Temel Dersler

2274 Words
Borahan Soylu Her şey zamanla değişirdi. İnsanoğlu da zamanla şekil alan gücün aktığı yöne doğru savunmasızlıkla akan ruhtan ibaretti. Aktıkça dağılır sert kayalıklara çarpa çarpa parçalanırdı. Yolun sonuna ya hiçliği varırdı ya da özü. Hiçse kabuktan ibaret olduğu herkes tarafından görünür içindeki boşluktan dolayı o kadar gürültü çıkardığı anlaşılırdı. Ama geçtiği yolların sonunda bulduğu özünü keşfetmesi alabileceği en büyük zenginlik olurdu. On iki yıl içinde dağıldım, çarpa çarpa parçalandım ve yolun sonuna geldiğimde ise asla tahmin etmeyeceğim bir şekilde özümü buldum. Değişmemiştim. Kendimi bulmuştum. Ve bunu beni tanıyan kimse anlamayacaktı. Tıpkı bana bir yabancı gibi bakan kardeşim gibi. Silahımı çekip sevdiği kadına doğrultmam ve onun korkarak önüme geçmesindeki şaşkınlık ve yıkım beni etkilemiyordu. Hain her zaman haindi benim için! Özümde affetmek diye bir şey yoktu! "Önce beni öldüreceksin!" Kardeşim daha özünü bulamamış kim olduğunun farkında değildi. Öfkeyle kaşlarımı çatıp kıza duyduğum nefretle "Hainle yatıp kalkarsan sen de değişirsin! Düşünmeden tetiği çekerim!" dedim biraz bile tereddüt etmeden alnını nişan alarak. Sarp kızın ihanetine rağmen onu savunurcasına çenesini kaldırdı. "Sana hain değil dedim. Ama eğer silahı çekeceksen ilk beni vuracaksın!" dedi meydan okurcasına gözlerime sertçe bakarken. Ama onun içini görebiliyordum. Kızın sırlarıyla dağılmıştı. Ve buna rağmen yapması gerekeni yapmıyordu! Ne kadar yanlış bir yolda olduğunu o küçük beynini ezerek gösterecektim! "Soylu!" Başka bir tünelden gelen askerin sesiyle başımızı o tarafa çevirdik. Bu askerin sesi... İki yıl önce beni fark edip saldıran askerdi. Oldukça güçlü ve zeki bir askerdi. Ve anlaşılan Sarp'ın da arkadaşıydı. "Sen biliyor muydun?" diye sordu Sarp bir daha yıkılarak. Duygularını eskiden olduğu gibi okuyabiliyordum. Ama asker benim kim olduğumu o an beyninden bile silmek zorundaydı. Birinden emir alması gerekmiyordu. Gizli görev bilinci hepsinde bulunurdu. "Sana kardeşim dedim! Ölümüne sırtımı sana yasladım! Her gün ölürken bana nasıl tek kelime etmedin? Bana güvenmedin mi? Nasıl güvenmedin lan?" diye Sarp yeni gelen askerin üzerine yürüdüğünde silahımı geri belime geçirdim. O sırada Sarp da askere yumruk atıp geldiği tünele geri soktu. Ama yakasından tutup çevirdi. "Nasıl güvenmedin lan? Nasıl?" diye delirmiş gibi hesap sormaya devam ederken yine yüzüne çalıştı. Asker önümden geçip dudağının kenarındaki kanı sildi. Bana kısa mahcup bir bakış atmayı da ihmal etmedi. "İki yıl önce Irak'ta esir düştüğümde abinle karşılaştık. Kaçarken önüme çıktı dövüştük. Yüzü açıldığında tanıdım. Tanıdığımı anladığında gizli görevi hiçbir şekilde açık etmemem gerektiğini bildirdi. Sana değil üstlerimize bile bildirmedim. Görevin gizliliği her şeyden önce gelir." dedi tam da olması gerektiği gibi. Bu yüzden diğerlerinden daha yüksek rütbeye sahip olmalıydı. Ama Sarp duygusal bakmaya devam ederek canımı biraz daha sıktı. Görevim biter bitmez bu konunun üzerinden hassasiyetle geçecektim. "Ben sen demekti sen de ben demekti. İkimiz tektik. Ben öyle düşünmüştüm. Değilmişiz." diye sinirle soluyup hala bir zavallı gibi ağlayan kıza bakışlarını çevirdi. Bakışları yumuşadı ama hala kırgın ve mesafeli bakıyordu. Kızdan gözlerini almadan bize hitaben "Biz gidiyoruz. Sizi çıkışta bekleyeceğiz. Esir mühendisi alır gelirsiniz." dedi sanki emir verecek güce sahipmiş gibi. Üstelik kızı hala sahiplenip kolundan tutarak kaldırması da kenara aldığım notlardan oldu. "Sarp..." Kardeşimin adını kirleterek ağzına almasıyla öfkem içinde büyüdü ama Sarp'ın kızı göğsüne bastırarak yanımdan geçirip yüzüme bakmasıyla gözüm hiçbir şey görmedi. Bakışlarıma rağmen gözlerime bakıp "Önce beni öldüreceksin!" dedi benim kim olduğumu bilmeyerek. Gözlerimi kısıp arkasından başımı salladım. Yapacağım kardeşim. Kalbindeki zehri dişlerimle söküp alacağım! "Komutanım." dedi bizimle kalan asker. Başımı tünelde kaybolan Sarp'tan alıp bana seslenen askere çevirdim. Duygularıyla hareket eden bir asker değildi. İyi. Bana böylesi gerekiyordu. "Planlanmış operasyona olduğu gibi devam et asker. Ben mühendisi alıp çıkarken siz de peşime takılın." dedim derinlerime gömdüğüm öfkemle. "Emredersiniz komutanım." dedi asker başını indirip. Askere son kez bakıp tünellere döndüm. İki saniye içinde dağın coğrafi şeklini ve özelliğini düşünerek yer altındaki düzenlerini kısa sürede kafamda çıkardım ve belirlediğim tünele doğru yürüdüm. Yüzümü de eskisi gibi örtmeyi ihmal etmedim. Bu zamana kadar yüzümü görüp yaşayan tek TSK askerleri olmuştu. Diğerleri Azrail'ine ya çok güvenmiş ya da beklenmedik şekilde yüzümü görerek sonlarını hazırlamıştılar. Tünelde sessiz ve dikkatli adımlarla ilerledikten sonra toprak yolun bitiminde betonlarla sağlamlaştırılan geniş tünelle daha sessiz ve seri yürümek için duvara sırtımı yasladım. Kameralara görünüyordum ama hepsi bir saatliğine her bir on dakikayı başa alarak oynatıyordu. Bunu başaran da operasyonu gerçekleştiren timden biriydi. İyi iş çıkarmıştı. Doğru tahmin etmiştim. Bu kısım tırların gelip malzeme indirdiği çadırın altındaydı. Yer yüzünde değil altında bir tesis kurmuşlardı. Havadan her türlü tehlikeye açık olup büyük işlere kalkışmayacaklarını öğrenmişlerdi. Ama TSK fare deliğine saklananı bile bulur en ağır şekilde cezasını verirdi. Azrail görevdeydi. Geniş koridorda fazla ilerleyemeden adım sesleriyle dikkat kesildim ve gelenleri beni fark etmeden alt etmek için koridorun başına geçip bekledim. Çok yakındılar. İki kişiydi. Adımları seri ve sessizdi. Genç ve zayıf olduklarını anlamıştım hemen. Nefes almadan beklediğim sırada göründüler ama beni görmelerine fırsat vermeden her birinin boğazına hızla ellerimi geçirip bütün gücümle sıktım. Gözleri korkudan açılmadan gırtlaklarını anında parçalamıştım. Tuhaf sesler çıkartırlarken ağızlarından kan gelmesin diye o şekilde cansız bedenlerini sürükledim. Önünde durduğum kapıyı dirseğimle açıp içeri çektim adamları. Depo olan küçük odanın bir köşesine adamları atar atmaz gri zemin kanla ıslanmaya başladı. Üzerlerine kapıyı kapatıp koridorda ilerlemeye devam ettim. Yoluma birileri çıkmadı ama eli silahlı bir grubun iki kanatlı bir kapının önünde nöbet tutması mühendisi bulduğumu bağırıyordu. Gözlerimi kısarak koridorun köşesinde adamlara ara ara bakıp durdum. Dikkatlerini çekmeden ilerlemek için de tepemdeki havalandırmayı kullanacaktım. Boş koridorda zıplayarak kendimi yukarı çektim ancak içeri girmem o kadar kolay olmadı. Üzerimdeki yeleği bacaklarımın arasına alıp dar alanda toprak altındaki bir solucandan daha zor koşullarda ilerlemeye çalıştım. Zorlandığım konu genellikle bir yerlere sığamamaktı. Bu on iki yıldır aletim için de geçerliydi. Pantolonumda çürümek üzere olduğunu bağırıyordu. Ancak görevin canımdan ailemden önce geldiğini on iki yıl önce karar vermiştim. Sızlanamazdım bu konularda ama Sarp'ı görünce kendime kırık bir aynada bakarken bulmuştum. Bakmaya gerek yoktu aslında kırk yaşına kadar yaşarsam geri dönecektim zaten. Kırkımdan sonra da bir kadın bulurdum her halde. Ne kadını? Sarp bugün bana hiç iyi gelmemişti! Beni bir altı yıl daha görmeseydi keşke. Havalandırmada belirlediğim noktaya geldiğimde kapının tam önünde olduğumu ızgaralardan adamları görerek gözlerimi kıstım. Şanslı adamlardan biri silahıyla ızgaranın tam altımda durunca tükürdüm. Başını kaldırıp kaşlarını çatarak yukarı baktı. Arapça "Su damlatıyor burası." dedi. "Ne suyu?" diyerek diğeri de gelince bir daha tükürdüm yüzlerine. "Nereden geliyor ki?" diye silahını sırtına attı. "Ellerini birleştir bakacağım." İlk fark eden adam ikincisinin birleştirdiği eline basınca geri çekildim ve iki yana ayrılan havalandırmalara bakıp gözlerimi kıstım. Tam o sırada ızgara yana çekildi ve fark eden adam başını içeri soktu. Beni fark etmeden başını tutup boynunu kırdım ve kendisi içeri giriyormuş gibi yavaş yavaş çektim. "Neden girdin lan içine?" diye aşağıdaki sızlandı. Tamamen çekip aşağıdan meraklı bir şekilde bakan adamın önüne ansızın çıkarak iki elimle kafasını tuttum. Çırpınamadan kaldırdım ve ellerimi çevirdiğim gibi boynunu kırarak yukarı çektim. Diğer yöne de onun cansız bedenini atıp aşağısını kontrol ettim. Ses yoktu. Sezgilerim güvenli olduğunu da bildiriyordu. İki cansız bedeni de orada bırakıp aşağı atladım. Yırtık yeleğimi giyip yüzümü bir daha kontrol ettim. Her şey olması gerektiği gibiydi. Son kez koridoru kontrol edip iki kanatlı kapıya döndüm. Heyecan yoktu. Adrenalin kayıptı. Kalbim artık hızlı hareket etmeme rağmen hızlı atmıyordu. Duygulara hayatımda yer yoktu çünkü. Tek bildiğim sessizlik içinde planlı bir şekilde can almaktı. İki kanatlı kapıyı da hiçbir şey hissetmeden açtım. Kırmızı ışığın odayı boğduğu atölye benzeri tezgahlarla dolu odayı gözlerimle hızla taramaya başladım. Füzeler balistik bombalar ve bir çok silah parçasının olduğu atölyenin tam ortasındaki tezgahta yüzündeki maske ve gözlükle bana bakan kadını gördüm. Kadın hareket etmeyi bıraktığında yavaşça arkamdaki kapıyı gözlerimi kadından ayırmadan kapattım. Görmediğim gözleri üzerinde çalıştığı bomba gibi yüzümü hedef almıştı. Tek hissettiğim gereğinden fazla dikkatli ve yine tahmin ettiğimden zeki olduğuydu. Görünmez yoğun bir akım geçti aramızda. Ama ne için olduğu belli değildi. Ama tecrübelerime dayanarak şunu söyleyebilirim ki sahte bir kimliğin arkasındaydı. Asıl kimliği ise Alman devletine mi yoksa Türkiye'ye mi bağlıydı bilmiyordum. Fakat öğrenebilirdim. Elimi kaldırıp gel işareti yaptım. Bana uzun uzun kıpırdaman bakarken tedirginliğini ve korkusunu inceden hissedebiliyordum ama beklemediğim bir şekilde teslim olurcasına bana doğru yürümeye başladığında daha dikkatli inceledim. Her adımında savrulan saçları sanki planın bir parçasıymış gibi hareket eden doktor önlüğüyle adımları havada süzülüyor gibi geliyordu. Uzun ve ince bedeniyle bana doğru süzülüşü giderek yavaşlayan bir film gibi aktı gözlerimin önünde. Beni bekliyordu. Koşulsuz teslimiyet vardı her adımında. Peki benim kim olduğumu biliyor muydu? Yoğun kırmızı ışığın altında tezgahları aşarak tam karşıma geçtiğinde bir adımlık mesafede kokusu hemen burnumdan ciğerlerime aktı. Sabun ve zambak kokuyordu. Derimi karıncalandıran kokusuyla gözlerimi sertçe kıstım ve gözlüklerin ardında gözükmeyen gözlerini hedef aldım. "I will save you, all you have to do is follow me as quietly as possible." 'Seni kurtaracağım tek yapman gereken beni olabildiğince sessiz takip etmen.' dedim ingiliz aksanımla kalın bir tonda konuşarak. Suçu başkalarına atmakla on iki yılımı geçirmiştim. Bazen elimi sürmeden orduları yok ediyordum. "Ok." dedi fısıltıdan ibaret sesiyle başını sallayıp. Dik duruşuyla bana olan güvenini apacık belli edince nefesimi yavaşça verdim. Bu kadın kesinlikle bizdendi. On iki yıldır şahit olduğum değişmeyen tek bir şey vardı. Kim olursa olsunlar bir tek Türk askerine koşulsuz güvenilir ya da deli gibi korkulurdu. Karşımdaki benim türk olduğumu bilip korkmadığına göre bizdendi. Safımızda bu kadar zeki bir kadının olması da hoşuma gitmişti. Dünya üzerindeki gücümüzdü bu kadın. Elimi bileğine geçirip arkama almak istedim ama elimin değdiği yer ateş gibiydi. Kapıya dönecekken eline bakıp kaşlarımı sertçe çattım. Ateşi mi vardı? "Why are you hot?" 'Neden sıcaksın?' diye sordum. "I was exposed to too many chemical reactions." 'Çok fazla kimyasal reaksiyona maruz kaldım.' dedi maskesinin altında çıkan boğuk sesiyle. Başımı çalıştığı atölyeye çevirdim. Aylardır yer altındaki havasız atölyedeydi asıl hasta olmaması bir mucize olurdu. Nişanlısı bir buçuk ay önce kurtarılmıştı ama kendisi operasyon değişikliğiyle geride kalmıştı. O zaman kurtulsaydı bu kadar ciddi bir problemi belki de olmazdı. "Remember, you will be as quiet as possible!" 'Unutma olabildiğince sessiz olacaksın!' diyerek ateş gibi bileğini sıkıp kapıyı açtım. Elimde eriyeceğini düşündüm bir an. Ama korkmadan adımlarımı takip edip gözlemlediğim ve adım attığım koridora çıkarak arkamda yerimi aldı. Bileğini daha sıkı tutarken gözümle her bir karışı tarayıp gelebilecek seslere odaklandım. Kadının eğitimli olduğu da adımlarımı birebir takip edip durduğum noktada kendini saklamasıyla belli olmuştu. Boğazlarını sıkıp odaya çektiğim adamların olduğu koridorda yine adım sesleri duyarak başka bir koridorun başına atıldım. Kadın arkama geçip soluklandı. Yorulmuş ya da adrenalin duymuştu. Tuttuğum bileğini kıvırıp elime uzandı elleriyle ve sıkıca sıktı. Sıcaklığı damarlarımdan akıp göğsüme boşaldı. Başımı hızla çevirip odadan çıktığımızdan beri ilk defa yüzüne baktım. Fakat o an ışıklar kırmızıya döndü. "They realized that something was wrong." 'Ters bir durum olduğunu anladılar.' dedim kısık sesimle. Tam zamanında yüzü kızıla bulanmış kadına kaşlarımı çattım. "Now all you have to do is be fast." 'Şimdi de tek yapman gereken hızlı olmak." "Ok." diyerek bütün güveniyle başını salladı. Kesinlikle bizdendi. Asla sorgulamıyordu. Asla. Eskisinden daha dolu olacağından emin olduğum koridora bakıp geldiğim yöne doğru koşturmaya başladım. Kadın da ayak uydurdu. Artık arkamda değil yanımdaydı. Çektiğim yöne hızla geliyor adımlarını bana göre atıyordu. Toprak tünele gireceğimiz zaman önünde bekleyen iki silahlı adamla duraksadım. Bizi fark etmiş ve hemen silahlarına sarılmışlardı. Yanımdaki kadın Arapça konuşarak elini elimden çekmeye başladı. "Beni zorla kaçırıyor! Yardım edin!" dedi ve belimdeki silaha elini attı. Atmasına izin vermiştim açıkçası çünkü planı açıktı. Silahı kafama dayadığı gibi maskenin altında gülümsedim. Beni vurmayacağından emindim. Ona ayak uydurup elimi kaldırdım. "Gelin bağlayın." dedi kadın aceleyle. Eli silahlı iki salak da yerlerinden ok gibi fırlayıp bana doğru koşturdu. Bir adım kala yüzümdeki gülümsemeyle kolumu ileri uzattım ve iki adamın da boynunu tutarak sıktım. Gırtlaklarının avuç içlerimde parçalandığını hissettiğimde zaman kaybetmeden tuhaf sesler çıkarıp kan tüküren adamları duvara attım ve elinde silahla beni bekleyen kadının elini tuttum. Elleri çok sıcaktı ve avuç içlerimde kaybolmuştu. Silahımı tekrardan bana uzattı ama almadan önüme dönüp toprak tünele hızlı adımlarla girdim. "You look like you'll use it more than me, let it be." 'Benden daha çok kullanacak gibisin kalsın.' dedim maskenin altında kısık sesimle. Bana dar alanda ayak uydurup zorluk çıkarmadan gelirken gülümsediğini hissettim. "If I were like you, I wouldn't need a gun either." 'Senin gibi olsaydım ben de silaha ihtiyaç duymazdım.' On iki yıldır ilk kez tökezleyerek elimi duvara yasladım. Ne diyordu bu kadın? Başka bir kadın çıplak ellerle adam öldürdüğümü görse - görmüş deli gibi çığlık atıp benden kaçmıştı. O ise benimle gurur duyar gibiydi. Eskisinden daha hızlı yürüdüm. Annem babam kardeşim benimle gurur duyardı. Onlara da bu gururu altı yıl sonra yaşatacaktım. Tanımadığım birinden etkilenmeyecektim elbette. Toprak yoldan Sarp ve haini ile karşılaştığımız noktaya çıktık. Beklemeden gittikleri tünele yöneldim. Elimi tutan kadın bir an olsun beni bırakmadan takip ederken onu TSK'ya teslim edeceğim noktanın yakınlığıyla kaşlarımı daha derin çattım. Yüzünü göremeyecektim bu gidişle. Yüzünü görsem ne olacaktı? Nişanlı kadındı. Ne düşündüğümün bile farkında değildim farkına varınca kadının elini sertçe sıkıp adımlarımı hızlandırdım. Görev başında ne düşünüyorsun asker?! Bir de kardeşine akıl veriyordun! Öfkemin sert rüzgarında kendime çeki düzen verirken yolun sonuna geldik. Elimi daha önce belirlediğim kayalıklara yaslayıp itmeye çalıştım. Kadın da bana yardım etmek istedi ama basit düzenekle kaya kendi çevresinde dönmeye başladığında gerek kalmadı. Sadece kadının geçeceği aradan dışarıyı gözlemledim. Kayaların arkasında askerlerden biri -muhtelemen Sarp'ın arkadaşı olan iyi asker olandı- güvenli olduğunu işaret eder etmez kadına döndüm. Bakışları bendeydi. Ama o gözleri göremiyordum. Bakışmamız anlamsızca uzun sürünce kaşlarımı milyonuncu kez çattım. "We have come to the end of the road, go home." 'Yolun sonuna geldik. Evine dön." dedim başımla zifiri karanlıktaki alanı işaret ederek. "Thank you for saving me.""Teşekkür ederim beni kurtardığın için." dedi sesindeki gereğinden fazla sakin tonla. "Something tells me you'll get out of here without needing anyone." 'İçimden bir ses senin kimseye ihtiyacın olmadan zaten buradan çıkabileceğini söylüyor.' dedim aramızdaki mesafeyi anlamsızca biraz kısalttığımı fark ettiğim zaman. Düz iki metrelik adamdım ve kızın başı da göğsüme geliyordu. Başını iyice kaldırıp daha da yakınlaştı. "There is no room for feelings in physics, but I believe in coincidences in chemistry." 'Fizikte hislere yer yoktur kimyada ise tesadüflere inanırım.'
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD