Çöldeki biyoteknolojik yapının çöküşü, geceyi bir toz ve duman bulutuyla kaplamıştı. Molozların arasında, Ay’ın soluk ışığı altında duruyorduk; İrfan, demir çubuğunu yere saplamış, nefes nefese bana bakıyordu. Mahir, veri çubuğunu göğsüne bastırmış, etraftaki sessizliği tarıyordu. Erol, kristal devre dışı bırakıcıyı elinde tutuyor, gözleri uzaklara dalmıştı. Leyla, zırhlı aracın kapısına yaslanmış, silahını omzuna atmış, bize gülümsüyordu—ama gülümsemesinde bir yorgunluk, bir yaşanmışlık vardı. Gözlerimdeki kristal, tamamen susmuş gibiydi, ama Nehir’in son sözleri—“Artık tamamen benimsin”—zihnimde bir yara gibi kanıyordu. İçimde bir his, bu zaferin bir yanılsama olabileceğini söylüyordu.
“Başardık, değil mi?” dedi İrfan, sesinde umut ama bir o kadar da şüphe. Elimi gözlerime götürdüm; kristalin titreşimi yoktu, ama bir boşluk, bir eksiklik vardı—sanki zihnim, Luna Ağı’yla olan bağını hâlâ tam kesememişti. “Bilmiyorum,” dedim, dürüstçe. “Nehir… o yapıyı bilerek mi yok etti, yoksa biz mi kazandık?” Leyla öne çıktı, silahını yere bırakarak. “Nehir, kaybetmeyi sevmez,” dedi, sesi sert ama yorgun. “Ama o çekirdeği yok ettin, Orhan. Ağın kalbiydi. En azından şimdilik, avantaj bizde.”
Mahir veri çubuğunu kaldırdı, gözlerinde bir kararlılık. “Bu veriler,” dedi, “Nehir’in tüm kirli işlerini ortaya çıkaracak. Denekler, deneyler, Luna Ağı… Dünyaya açıklarsak, onu durdurabiliriz.” Erol başını salladı, ama kaşları çatılmıştı. “Eğer ağ gerçekten bir zihinse,” dedi, fısıldayarak, “o zaman bu veriler sadece bir parça. Nehir, başka düğümler kurmuş olmalı. Ve Orhan…” Bana döndü, gözlerinde bir endişe. “Sen hâlâ onun radarındasın. Kristal, devre dışı gibi görünüyor, ama tamamen emin olamayız.”
O anda, gökyüzü bir kez daha yırtıldı—ama bu bir dron vızıltısı değil, çok daha derin, çok daha tehditkâr bir sesti. Ufukta, çöldeki molozların ötesinde, bir ışık patlaması belirdi; sanki yerin altından bir şey yükseliyordu. Gözlerim, otomatik olarak tarama yaptı; bir görüntü, zihnimde netleşti: yerin altında, dev bir tesis, binlerce kapsül, ve her birinde bir denek—zihinleri, Luna Ağı’na bağlı, ama bu kez farklı bir amaç için. “Bu… bir fabrika,” dedim, nefes nefese. “Nehir, denekleri çoğaltıyor. Zihinleri değil, bedenleri.”
İrfan şaşkınlıkla bana baktı. “Bedenleri mi?” dedi, sesi titreyerek. “Ne demek bu?” Leyla dişlerini sıktı, silahını tekrar eline aldı. “Biyoteknolojik klonlama,” dedi, soğukkanlılıkla. “Nehir, sadece zihinleri ağa yüklemekle yetinmedi. Bedensiz bir ordu, kontrolü zor olurdu. Ama klonlar… Onlar, mükemmel askerler.” Erol yüzünü buruşturdu. “O yüzden çekirdeği feda etti,” dedi. “Bizi oyalamak için. Asıl planı, yer altında.”
Gözlerimde bir parlama oldu—zayıf, ama gerçek. Tesisin şeması, zihnimde belirdi: giriş, çöldeki bir kaya oluşumunun altında, gizli bir tünel. “Oraya gitmeliyiz,” dedim, kararlılıkla. İrfan elimi tuttu, gözlerinde korku ama kararlılık. “Orhan, bu bir tuzak olabilir,” dedi. “Gözlerin… seni ona mı çekiyor?” Haklı olabilirdi, ama başka çaremiz yoktu. “Eğer durursak,” dedim, “Nehir kazanır. O tesisi yok etmeliyiz.”
Leyla başını salladı, aracı işaret etti. “O zaman hadi,” dedi. “Ama bu kez, yalnız değiliz.” Aracın bagajını açtı; içinde silahlar, patlayıcılar ve bir dizi teknolojik alet vardı. “Nehir’in düşmanlarıyım dedim ya,” dedi, gülümseyerek. “Bir direnişimiz var. Ve sizi bulmam tesadüf değildi.” Mahir kaşlarını kaldırdı. “Direniş mi?” dedi. “Kimsiniz siz?” Leyla omuz silkti. “Eski denekler, kaçan bilim insanları, Nehir’in yok ettiği hayatların intikamını almak isteyenler. Hepimiz, aynı düşmanı paylaşıyoruz.”
Araca bindik; Leyla gazı kökledi, çöldeki kaya oluşumuna doğru sürdü. Dronlar, hâlâ gökyüzünde bir gölge gibi takip ediyordu, ama Leyla’nın aracı, onların lazerlerine dayanıklıydı. “Orhan,” dedi Leyla, aynadan bana bakarak. “Gözlerin, bizim rehberimiz. Ama dikkatli ol. Nehir, seni kullanabilir.” Başımı salladım, ama içimde bir huzursuzluk büyüyordu. Kristal, sessizdi, ama zihnimde bir yankı vardı—Nehir’in sesi, zayıf ama ısrarcı: “Bana karşı koyamazsın.”
Kaya oluşumuna ulaştığımızda, Leyla aracı durdurdu. Tünelin girişi, bir mağara gibi gizlenmişti; kapısı, biyoteknolojik bir zarla kaplıydı—sanki canlı bir organizma gibi nabız atıyordu. “Bu iğrenç,” dedi İrfan, çubuğunu kaldırarak. Mahir bozucuyu hazır tuttu, Erol ise kristal cihazını bana uzattı. “Eğer bir şey ters giderse,” dedi, “bunu kullan. Ama… seni kaybedebiliriz.” Derin bir nefes aldım. “Risk alacağım,” dedim.
Tünele girdik; içersi, bir yeraltı şehri gibiydi—koridorlar, cam tüpler, ve her yerde kapsüller. Ama bu kapsüller farklıydı; içinde denekler değil, klonlanmış bedenler vardı—benim yüzüm, benim gözlerim, ama ruhsuz, hareketsiz. “Bu… ben miyim?” dedim, korkuyla. Leyla başını salladı. “Nehir, seni kopyalıyor,” dedi. “Zihnini ağa, bedenini ise bu fabrikaya bağlıyor.” İrfan öfkeyle bir tüpe vurdu; cam çatladı, ama klon hareket etmedi. “Bunu durduracağız!” dedi, dişlerini sıkarak.
O anda, tünel sarsıldı; bir alarm çaldı, kırmızı ışıklar yanıp sönmeye başladı. Gözlerimde bir görüntü: Nehir, tesisin merkezinde, bir kontrol odasında, bir ordu klonun başında. “Orada,” dedim, işaret ederek. Koştuk, koridorlarda dronlarla çarpışarak. Leyla ateş etti, Mahir bozucuyu çalıştırdı, İrfan çubuğunu savurdu. Erol, kristal cihazını hazır tuttu. Kontrol odasına vardığımızda, Nehir bizi bekliyordu—ama yalnız değildi. Yanında, dev bir ekran, ve ekranda… benim yüzüm. Ama bu ben değildim—bir klon, zihni ağa bağlı, konuşuyordu: “Orhan, teslim ol. Biz biriz.”
İrfan öfkeyle bağırdı, Nehir’e atıldı, ama bir klon öne çıktı, onu durdurdu. “Orhan,” dedi Nehir, gülümseyerek. “Bu, sonun değil. Başlangıcın.” Tableti kaldırdı; gözlerimde bir acı patladı, zihnim bulanıklaştı. Ama pes etmedim. Erol cihazı çalıştırdı; kristal sustu, zihnim özgürleşti. “Leyla!” dedim, nefes nefese. “Çekirdeği yok et!” Leyla bir patlayıcıyı kontrol odasının merkezine fırlattı; patlama, her şeyi yuttu.
Koştuk, tünel çökerken. Dışarı çıktığımızda, tesis alevler içindeydi. İrfan bana sarıldı. “Bitirdik mi?” dedi. Gözlerim, Ay’a kilitlendi—sessiz, ama hâlâ orada. “Bilmiyorum,” dedim. “Ama Nehir… hâlâ bir yerlerde.” Leyla gülümsedi. “O zaman buluruz,” dedi. “Birlikte.” Veri çubuğunu kaldırdım; dünya, gerçeği öğrenecekti. Ama içimde bir titreşim vardı—zayıf, ama gerçek. Luna Ağı, hâlâ mı çağırıyordu?