Toz ve Kir

1193 Words
cccccccccccccccccccccm Kilikya Kulesi’nin gölgesinden uzaklaşırken, şehrin sokakları duman ve kaosla doluydu. Patlamanın yankıları hâlâ havada asılıydı; kulenin cam cephesinden dökülen kırıklar, sokaklarda kristal bir halı gibi parlıyordu. İrfan, demir çubuğunu hâlâ elinde tutarak önden koşuyordu, nefesi kesik kesikti. Mahir, veri çubuğunu cebine sıkıca bastırmış, etrafı kolaçan ederek peşimizden geliyordu. Erol, yaşlı bacaklarıyla zar zor yetişiyor, ama gözlerinde kararlı bir parlama vardı. Ben ise gözlerimdeki kristalin sessizliğini tartmaya çalışıyordum—parlama durmuştu, ama içimde bir huzursuzluk, bir iz kalmıştı. Nehir’in son sözleri zihnimde dönüyordu: “Luna Ağı, bir sunucudan ibaret değil. Ve sen, Orhan… hâlâ bir parçamsın.” “Bu taraftan!” diye bağırdı İrfan, bir ara sokağa saparak. Dronların vızıltısı hâlâ uzaktan geliyordu, ama artık daha dağınıktı, kontrolsüzdü. Kuledeki sunucunun çökmesi, Nehir’in ağını sarsmış olmalıydı, ama tamamen yok etmemişti. “Nereye gidiyoruz?” dedim, nefes nefese, İrfan’a yetişmeye çalışarak. “Bilmiyorum!” dedi, omzunun üzerinden bana bakarak. “Ama durursak, yakalanırız.” Mahir araya girdi, sesi gergin ama kontrollü. “Erol’un atölyesine geri dönelim. Orası hâlâ güvenli. Verileri incelememiz gerek.” Erol başını salladı, ama yüzünde bir tereddüt vardı. “Veriler önemli,” dedi, soluk soluğa. “Ama Nehir… o pes etmeyecek. Kule sadece bir merkezdi. Luna Ağı’nın başka düğümleri olmalı.” Gözlerime baktı, sanki içimdeki kristali görebiliyormuş gibi. “Ve sen, Orhan… hâlâ onun radarındasın.” Elimi gözlerime götürdüm; kristalin titreşimi yoktu, ama Erol’un sözleri bir bıçak gibi saplandı. “Bunu nasıl durduracağız?” dedim, sesim titreyerek. “Beni ondan nasıl kurtaracağız?” Erol sustu, sonra cebinden kristal devre dışı bırakıcıyı çıkardı. “Bu,” dedi, “sana özgürlüğünü verebilir. Ama riskli. Kristali tamamen devre dışı bırakırsak, görme yetini kaybedebilirsin. Ya da… daha kötüsü.” İrfan öfkeyle Erol’a döndü. “Daha kötüsü mü? Ne yani, zihnini mi kaybedecek?” Erol başını eğdi, yorgun bir iç çekişle. “Bilmiyorum,” dedi. “Ama kristal, senin sinir sistemine entegre. Onu çıkarmak, seni yeniden inşa etmek gibi. Ve biz… bunu yapacak teknolojiye sahip değiliz.” Mahir elini omzuma koydu. “O zaman başka bir yol buluruz,” dedi, kararlılıkla. “Verilerle Nehir’in ağını çökertebiliriz. Ama önce bir nefes almalıyız.” İrfan homurdandı, ama razı oldu. “Tamam,” dedi. “Atölyeye gidelim. Ama Orhan, gözlerin… bir şey görürsen, hemen söyle.” Başımı salladım, ama içimde bir korku büyüyordu. Gözlerim, artık sadece görme organım değildi—bir kapıydı, Nehir’in dünyasına açılan bir kapı. Şehrin batısına, Erol’un atölyesine doğru koştuk. Sokaklar, patlamanın ardından kaosa teslim olmuştu; insanlar pencerelerden bakıyor, siren sesleri uzaktan yükseliyordu. Ama dronlar hâlâ peşimizden geliyordu; vızıltıları, rüzgârın arasında bir gölge gibi takip ediyordu. Gözlerim, kendi kendine tarama yaptı; bir görüntü belirdi—atölyenin çevresinde bir hareket, ama bu dron değildi. İnsan siluetleri, silahlı, organize. “Durun,” dedim, fısıldayarak, İrfan’ı kolundan tutarak. “Atölye güvenli değil. Bizi bekliyorlar.” İrfan kaşlarını çattı, çubuğunu sıktı. “Nehir mi?” dedi. Başımı salladım. “Bilmiyorum. Ama bir ekip var. Üç, belki dört kişi.” Mahir bozucuyu kontrol etti. “O zaman başka bir yer bulmalıyız,” dedi. Erol bir an düşündü, sonra fısıldadı: “Bir yer var. Eski bir depo, şehrin kenarında. Kilikya’nın ilk deneyleri orada yapıldı. Terk edilmiş, ama… Nehir orayı unutmuş olabilir.” İrfan ona ters bir bakış attı. “Unutmuş mu? Senin eski dostun, değil mi? Bizi yine bir tuzağa mı çekiyorsun?” Erol başını salladı. “Hayır,” dedi, sertçe. “O depoda, Nehir’in projesine karşı çıktığımda saklandım. Güvenli.” Gözlerimde bir parlama oldu; depo, zihnimde belirdi—eski, paslı bir yapı, içinde kırık makineler ve tozlu kutular. Ama bir şey daha vardı: bir sinyal, zayıf ama tanıdık. “Erol,” dedim, sesimi alçaltarak. “Depoda bir şey var. Aktif bir cihaz.” Erol şaşkınlıkla bana baktı. “Ne? Emin misin?” Başımı salladım. “Gözlerim… görüyor.” İrfan elimi tuttu. “Orhan, bu bir tuzak olabilir,” dedi, endişeli bir sesle. “Gözlerin seni ona mı çekiyor?” Bir an sustum, ama sonra karar verdim. “Öğrenmeliyiz,” dedim. “Eğer Nehir’in iziyse, onu orada bitiririz.” Depoya doğru yöneldik, şehrin kenarındaki terk edilmiş bir sanayi bölgesine. Dronların vızıltısı zayıflamıştı, ama hâlâ oradaydı, gölgelerde saklanıyordu. Depo, karanlıkta bir dev gibi yükseldi; kapısı paslı, ama hafif aralıktı. İrfan çubuğunu kaldırdı, Mahir bozucuyu hazır tuttu, Erol ise kristal cihazını sıktı. “Hazır mısınız?” dedim, fısıldayarak. İrfan gülümsedi, o meydan okuyan gülümsemesiyle. “Her zaman.” Kapıyı itip içeri girdik. Depo, toz ve küfle kaplıydı; raflarda eski makineler, kırık ekranlar ve kutular vardı. Ama gözlerim, bir köşeye kilitlendi—bir terminal, zayıf bir ışıkla yanıp sönüyordu. “Orada,” dedim, işaret ederek. Mahir terminale koştu, ekranı inceledi. “Bu… bir yedek sunucu,” dedi, şaşkınlıkla. “Luna Ağı’nın bir parçası. Nehir, kuleyi kaybedeceğini biliyordu.” Erol terminale yaklaştı, kabloları kontrol etti. “Eğer bunu yok edersek,” dedi, “ağı büyük ölçüde çökertebiliriz. Ama dikkatli olmalıyız—bir alarm tetikleyebilir.” O anda, gözlerimde bir görüntü belirdi—deponun dışında, gölgeler hareket ediyordu. “Bizi buldular,” dedim, panikle. İrfan kapıya koştu, çubuğunu hazır tuttu. “Kaç kişi?” dedi. “Beş,” dedim, görüntü netleşirken. “Silahlı. Ve… Nehir.” Mahir bozucuyu terminale doğrulttu. “Verileri kopyalayalım, sonra yok edelim,” dedi. Erol başını salladı, bir veri çubuğu taktı. Ama o anda, kapı gürültüyle açıldı. Nehir, karanlıkta belirdi; yanında silahlı adamlar, dronlar havada vızıldıyordu. “Orhan,” dedi, gülümseyerek. “Bu kadar ısrarcı olman etkileyici.” Tableti elinde tutuyordu, ekranında benim verilerim parlıyordu. “Ama bu oyunu kaybettin.” İrfan öne atıldı, ama dronlar hemen tepki verdi, metal kolları havayı yardı. Mahir bozucuyu çalıştırdı, ama dronlar sadece yavaşladı. Erol kristal cihazını kaldırdı, bana baktı. “Orhan, şimdi!” dedi. Cihazı çalıştırdı; gözlerimde bir acı patladı, ama zihnim açıldı—terminalin sistemine sızdım. Veri akışları, şifrelemeler, hepsi önümdeydi. Yok et. Komutu girdim, ama Nehir tablete dokundu; gözlerimde bir çekilme hissi, sanki zihnim tekrar Luna Ağı’na çekiliyordu. “Hayır!” diye bağırdım, ellerimle başımı tutarak. İrfan bir dronu devirdi, Nehir’e doğru koştu. “Onu bırak!” diye haykırdı. Ama Nehir hızlıydı; tableti kaldırdı, bir komut girdi. Gözlerim karardı, zihnimde Ay’ın tozlu yüzeyi belirdi. “Orhan,” dedi Nehir’in sesi, zihnimde yankılanarak. “Bana karşı koyamazsın.” Ama pes etmedim. Zihnimi zorladım, terminalin sistemine tutundum. Çök. Komut zincirini kırdım, terminal karardı, dronlar yere yığıldı. Gözlerim açıldı; depoda, yerdeydim, İrfan bana sarılmıştı. “Orhan!” dedi, nefes nefese. “Geri döndün!” Nehir, terminalin başında donakalmıştı; tableti düşmüştü. “Bu… imkânsız,” dedi, fısıldayarak. Ama o anda, Erol kristal cihazını ona doğrulttu. “Bitti, Nehir,” dedi. “Ağ çöktü.” Nehir gülümsedi, zayıf ama tekinsiz. “Öyle mi sanıyorsun?” dedi. “Luna Ağı, bir zihindir. Ve Orhan, onun bir parçası.” O anda, depodan bir patlama sesi geldi; duvarlar sarsıldı. “Kaçın!” diye bağırdı Mahir. Koştuk, deponun arka çıkışına ulaştık. Nehir ve adamları dumanın içinde kayboldu. Dışarı çıktığımızda, şehir alevler içindeydi—Nehir’in son hamlesi mi, yoksa başka bir şey mi, bilmiyorduk. İrfan elimi tuttu. “Nasılsın?” dedi, gözlerime bakarak. “Bilmiyorum,” dedim, dürüstçe. “Ama hâlâ buradayım.” Erol veri çubuğunu kaldırdı. “Bu,” dedi, “her şeyi değiştirecek.” Ama gözlerimde bir titreşim vardı—zayıf, ama gerçek. Nehir, hâlâ bir yerlerdeydi. Ve ben, hâlâ onun gölgesinde miydim?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD