Ella Roth

2606 Words
Ella Roth (Dilan Ergani) Ölümle yaşam arasındaki ince çizginin üzerinde yürüyordum. Tek bir yanlışla öleceğimi bilmeme rağmen sadece benim değil herkesin kaderini değiştirecek olan yanlışı yapmaya mecbur kalarak çıktım evden. Ruhumun bedenimi terk edişini soğuyan bedenimden hissediyor her aksak adımda af diliyordum. Yaşayamazdım. Ne ihanetle ne de yaşlı bir adamın koynunda. Babamın beni ölümüne dövdüğü avludan çıkarken avuç içlerime sığınmış Ecrin'in sıcak ve beni ölümden kurtarmak ister gibi sıkıca tutunmuş elleri bile hayata döndürecek güçte değildi. Her adımda tükeniyordum. Her adımda geride bırakamadıklarım için üzülüyordum. Beni kimse hatırlar mıydı? Elini tuttuğum bana tek kurtuluşuymuş gibi bakan sekiz yaşındaki kuzenim Ecrin beni hayal meyal hatırlardı ancak diğerleri arkamdan demediğini bırakmazdı. Burada kızlar eziyet altında yaşayıp dayanamadıkları noktada canlarına kıydıklarında en yakınları arkalarından pis zihniyetlerini kusarlardı. Bana ne derlerdi? Keşke dayanamayıp canına kıydı deselerdi. Kara gözlere kendini kurban etti deselerdi... Sol göğsünde yazan Soylu adıyla değil de Karakurt diye çağırılan kara gözlü güzel asker için canına kıydı deselerdi. Pencere köşelerinde izlediğim heybetiyle soluğumun kesildiği kalbimin atışını değiştiren bana Ecrin'e baktığı gibi bakan o asker... Nasıl gider onu hain ailemin pususuna çekerdim? Onun yerine ölürdüm. Ecrin'le köy meydanına doğru giderken terk edilmiş evlerin olduğu sokağa girdim. Burada pek kimse olmazdı. Yıkılmış kerpiç evlerin arasında dolaşırken Ecrin korkarak iyice sokuldu bana. O zaman onu geri göndermeyi akıl edebildim. Benim cansız halimi görür korkardı. Gözüme kestirdiğim eski evle duraksadım ve Ecrin'e döndüm. "Babama gidip haber verdiğimi söyle Ecrin." dedim boş gözlerle. "Söylemedin abla." dedi Ecrin kocaman açtığı açık yeşil gözleriyle. Çok zeki ve akıllıydı. Herkes bizi çok benzetirdi. Kaderimiz benzemez umarım. "Buradalar şimdi söyleyeceğim sen git hadi." dedim sıkıca tutmuş elimi zorla elinden alarak. Gözleri dolmaya ve korkuyla titremeye başladı. "Abla çok kötü şeyler olacak. Ben görmek istemiyorum." Geçen sene kardeşini kollarında kaybeden Ecrin için hayat daha zor ve korkutucu hale gelmişti. Aylarca evden çıkmak istememişti. En ufak sesten en ufak değişiklikten korkar haldeydi. Her gece korkudan altını ıslatır sabahında annesinden tonlarca dayak yerdi. Yetişirsem elinden alırdım ama kız dayaktan konuşamayacak hale geliyordu çoğu zaman. Diğer kardeşleri gibi değildi çünkü sorguluyor ve anlamaya çalışıyordu hep. Bu da çocuk yaşta korkunç gerçeği görmesini sağlıyordu. Bilmiyordu ama neyin ne olduğunu hissediyordu. Hissettiği için de canı çok daha fazla yanıyordu. Kendimiz için bir dünya kurmak gibi bir hayalim vardı. Geçen sene on dört yaşında evlendirilen arkadaşımın ailesini jandarmaya şikayet etmişlerdi. Kübra'yı almış ve devlet korumasına almışlardı. Ben de aynı şekilde jandarmaya gidip bizi de alın diyecektim ancak cesaretim büyüdükçe kırılıyordu. Gerçekler gözümü korkutuyordu. "Git Ecrin. Daha fazla kötü şey görmek istemiyorsan git." dedim omuzundan hafifçe iterek. "Babama haber verdikten sonra saklan akşama kadar çıkma." Ecrin ağlayarak kollarını karnıma sardı. "Abla çok korkuyorum. Beni bırakma. Sen olmadığında ben çok korkuyorum. Yalvarırım beni bırakma. Allah için beni bırakma." dedi hıçkırıkları arasında yalvararak. Ne yapacaktım? Ne yapabilirdim? Benim gücüm neye yeterdi ki? Ecrin küçüktü anlamıyordu elimden bir şey gelmeyeceğini. Bizim tek çaremiz kaçmaktı ama cesaretimiz elimizden alınmıştı. Ruhumun bedenimden tamamen çekilmek üzere olduğu an Ecrin'i bütün gücümle kendimden ittim ve yere düşmesini umursamadan kendimi kerpiç eve attım. Ecrin'in avaz avaz attığı çığlıkları arasında kapının arkasına yerdeki taşları dizdim. Artık kapıyı açamazdı. Etrafıma bakıp ip gibi bir şey ararken kapı vurulmaya başladı. "Ablaaaa…" Ecrin pes etmiyordu. Başımı kapıya çevirip iki yana salladım. Eğer buradan çıkar babamın dediğini yaparsam bu günahın hesabını asla ödeyemezdim. Her türlü kendi canıma kıyardım. Bari kimse zarar görmeden kendi canıma kıyıp giderdim. "Ablaa aç kapıyı. Abla çok korkuyorum." Ecrin'in içimi yakan yakarışlarına rağmen köşedeki zincire gözlerimi diktim. İnsanoğlu ne yaşadı ne de yaşattırdı ne sevdi ne sevdirdi ne öğrendi ne de öğretti. Varlık içinde yokluğu öğretti. Sevip öğrenmek isteyeni de yaşatmayarak bir daha kendini gösterdi. Her şekilde ölecektim. Kimseye zararım olmadan ölmek en hayırlısıydı. Köşedeki zincire doğru yürüyüp aldım ve tavandaki küçük pencereden giren güneşin değdiği noktaki direğin çıkıntısına zincirin bir ucunu attım. Bağlamak için boyum yetmiyordu. Ecrin'in yakarışları ve hıçırıkları arasında ağır bir taşı direğin yanına çektim. Üzerine gözlerimi kapatarak çıktım ve çıkıntıya attığım ucu bağladım. Ellerimin titrediğini sarkıttığım ucu daire şeklinde bağlarken fark ettim. Ecrin hala ağlayarak kapıya vuruyordu. "Ablaa beni bırakma. Gitme. Ablaa kurbanın olayım gitme. Beni bırakma." "Birileri gitmesin diye ben gideceğim." diye sessizce fısıldayıp zinciri boynuma attım. Soğuk ve ağırdı. Omuzlarım altında çökmüştü. Sırtımı direğe verip hızla atan kalbimi sakinleştirmek için soluklandım. Ölümden korkmuyordum. Ölüm bir başlangıçtı. Ama o başlangıçta boynum bükük kalacaktım. Değer miydi? Değerdi. Karakurt'un benim için tam olarak ne ifade ettiğini bilmesem de bunu her asker için yapardım. Kara haber olmaktansa kara bir çukurda beklerdim. "Ablaaaa!" Parmak uçlarına çıkıp taştan kendimi atacağım sırada Ecrin'in bağırışıyla durdum gözlerimi kapıya çevirdim. Ne olmuştu? "Abla beni de al! Abla beni de yanında götür. Çok korkyorum abla! Kurbanın olayım beni de al yanına! Herkesten çok korkuyorum. Annemden babamdan abilerimden çok korkuyorum abla! Beni bırakma kurban olayım abla!" Yapma Ecrin yapma... Beni daha fazla günaha sokma. Bunu yapamam. "Abla beni dağa götürürlerse ne yaparım? Canımı yakacaklar değil mi?" Hayır. Orada kızlara neler yaptığını bilmemeliydi. Bunu nereden öğrenmişti? O ana kadar hep hissizdim ama Ecrin'in son yakarışıyla donup kalarak elimi bir daha zincire attım. Başımdan çıkarmak üzereyken de bir daha durdum. Ne yapacaktım? Küçük bir kız çocuğu için Karakurt'u mu feda edecektim? Ya da cesaret edemediğimi yapıp kaçacak mıydık? Elim boynumdaki zincirdeyken tavandaki küçük pencereye bakıp içimden dua ettim. Kaçmaktan başka çaremiz yoktu. Boynumdaki zinciri çıkarıp taştan atladım. Ağrıdan bir an nefes alamadım. Babam bacaklarımı belimi kırarcasına dayak atmıştı. Topallayarak kapıya doğru yürüdüm ve açtım. Ancak karşımda yüzü yaşlar içindeki Ecrin'den başka biri daha vardı. Mesut abim. Onu görünce duraksadım. Yüzünde kindar bir öfkeyle tuşlu ama resim çekebilen telefonu yüzüme tuttu. Anlamayarak telefonun ekranına bakıp nefesimi tuttum. Annem kız kardeşlerim yengem ve Ecrin'in kardeşi Elif yerde dizlerinin üstünde başlarındaki silahla bekliyorlardı. "Babam mesajı o anlar dedi." diyerek hızla telefonu cebine atıp bana sert bir bakış attı. "Hayde git! Ben de seni izleyeceğim uzaktan." Cesaretimi arayıp durmuştum ama gözümün önündeydi hep. Fark ettiğimde ise çoktan dibe çekilmiş bataklığa saplanmıştım. Babam en ufak yanlışımda ailesinin kadınlarını kızlarını gözünü kırpmadan öldürecek kadar kötü bir adamdı. Maalesef bunu kız kardeşini öldürerek göstermişti. Dedikoduya kurban giden on beş yaşındaki halamı gözünü kırpmadan vurduğunu avlumuzda daha ben beş yaşındayken görmüştüm. Bize ibret olması için izleten bir babayla büyümüş erkeklerden korkuyla kaçan kızlar olmuştuk. Ama o kara gözlü askerin hissettikleri çok başkaydı. "Ablaa." Ecrin belime sarılıp yüzünü karnıma gömdü. Hala içli içli ağlıyordu. Saçlarını okşayıp altın sarısı saçlarından öptüm. "Geçecek ağlama." dedim ve elinden tutup Mesut'un yüzüne bakmadan yanından aksak adımlarla geçtim. Kızlara düşünme anlama ve kavrama şansı verdiklerinde onları devireceklerini bildikleri için tek güçleri olan bileklerine güvenen bu adamlar bu dünyada da diğer tarafta da hesap verecektiler. Benim yerime de yanacaklardı. Taşa dönmüş bir halde Ecrin'le meydana inip her zaman kalabalığın dikkatini çeken askerlerden Karakurt'u aradık. Babam özellikle onu istemişti. Üç gün önce gece vakti eve gelen hainlerin neden bir torba para verdiğini çok iyi anlıyordum. O en cesuruydu. Uzakta aradığımız asker yanımıza gelirken gözleri değişmeye başladı. Babam yüzüme dokunmazdı genellikle görücüler geliyor diye ama bugün yüzüme de vurmuştu. Heybeti ve keskin kara gözlerine son kez bakıp başımı eğdim. Dudaklarımı aralayacak ne gücüm ne de halim vardı. Ölü gibiydim. Benim yerime Ecrin konuştu ve yardım istedi. Benim gitmemden o kadar çok korkmuştu ki kekeleyerek korku içinde konuşur konuşmaz Karakurt yerinden fırladı. Arkasından giderken Ecrin'in elini daha sıkı tuttum. Benim sonumda o bahçedeydi. Ama bu kızı güvenli ellere teslim edecektim. Dilediği umuda kavuşturmak için elimden geleni yapacaktım. Evimizin bahçesine gelip içeri girer girmez derin bir sessizlikle boğulduk. Karakurt hissetmiş gibi hemen silahına davranmış bizi kalın bir ağacın arkasına itmişti. Silah sesleri bağırışlar küfürler havada uçuşurken el arabasının arkasında cesurca savaşan askeri izlemeye başladım. Aldığı her kurşun kalbime saplanmış gibi canımı yakıyordu. Keşke onunla tam burada ölseydim. Ama çığlık çığlığa ağlayan umut aramaktan yorulmayan Ecrin'i bırakmazdım. Onu teslim ettikten sonra bu cesur adamın yanı başında onun silahıyla onun gibi gözlerimi kapatacaktım. Silah sesleri susmaya başladığında yüzünde tebessümü eksik olmayan kara gözlü asker bizlere bakarak son kez tebessüm etti. Beni orada kaç kere öldürdü bir bilseydi... Gözüm ondaydı. Yüzündeki tebessümde kapalı gözlerinde... Sık kirpiklerinden akan kanda.... Dudaklarını şehadetle kıpırdatışında. İnsan yaşarken de ölürdü. Öldükten sonra yaşamaya devam edenler kadar şanslı değildim. Ecrin çığlıkları ve ağlayışları arasında beni sarsmaya başladığında bahçeyi askerlerin doldurduğunu fark ettim. Emekleyerek sayısız yarayla şehit düşen askerin başına geçtim ve elimi tabancasına attım. Ben bunu hak ediyordum. Elime alıp bize doğru gelen askere baktım. Ellili yaşlarında olduğuna göre komutandı. Kaşlarını çatıp kanlar içindeki Karakurt'a sanki orada can verecekmiş gibi bir surat ifadesiyle baktıktan sonra bana döndü. Dizlerimin üstünde bitmiş bir haldeydim. Yanımda duran Ecrin'i başımla gösterip "Onu alın sizden başka kimsesi yok." dedim can çekişir bir halde. Komutan yanına gelen askerlerden birine Ecrin'i gösterip başıyla almalarını işaret etti. Ecrin korkmadı tam tersi onu kucaklayan askere sıkıca sarıldı. Bahçeden çıkışını izlerken komutana bir daha döndüm. "Babam amcam yaptı. Hainlerden para aldılar. Hepsinin cezasını verin. Beni ailemdeki kadınların başına silah dayayayıp tehdit ederek alet ettiler. Ben hak ettiğimi yaşayacağım onlar da yaşasın!" Dedim ve silahı başıma yaslayıp tetiği çektim. Bir an bile korkmamıştım. Sonunda diyerek tıpkı Karakurt gibi tebessüm ederek gözlerimi yummuştum. Ancak silah boştu. Beynimi delecek kurşun yoktu. Hayal kırıklığıyla boşluğa düştüm ve göğsümdeki acıyla çığlık attım. Nasıl ölemiyordum? Nasıl? Başımdaki komutan gözlerini kısarak üzerime eğildi. "Karakurt son kurşununa kadar savaşır! Madem hak ettiğini düşünüyorsun borcunu vatanına hizmet ederek ödeyeceksin!" Bu halde mi? Soru soramadım belli ki bakışlarım yetmişti komutana. "Kimlerin ellerinde oluğunu çok yakında öğreneceksin." dedi ve koluma girerek beni kaldırdı. Hemen arkamdaki askerlerden biri de diğer koluma girip beni çekti. Yürüyecek halde değildim ama beni teslim ettiği asker sürükleyerek götürdü. Son kez geride bıraktığım askere bakmak için başımı çevirdim. Komutan eğilmiş nabzına bakıyordu. Soğuk ellerine soğuk ellerim düşseydi keşke. Ama olmadı. Komutan gözlerini sonuna kadar açarak bağırdı. "Helikopteri hazırlayın!" -Günümüz- Borcumu kanımın son damlasına kadar ödemek için dünyanın çeşitli ülkelerinde farklı eğitimler alarak geçirdim. Adımı gerçek kimliğimi bütün yaşanmışlığımı gömerek bana hak etmediğim şekilde şans ve imkan veren ülkeme çağ açacak silahlar üreterek borcumu ödemin gururunu yaşıyordum. Gizli göreve çıkmış ajanlarımızdan farkım yoktu. Benim görevim daha kapsamlı ve her an değişmeye müsait olduğundan daha sessiz ve derinden ilerleyerek büyük işlerin peşine düşüyordum. Yer yüzündeki bütün nükleer savaş başlıklarına erişebilecek gücü elde etmenin peşine düşmüştüm son beş yıldır. Yüzde kırkına erişebilmeyi tek bir düzlemle kontrol edebilme erişimine sahiptim ancak geri kalanı için artık tehlikeli oynamanın vakti gelmişti. Adım duyulmalı ve Rusya beni gizli istihbaratına katmak için savaşmalıydı. Tabii önce bilerek düştüğüm adımın duyulması için operasyonlar düzenlenen delikten çıkarılmalıydım. Ama beni kurtarmaya gelen adamın o olmasını beklemiyordum. Kapıdan içeri girdiği gibi hissetmiştim ruhuma hiç de yabancı gelmeyen adamın varlığını. Gözüm kapıdaki uzun ve heybetli adamın bedeninde dolaşırken tanıdık hisle çarpılmıştım. On iki yıl önce beni pencere köşelerine iten o his... Duruşu daha katı ve korkutucuydu fakat o olduğunu biliyordum. Kalbim o diyordu. Çünkü beni himayesi altına alan Arif komutan askerinin nabzına bakarken açılan gözlerindeki umudu görerek yaşama tutunmuştum. Onca yaraya rağmen yaşıyordu. O gerçek bir savaşçıydı. Şehit haberine ise hiç inanmadım. Biliyordum yaşıyordu. Ve benim gibi bir hayalet olup emirler doğrultusunda savaştığına emindim. Eğer ikimiz de görevlerimizi başarıyla yerine getirir belli bir yaştan sonra emekli olup ülkemize geri dönmeyi başarabilirsek onu görmeye gitmeyi düşünüyordum. Karşısına çıkmaktan korkmuyordum çünkü. Altmış yaşında olsam da önünde diz çöküp af dilemek için yanıp tutuşacaktım. Görür görmez geçmişin asi tokadıyla sarsılmış geçmiş bataklığına düşmüştüm. Fakat geçmişi geçmişte bırakmak ve önüme bırakmak zorundaydım. Beni geçmiş değil gelecek temizleyecekti. Karşısına ödediğim bedellerle çıkıp af dilemek öfkesini biraz olsun yatıştırırdı. Bana karşı olan düşünceleri de bir umut değişirdi. Hatırladığım tek görüntüsü ölmek üzereyken tebessüm edişiydi. Ama acı içindeydi. Canı yanmıştı benim yüzümden. Elini bileğime atıp çocuk kalbimi hızla titrettiği yetmemiş bir kadın gibi yanmamı da sağlamıştı. Dokunuşu yirmi yedi yıllık hayatımı yakıp kavurmuştu. Bir kadın olarak çekilmek daha sarsıcıydı aslında. Hislerim daha yoğun ve derindendi. Yanında eskisinden daha korkusuz versiyonuyla ilerlerken gözlerimi üzerinden alamıyordum. O muhteşemdi. Tek bir elle onlarca adamı öldürebilirdi. Gücü güven veriyordu. Tıpkı ekside olduğu gibi. Onu mağaranın çıkışında geride bırakıp beni teslim alacak olan askerlere doğru yürümek gelmiyordu içimden. Ellerini bırakmayı ise hiç istemiyordum. Ama bırakmak zorundaydım. Onun için gitmeli gururlandırmalıydım. Karşısına Dilan olarak çıktığım zaman bana başka gözle bakmasını istiyordum çünkü. "Take care of yourself. Maybe we'll meet one day." 'Kendine iyi bak. Belki bir gün karşılaşırız.' dedim sessizce kalbimdeki sızıyla. Onda bir parçamı bırakmak gibi deli fikirle parmak uçlarıma yükselip maskesinin üzerinden dudaklarını öptüm. İlk öpücüğüm en derin yaram... Bir şey söylemedi yapmadı. Hızla nefes alıp verirken göğsü heyecanımı katlayacak şekilde titriyor daha fazlasını arzulamamı sağlarken sadece bana baktı. Görmediğim yüzüne hasretle dudaklarından iç çekip geri çekildim. Gitmeliydim. Onun için gitmeliydim. Elimi yavaşça elinden çekip dar açıklıktan çıktım. Ayaklarım geri geri giderken yıllardır hiç mutlu olmadığım kadar mutluydum aslında. Kader bizi yine bira araya getirecekti. Belki o zaman o kadar da yaşlı olmazdık. Beni ayakta tutan umutlarım olmuştu. Yaşadığına dair umutlarım bir araya geleceğimize olan umudum... Hepsi gerçekleşmişti. Yüz yüze gelip af dileyeceğim günler de gelecekti. Kendimden çok güvendiğim askerlere karanlıkta yürüyüp teslim oldum. Durumu anlamamaları için çekimser hareket ettim başta ama çevremi sarıp güvenle beni ilerletmeye başladıklarında silah sesiyle olduğum yerde donup kaldım. Tek el ateşlenmiş silah sesiyle kalbime yerleşen korkunun tarifi yoktu. Geri dönmek için canımı verirdim ama emirleri çiğneyemezdim. Yapamazdım. Tek bir kere ateşlenen silah sesinden sonra zaten bir daha silah sesi duymadık. Beni ablukaya alıp sessizce mağarayı nişan askerlerden biri kontrol etmek için bizden ayrıldığında geri kalan askerlerden biri "We're removing the woman safely!" Kadını güvenli bir şekilde uzaklaştırıyoruz!' diyerek beni dağın eteğine doğru sürüklemeye başladılar. Ayak uydurmaktan başka bir şey yapamadım. Karakurt tek kurşunla düşecek bir adam değildi. Onlarca kurşuna rağmen düşmediğini görmüştüm. Ona bir şey olmamıştı. Olsaydı giden askerden haber alır geri dönmek zorunda kalırdık. İçimdeki korkuyla çıktığım yolculukta kendimi geri çekerek hareket ediyordum ama hepsi dikkatli ve şüpheciydi. Kendilerini deşifre etmeden kendi aralarında konuştuklarını duymuştum ingilizce konuşuyorlardı ama ne dediklerini tam anlamıyordum. Beni neredeyse çözdükleri belliydi. Dağı dakikalar içinde inip dere boyunca yürümeye başladığımızda Karakurt'u kontrol etmey giden askerden hala haber alamamıştık. Onlar sıradan askerlerden değillerdi geri dönmesini mutlaka bilirlerdi. Ancak timin kıdemli askeri duran asker konuşmaya başladığında içimdeki korkuyla kilitlenip kaldım. "How serious is the health condition?" ' Sağlık durumu ne kadar ciddi?' Vurulmıuştu! Bir kere daha benim yüzümden yara almıştı! Ama kendimi suçlamam bize hiçbir şey kazandırmayacaktı. Kendimi öne atıp askere yaklaştım. "I can look at the wound." 'Yaraya bakabilirim.' dedim telaşımı gizlemeye çalışarak. Sesim maskeden dolayı oldukça boğuk çıkmıştı. Evet bir adamı ameliyat edecek kadar bilgiyle donatılmıştım. Hangi şekilde yaralanmış olursa olsun. Onun için düşünmeden kendi kalbimi bile çıkartır takardım. Beni dinleyen ama cevap vermeyen kıdemli uzaklaştı. Kalbim ağzımda beklerken duraksadı ve time döndü. Karanlıkta ne tepki veremediğimi bilmiyordum ama içlerinde en iri olanı sonunda konuştu. "We just passed a cave with a hidden entrance." 'Az önce girişi gizli bir mağara geçtik.' Evet! Bana bir ilk yardım kiti vermeleri yeterliydi. Ben onu her yerde iyi ederdim. Sonunda timin kıdemlisi "We can wait twenty minutes at most. Then we will continue on our way." 'En fazla yirmi dakika bekleyebiliriz. Daha sonra yola devam edeceğiz.' dedi ve geri dönüp mağaraya doğru yol aldık. Mağaraya varmamız kısa sürdü ama içeride beklemek işkence gibiydi. İki asker Karakurt'u almak için mi yoksa güvenliği sağlamak için mi gitti bilmeden mağaranın girişinde sabırsızca bekledim. Yanımda duran tek kadın askerin fazla dikkatini çekiyordum ancak kendimi kontrol edecek gücü on iki yıl sonra çok sert bir şekilde kaybetmiştim. Kayalıklarla dolu dağın tepesinden aşağı düşmek gibi bir şeydi şu bir saatte yaşadığımı özetlemek gerekirse. Genç bir kadın olarak onu görmek her şeyi değiştirmişti. Sonunda zaman akmak bildi ve onu taşıyan askerleri mağaranın girişinde gördüğümde elim kalbimde başımı iki yana salladım. "Hayır!" Bir kez daha benim yüzümden yara almıştı. Hayatındaki uğursuz bir detaydım. Belki de karşısına hiç çıkmamalıydım. Her seferinde bir felaketle hayatını cehenneme çeviriyordum. Özür dilerim... Senden de koparmıyordum. Ne yaptıysam her şeyi senin için yaptım. Sırf sen bana inan diye.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD