kimse beni ilgilendirmiyor. Ben annemi bulmalıyım. "İlgilendirmiyor. Yukarıdaydı en son. Salona bakın." deyip elimi kurtardım. Gerçekten hiç umrumda değildi. Ondan da kurtulduğum gibi arkamı dönüp adımladım. Annem burada değilse herhalde konağın arka tarafındaydı. Bir de oraya bakayım dedim.
Neyse ki o adam peşimden gelmedi. Ben de annemi ardiyede buldum. "Anne?" dediğimde başını çevirip bana baktı. "Seni arıyordum her yerde."
"Bir şey mi oldu kızım?"
Başımı olumsuzca salladım. "Olmadı da, ne bileyim. Eve tekinsiz adamlar geldi. Halil ağayı sordular işte. Anne biz en iyisi biraz burada kalalım. O adamları gözüm hiç tutmadı."
"Allah Allah, kim ki onlar?"
Omuz silktim. "Bilmiyorum. Halil yine kimin canını yaktıysa artık."
"Halil ağa bir şey yapmaz. Ne yaptıysa hep o oğlu yüzünden oluyor."
"Aman anne, koruyup durma şu adamı sen de." diye mırıldandım.
Ardiyenin kapısı açıldı. Şoför Selim abi geldi. "Ya, yukarıdaki adamlar kim?" dedi merakla.
"Bilmiyorum." dedim.
Başını salladı. "Hüma, başım çok ağrıyor ya. Bana bir kahve yapar mısın?" dedi.
Başımı salladım. "Tamam abi, yaparım hemen şimdi ben." deyip anneme döndüm. "Sen burada bekle. Hemen döneceğim."
"Zaten burayı toplayacağım. Sen de çabuk ol."
"Tamamdır." deyip ardiyeden çıktım. Hızlıca mutfağa geçtim. Yukarıdan bir kaç takırtı geliyordu ama önemsemedim. Fincanı ve cezveyi çıkardım.
"Senin yaptığın kahve de ayrı lezzetli oluyor." dediğinde gülümsedim.
"Eee, anca kahve yapıyorum bütün gün. Ne olsun?"
"Kendini küçümseme. Her şeye sen koşturuyorsun annen yorulmasın diye. Görüyorum ben."
Nefesimi bıraktım. Bir tek herhalde Selim abi görüyordu. Gülendam hanım çünkü hâlâ işe yaramaz olduğumu düşünüyordu.
Canıma yetti ama. Bugün annemle konuşacaktım. Baya bir birikmiş paramız vardı. Taşınalım, gidelim buradan. Ben de işimi elime alırdım. Gül gibi geçinip giderdik işte.
"Aman abi. Kadir kıymet bilen de yok zaten. O kadar çalışıyoruz ama boş." dediğimde yaklaştı.
"İzin ver kurtarayım seni bu durumdan." dediğinde başımı çevirip ona baktım. Göz bebekleri bile titriyordu aceleyle yüzüme, vücuduma bakarken.
İstemsizce geri çekildim. "Anlamadım Selim abi?"
"Abi demeyi bıraktığın gün anlarsın belki." deyip bileğimi tuttuğunda hızlıca elimi çektim.
"Ben annemin yanına gidiyorum. Kahveni de sen yap. Bir daha da sakın karşıma çıkıp bana aptal aptal şeyler söyleme." dedim aceleyle.
Delinin zoruna bak. Abi diyorum ya ben sana. Kendimi bildim bileli abi diyorum ben sana. Bu nasıl bir yaklaşım?
Öfkeyle soluyup mutfaktan çıkacakken önüme geçip kapıyı kapattı. "Ne yapıyorsun sen Selim abi? Delirdin mi?"
"Abi yok. Abi demek yok artık Hüma. Şimdi sana bunu iyi bir öğreteceğim." deyip üzerime gelmeye başladı. "Artık kaçacak yerin yok."
~ ~ ~ ~ ~
Alaz'dan...
Babamın bir adım arkasında Halil'e bakıyordum. İt gibi titriyordu. Bir Taşkın karşısında bir şey yapamayacağını çok iyi biliyordu çünkü.
"Ne demek ağam?" dedi babama. "Benim oğlum kız kaçırmaz. Hadi kaçırdı, sizden korkar. Sizin kızı kaçırmaz."
"Kaçırdı lan ama it!" diye bağırdığında karısı korkarak sindi yerine. "Bizim töremizde bunun cezası da bellidir." deyip belinden silahı çıkardı. "Feride'me karşılık canın." dediğinde ellerimi arkada birleştirdim. İzlemesi keyifli olacaktı.
"Ağam durasın hele." dedi. Ayağa kalktığında babam silahı doğrulttu. "Töreyi bilirim. Bunun cezası da ölüm değil berdeldir."
Babam histerik bir kahkaha attı. "Lan ne berdeli? Senin bir kızın mı var sanki?"
İyi ki yoktu. İyi ki de yoktu. Evin tek bekar oğlu olduğum için benim başım yanardı kesin. Leyla varken de bir başka kadın bana yalnızca ceza olurdu.
"Var ağam." dediğinde hepimiz şaşırmıştık. Karısı da dahil.
"Ne diyorsun sen Halil?"
"Karışma sen." dedi panikle. Babama yönelik konuşmaya devam etti. "Evdeki hizmetçinin kızı. Benim öz kızımdır." dedi.
Hizmetçi kızı mı?
Hay sikeyim.
"Ne diyorsun lan sen Halil! Beni o hizmetçi parçasıyla mı aldattın?" hiddetle bağırdı karısı. Ne yapacağını bilemez şekilde kocasına yaklaştı.
Sabır çektim. Nereden çıkmıştı bu kız?
"Ne bu kızın adı?" dedi babam karı koca kavgasını bırakıp.
"Hüma. Hüma Kadiroğlu."
Babam bana döndü. "Git getir kızı." dediğinde içimden küfürler savurdum. Hay sikeyim şansımı. Ne güzel adamı vurup gidecektik. Nereden çıktı bu kız meselesi?
Berdel olursa benim başım yanardı. Ya da abim... Yengem üzerine kuma gelirse konağı başımıza yıkardı muhtemelen.
Hay anasını satayım ya!
Hızlıca merdivenleri indim. "Hüma!" diye bağırdım. Bir de Hüma denilen o kızı ara şimdi.
"Hüma diye bir kız varmış, bulun lan onu!"
"Alaz ağam, şu mutfaktan sesler geliyor. Biz girip bakacaktık ama..." dedi adamlardan biri.
"Ne sesi?" dediğimde bir gürültü daha koptu.
Kendime hakim olamayıp mutfağa doğru adımlayıp kapıyı açtığım gibi az önceki küçük yalancı bana çarptı.
"Çekil!" diye bağırdığında mutfağa baktım. Her yer her yerdeydi. Yetmezmiş gibi bir adam da kafasını tutuyordu.
"Ne oluyor burada?" dediğimde küçük yalancı beni ittirdi.
"Çekil artık." dedi nefes nefese.
Gitmesine izin vermeyip bileğini kavradım. Başını tutan adam bana döndü. Alnı yarılmıştı.
"Ne oluyor lan burada!" dedim sinirle.
"Bir şey yok. Hüma ile şakalaşıyorduk sadece."
Hüma? Küçük yalancı Hüma mıydı?
"Şakalaşma mı?" deyip Hüma'ya döndüm ama korktuğu o kadar belliydi ki. Bu mutfak bu hale bir şakalaşma yüzünden gelmiş olamazdı.
"Siz kimsiniz?" dedi alnını tutan adam.
Bekle göstereyim orosbu çocuğu. Mutfak kapısını kapattım. İçeride üçümüz kaldığımızda Hüma'nın bileğini bırakıp adama yaklaştım.
"Ne yaptın lan kıza?"
"Sen kimsin de soruyorsun lan?" dediğinde yumruğumu yüzüne geçirdim.
"Ne yaptın lan kıza!" dedim tekrar. "Senin hayatını bitiririm lan! Ecdadını sikerim orospunun evladı! Bir daha kimseye dokunmayacaksın lan!" bir kez daha yumruk savurdum. Yere yığıldı.
"Kansız piç." deyip arkamı döndüm. Hüma az önce bıraktığım yerde yoktu.
Hay sabır. Kızı buluyorum bir de kaçıyor.
Hızlıca dışarı çıktım. "Nerede lan kız?"
"Şu tarafa gitti Alaz ağa."
"Lan ne diye tutmuyorsunuz o zaman?" deyip gittiği yöne doğru yürüdüm. Çok uzaklaşmamıştı. Bir köşeye çökmüş kalbini tutuyordu.
Başına dikildiğimde başını kaldırdı. Yeşil gözlerini yüzüme dikti. Gözlerini akı kızarmıştı. "Ne dikiliyorsun başımda? Gitsene."
"Gitmeyi çok isterdim ama maalesef. Benimle geliyorsun." dediğimde ellerinin tersiyle yanaklarını silip ayağa kalktı.
"Ya manyak falan mısın sen? Ne istiyorsun benden dedim? Anlamıyor musun lafı?"
"Anlıyorum ve sabrımın taştığını da belirtiyorum. Gel benimle." deyip kolunu tuttum.
"Ya bıraksana! Sizi bana sayıyla mı veriyorlar?" dediğinde onu zorla yürütmeye başladım.
Başıma belaydı resmen. Bela!
"Ya bıraksana!"
"Kızım bir dur! Çık şu yukarı. Halil ağan seni bekliyor."
"Banane be ondan!"
Güldüm. "Pek de sananelik bir mevzu yok ortada." deyip durdum. Canını yakmak istedim. "Baban nerede senin ya?" dedim gülerek.
"Öldü. Oldu mu? Sorunun cevabını aldıysan bırak şimdi beni."
"Ölmemiş. Tebrik ederim Hüma. Babanı buldun."
Kaşları çatıldı. "Ne saçmalıyorsun ya sen?"
"Halil diyorum. Senin babanmış diyorum."
"Yalan söylüyorsun." dedi kısık sesle. "Yok öyle bir şey. Benim babam öldü!"
"Acaba yıllardır kimin mezarına gidiyorsun? Çok merak ediyorum ama acınası hayatınla ilgilenmiyorum." deyip tekrar yürüttüm onu. Sessizce beni takip ederken başımı çevirip ona baktım.
Onu zorla götürüyor olmasam bir adım bile atamazdı. Öylesine şaşkındı.
Yukarı çıktığımızda bileğini bıraktım. Babam kızı görünce güldü. "Az önceki kız demek ha." dediğinde Hüma'nın gözleri Halil'in üzerindeydi.
"Ne dönüyor burada? Ne saçmalıyorsun sen? Ben senin kızın falan değilim!"
Halil korkarak kızına yaklaştı. "Öylesin. Yıllar önce bir hata yaptım ve sen doğdun. Seni sahiplenemedim ama soyadımı verdim. Sen benim kızımsın Hüma."
Başını iki yana salladı. "Yalan. Benim babam öldü. Sen babam falan değilsin."
Ben de öyle düşünüyordum aslında. Öleceğini anlayınca ortaya bir yem atmıştı. Yersen tabi. Dna testi olmadan buna asla inanmayacaktım.
"Annene sor. İnanmıyorsan annene sor." dediğinde Hüma başını salladı.
"Soracağım zaten." dediğinde babam araya girdi.
"Eğer gerçekten onun kızıysan Alaz ile evlenmek zorundasın Hüma." dediğinde gözlerimi kapatıp nefesimi bıraktım.
Orosbu çocuğu! Sikine hakim olabilseydin eğer böyle bir durum yaşamazdık şimdi. Kafasına sıkar ve giderdik.
"Ne evlenmesi ya? Siz delirdiniz mi?!" diye bağırdığında ona döndüm.
"O sesini kıs. Yoksa ben kısacağım." dedim. Hayretle baktı yüzüme.
"Gel kıssana! Kafanı nasıl yarıyorum görürsün o zaman!"
"Hüma!" bir adım atıp ona yaklaştığımda babamın sesiyle durdum.
"Karışma Alaz. Alışması zaman alacak."
"Ne alışması ya? Ne alışmasından bahsediyorsunuz siz? Olmayacak öyle bir şey."
"Abin kızımı kaçırdı. Baban ya ölecek ya da berdele kurban gideceksin."
"Öldürün o zaman!" diye bağırdı. "Benim abim yok! Benim böyle bir babam da yok! Ona ne yapıyorsanız yapın, öldürün! Umrumda bile değil." deyip arkasını dönüp yürümeye başladığında nefesimi bıraktım.
"Güzellikten anlamıyorsa..." diye mırıldandı babam. Ona döndüğümde başıyla işaret verdi. "Zorla." dediğinde bıkkınlıkla merdivenleri indim.
"Anne!" diye bağırdığında annesini gördüm. Yeşil gözlerini kimden aldığı belli olmuştu. "Anne?" derken sesi titredi.
"Hüma, ne oluyor kızım?"
"Anne yukarıda saçma sapan şeyler söylediler." deyip ellerini tuttu. "Anne, benim babam öldü değil mi? Sen öyle söylemedin mi?"
"Kızım." dedi panikle. Al işte. Bu kız cidden Halil'in kızıydı.
"Anne? Benim babam Halil mi?" dedi. Hayır desin diye gözlerinin içine bakıyordu.
Annesi duyduğu soruyla kaşlarını çattı. "Kim söyledi böyle bir şeyi sana Hüma?"
"Anne yalan desene. Yok öyle bir şey desene!"
"Hüma..." deyip kızının ellerini sıkıca tuttuğunda Hüma hıçkırdı.
Şu an bir aile dramının ortasında kalmak istemiyorken bizimkiler de aşağı indi.
"Ahlaksız seni! Kocamı ayarttın demek ha!" deyip annesinin üzerine yürüdü Halil'in karısı.
Saçlarını tuttuğu gibi yolmaya başladığında nefesimi bırakıp bir kenara geçtim.
"Gülendam dur artık!" deyip Halil onu uzaklaştırdı.
Hüma'nın annesi saçlarını tutarak geri çekildi. Hüma arada kalmıştı.
"Ya yeter! Yeter! Durun artık!" diye bağırdı. Bir kez daha hıçkırdı. "Bu adam benim babam falan değil ve ben bu adamla!" deyip beni gösterdi. "Asla evlenmeyeceğim."
Ezik. Onunla evlenmek isteyen vardı sanki.
"Ne evlenmesi? Ne oluyor Halil ağa?"
"Yusuf kız kaçırmış. Taşkın'ların kızını kaçırdı. Cezası belli. Berdel."
"Ben kızımı kimseye vermem!" diye bağırıp kızının önüne geçti. "Ben vermem kızımı. Ben onu boşuna okutmadım. Benim kızım mesleğini yapacak. Böyle bir evliliğe asla izin vermem!"
Bak sen... İşler gittikçe ilginç bir hal alıyordu. "Nermin çekil şuradan. Kızın Taşkın'ların gelini olacak. Unutsun o avukat olma hayallerini."
Demek hukuk okumuştu. Bir de avukat ha...
"Yedirmem sana kızımı Halil! Yedirmem!" derken kızardı. Elini kalbine götürürken gözlerini kıstı. "Vermem kızımı." dediğinde yere çöktü.
"Anne!"
Hüma annesinin yanına eğildi. "Anne, iyi misin anne?" dedi panikle.
Şeytana lanet. Ne bitmez çilemiz varmış deyip ayağa kalktım.
Ölüyor muydu lan kadın? Ölmesin. Bir de başımıza o iş açmasın.
"Çekil şuradan." deyip Hüma'nın omzuna dokunup ittirdim onu. "Arabanın kapısını açın." deyip annesini kucağıma aldım. Ölüp de elimize kalmasın istedim.
"Anne. Anne duyuyor musun?" deyip peşimizden geldi Hüma.
Onu arka koltuğa bıraktım. "Bırak annemi. Karışma sen." dediğinde kapıyı kapatıp nefeslendim.
"Geliyor musun yoksa annenin ölmesini mi bekleyeceksin?" dediğimde yaşlı gözleriyle baktı yüzüme. Cevap vermeyip kapıyı açıp arka koltuğa bindiğinde ben de arabaya bindim.
Kemerimi bağlarken dikiz aynasından ona baktım. "Kemerini bağla. Bir de sen ölme başıma."
"Çok iyi niyetlisin!" diye söylene söylene kemerini bağlarken arabayı çalıştırdım.
Alaz... Ateş demek, kor demek. Ve kalbimde o koru harlayan bir kadın varken başıma bela almıştım. Herkes iyi biliyordu. Benim bu kadınla evlenmekten başka şansım yoktu.
Ölmezse tabi...
Eğer Hüma ölürse berdel sebebi de ortadan kalkardı. Biz de Halil'in kafasına sıkar, yolumuza bakardık.
Başımı salladım. Hüma ölürse, benim hiçbir sorunum kalmazdı.
Kararımı o an verdim. Genç bir kıza yazık olacaktı ama benim hayatımdan ve aşkımdan daha önemli değildi.