Borahan Soylu
“Hayatta kalmaya çalışıyorum.” dedim gözlerine bakıp kirpik uçlarına düşen ay parçacıklarına dalmamak için kendimi zorlarken. “Şaşırmak yerine benden bir şeyler öğrensen keşke!”
Hayatta kalmasının sebebi kesinlikle kontrol edebilme kabiliyetiydi. O bir beyindi. Onu kaçıranları iki saat sonra köleye çevirecek bir yeteneğe sahipti. Bunu biliyordum ve tatmıştım. Ama her zaman laftan anlayan birileri çıkmazdı. Çorak bir arazide nasıl hayatta kalacağını da öğrenmeliydi.
“Ben bir kaktüsüm her yerde yaşarım merak etme.” dedi kendi söylediğiyle alay ederek. Ama yine o arada tenimi geren hüzün yayılmıştı sesine.
Geçmişte kötü biri miydi? Ya da pişman olacağı şeyler mi yapmıştı? İkisinin arasındaki farkı anlayabilirdim. Çünkü ben de pek düzgün yollardan geçmemiştim. Yeri geldiğinde masum bir adamı öldürmek zorunda bile kalıyordum. Çünkü ailesini ve çocuklarını korumak zorundaydım.
“Dikenlerin olduğunu sanmıyorum,” dedim bakışlarımı kaçırıp.
Olsa olsa o yumuşak bedeninin gül yaprakları olurdu. Kadife hissi veren sıkı kalçalarını unutmamıştım. Yeniden hatırladığımda aletim kıpırdandı. Bir kere temas etmişti saatlerce kan akışını sağlayan damarları dövmem bir işe yaramıyorsa beynime kurşunu çakmam en yetkili yol olacaktı.
“Güvendeyim dikenlerime ihtiyacım yok,” dedi yeniden o güven dolu sesiyle. “Senin yanında hiçbir şeye ihtiyacım yok.”
Bakışlarımı kör karanlıktan ağır ağır alıp hiçbir şeyi olmayan adama her şeyimsin diyen kadına çevirdim. Şu ilk görüş zırvalıklarından olmamıştı değil mi kadına? Beyni kalbine yenilmemiştir değil mi?
Siktir! Erkek mi yoktu? Daha yüzümü görmemişti!
“Sana verecek hiçbir şeyim yok ondan,” dedim ağzımda kabaca lafları döndürerek. “Radyasyona fazla maruz kalmışsın sen.”
“Aylardır yer altında en tehlikeli silahlarla yatıp kalktım temiz havaya çıkmadım olabilir,” diye omuz silkti. “Ama bir mühendis olarak söylüyorum radyasyon duyguları etkilemez.”
Duygular... Şu ilk görüş zırvalığını doğrularcasına duygular demesiyle kendimi çantalara attım. Onları şehre girmeden yakıp yok etsem iyi olacaktı. Keşke her şeyi o kadar kolay yakıp yok edebilseydim! Belki bu dört harfli göğsümde sıkışıp kalmazdı. O gömüldüğü yerde oldukça memnundu aslında! Varlığını unutmuştum! Ne gerek vardı kontrol etmeye?
“Bir dakika doldu. Devam,” dedim burnumdan soluyarak.
Bir daha ağzını açarsan siksinler seni Karakurt!
Yemeden dinlenmeden arada sadece su molası vererek yürüdük. Ara ara adımları yavaşladığında onunla yavaşlıyor kendini topladığında onunla hızlanıyordum. Yine gözüm her yerde küçük bir hareketliliği yakalamaya çalışıyordu. Toprak üstünde koşturan farelerin seslerini bile işitiyordum. Çıplak kollarımı okşayan meltemin nereden estiğini nereye vardığını biliyordum. Havadaki toprak ve çiğ kokusunu alıyor saatin kaç olduğunu sezebiliyordum. Ben dağların kurduydum. Her şeyi bilirdim.
Üç saatlik yolumuz kaldığında çantaları yok etmeye karar verdim ve son çikolata ve bisküviyi kadına uzattım. Daha sonra bana yaptığı iğneleri cebime attım. Diğer her şeyi yakacaktım. Çantaları iki kayanın arkasında kısa sürede yakıp toprağa karıştırdıktan sonra yeniden yola çıktık.
Şafak sökmeden görünen Tel Abyad ile kadının bileğini kavradım ve kendime çekerek daha hızlı ve dikkatli adımlar atmaya başladım. Yaklaştığımız bölge Türkmenlerin çoğunlukta olduğu Suluk bölgesiydi. Kırk binlik nüfusu bizi saklayabilirdi. Ama iç savaş yüzünden beldenin devamlı el değiştirmesiyle de yine hiçbir şekilde zaman güvenli değildi elbette.
“Geldik sanırım,” dedi kadın yanımda sessizce.
Çenemi bir kere indirmemle onayladım. Sessizlik hakimdi ama birazdan hareketlilik başlar sokaklarında insanlar dolaşmaya başlardı.
“Seni güvenli bir yere bırakacağım. Çok geçmeden geri döneceğim,” dedim adımlarımı yavaşlatıp. “Yavaş yürü ani hareket etme.”
Beni taklit etti ancak “Beni neden bırakıyorsun? Seninle gelebilirim? Ayak bağı olmam,” diye de diretmeye başladı.
Yıkılmış tek katlı bir evin arkasına geçip sırtımı duvara verdiğimde yanımdaki kadının siyah silüetine başımı çevirdim. “Ne söylersem söyleyeyim tamam diyeceksin!” Aramızdaki elektrik yeniden havada çarpıştı. “Madem güveniyorsun susarak göster!”
Konuşmadı ama alıp verdiği nefes öfkesinin bariz göstergesiydi. Bileğini çekerek yıkılmış evin arkasından çıktım. Dökülmek üzere olan tek katlı evlerin arasından gözüme kestirdiğim tek katlı bahçesi olan eve doğru yürüdüm. Sokak lambası diye bir şey yokken rahatça bahçeye girdik. Ev tahmin ettiğim gibi boştu ama kapısına tahtalar vurulmuş sahibi olduğunu gösteriyordu. Bu eve kimse kolay kolay girmezdi. Bahçedeki küçük bir kulübe gördüğümde kadını o tarafa çekerek ev ve kulübe arasındaki küçük boşluğa kadının bileğini bıraktım.
“Beni burada bekle.” dedim sertçe.
Tepki vermedi ama ben anladığını duymak istiyordum. “Tamam de!”
Kollarını göğsünde bağlayarak “Tamam,” dedi ve sırtını barakaya vererek çöktü.
Alıngan tavrını siklemeden belimdeki silahlardan birini çıkardım ve uzattım. “Bu yanında kalsın. Mümkün olduğunca kullanma.”
Havadaki silahı aldı sanki bez parçası vermişim gibi kucağına koydu. Tabii silahın babasını yapınca elindeki çay kaşığından hallice bir şeye dönüşüyordu.
Küs modunda takılan kadına sırtımı dönüp pencerelerden görünmeyecek bir şekilde kendimi sokağa attım. Ancak duvar gibinde ilerledim. Gözüm evlerde balkonlarındaydı. Kısa bir süre içinde istediklerimi bulunca vakit kaybetmeden ikinci kattaki balkona tırmandım. Sessizlik için ikinci kata çıktığımda nefes alışverişimde değişiklik bile olmamıştı. Ama o kadının yanında çoğu zaman nereden nefes alacağımı şaşırıyordum. Fazla takılmadan teldeki ihtiyacım olanları aldım. Yol üstünde başka bir evin bahçesinde ise eksik parçayı tamamlayıp on beş dakika içinde kadını bıraktığım bahçeye sessizlik içinde girdim.
Benim geldiğimi hissetmiş miydi? Oldukça sessizdim ama yine de bilmek istiyordum. Barakaya yavaşça yaklaştım ve nefesimi tutup yüz on kiloluk bedenimle ufak adımlar atarak yaklaşmaya başladım.
“Neden?” diye sordu kısık sesiyle.
Kendi kendine mi konuşuyordu? Kaşlarımı çatmış ne dediğini anlamaya çalışırken bir daha konuştu. “Neden bana sessizce yaklaşıyorsun?”
Hissetmişti. Duyması görmesi imkansızdı. Gözüm devamlı barakadaydı. Beni hissetmişti. Tıpkı benim de onu hissettiğim gibi. Ama anlam yüklemeye gerek bir şey değildi.
Olduğum yerden çıkıp karşısına geçtim ve elimdekileri uzatmadan boş elimi kaldırdım.
“Silah.”
Silah hala kucağındaydı yine bir bezmiş gibi elime verdi ve diğer elimdekilere bakıp “Bunlar?” diye sordu.
Elimi uzatıp “Yüzünü göstermeden en iyi bu şekilde dolaşabilirsin. Ben de yüzümü bununla kapatacağım,” diye ona siyah çarşafı kendime de aldığım gri üst gömlekle poşuyu gösterdim. “Bu da benim.”
Kadın bir süre elimdekilere baktı ve daha sonra yavaşça aldı. “Evet bu şekilde dikkat çekmeyiz. Karı koca mı olacağız?” demesiyle kaldım.
“Yani dışarıdan öyle görünecektir,” dedim kendimi kaptırmadan.
Gömleği üzerime geçirmeden iki silahı belime taktım daha sonra kadına arkamı dönüp poşuyu başıma ve yüzüme bağlamaya başladım.
“Peki burada kalacak mıyız?” diye sordu giyinişini kumaş seslerinden anladığımda.
Şafak tam anlamıyla sökmek üzereydi bahçe aydınlanmaya başladığında başımı salladım. “Evet.” Çabuk hareket etmeliydik.
“Hmm.” diye mırıldanışıyla maskesini çıkardığını fark ettim. Hemen arkamda maskesi olmadan duruyordu! Siktir! Yüzüne olan merakım sonum olacaktı!
“Giyindin mi?” diye sordum aydınlanan çevrede gözlerimi dolaştırıp.
“Yardımcı olsaydın daha çabuk giyinebilirdim.” dedi alaycı sesiyle. Ne çabuk öfkesi siniri geçiyordu bu kadının? Alınıp susmasına sadece bir an seviniyordum. Ve her sözünün altındaki ima.... Aletim benden korka korka kıpırdandı. Giyinmeye yardımcı olacak tek zerrem yoktu!
“Bitir çabuk!” diye dişlerimin arasında konuştum.
“Bakir falan değilsin değil mi?”
Ne? Ne demişti o? Kulaklarım otuz dört sene boyunca yanlış duymadıktan sonra yanlış duymaya mı başlamıştı?
“Ne dedin sen?” diye sordum gözlerimi iyice kısarak.
“Bakir falan değil misin diye sordum. Çünkü ne zaman bir imada bulunsam ergenleşiyorsun. Utandırıyor muyum seni? Eğer tecrübesiz-”
“On beş yaşında iki kadının birden siken birine sorduğun sorudan sen utan!”
Siktir! Ben kendim hakkında bilgi mi vermiştim? On iki yıl boyunca dağda o leş sürülerin içinde aç mısın diye soranlara bile açım dememiştim şimdi kadına verdiğim cevapla ter dökecek kadar gerilmiştim. Yavaşça nefesimi vererek kafamın içinde göğsüme irade diye vurdum.
“İyi halt etmişsin!” dedi kadın arkamda sinirlenerek. “Kadınlar seni istismar etmiş!”
“Etmediler ben baştan çıkardım. En azından birini.” dememle gözlerimi yumdum. Bu kadın! Bu kadın sonum olacaktı. Hala devam ediyordum siktiğimin yolundan!
“Büyük cesaret!” diye alay edercesine tısladı. “O yaşta-”
“Büyük gösteriyordum.”
Başımı duvarlara vurmama ya da mermiyle doldurmama az kalmıştı.
“Ha unuttum sen iriydin! Her halinde iriymişsin demek! Orospular iri sever!” diye dişlerini sıkarak konuşmasıyla nasıl bir konunun içinde olduğumu anlamaya çalıştım. Ne diye sinirlenmişti bu kadın? İstediğini vermediğim için mi? Verdiklerimi mi kıskanıyordu şimdi?
Ve bu neden düşündükçe alay etme istediği uyandırıyordu?
Siktir! Bu çok tehlikeliydi! Dört harflinin işleriydi bunlar! Hissetmek benim kitabımda yoktu! Olamazdı!
“Beni bırak da kendini düşün! Seni uyarmaktan yoruldum.” diye o öfkeyle döndüm. Ve çarşaf giymiş kadının yüzüne çektiği peçeden sadece görünen gözlerindeki yangına düştüm. Beni öfkesine boğmak istercesine bakıyordu.
“Kalacak bir yer bulmalıyız.” diyerek elimi koluna attım. Ama kumaşa rağmen hissettiğim sıcaklıkla nefesimi tuttum.
“Kaçıyorsun!” diye peşimden gelirken homurdandı.
“Uzun süredir tek yaptığım bu. Ve çok iyiyimdir. Hatta en tek en iyisi!” dedim çıktığımız sokakta fazla dikkat çekmeden yürümeye başladığımda.
Şu an ki konudan uzaklaşmak için çarşıda alacaklarımı ve kalacağımı yeri düşünmeye başladım. Ama aklım hala o bahçede barakanın köşesinde kalmıştı. Dünyayı düşünsem bile gitmiyordu. Bu kadar açık sözlü ve cesur bir kadın tanımamıştım.