Bir Ateşe Atılmışım...

1922 Words
Hiç bu kadar sevilir mi ya da değmeyecek biri için gurur yere serilir mi? sorularına tek kelimelik cevap olarak; "ben" diyecek kadar deliyim. Herkesin zamanın hızına yetişememekten dert yandığı çağda bendeniz; zamanın durağanlığından dert yananlardanım. İstanbul'a gelişimin üçüncü gününde dönüş vaktine bir asır kalmış gibi sabırsız hissediyorum kendimi. Zaman geçemedikçe benim içim geçiyor ve bu, sandığınız kadar dayanılır bir durum değil. Kendi evime üç yıl sonra gelişimin, onun yurt dışından dönüşüne rastlaması, eminim ki her kulvarda çölde kutup ayısı tarafından öpülen bedeviyi geçer. Bu durumun ağırlığından kurtulmak için kendimi eğleyecek aktiviteler arıyorum lakin, bu arayışım ne yazık ki hava muhalefetine takılıyor. Mete Oroloji beyin dediğine göre ülkenin batısı, 10 gün boyunca ya gök gürültülü sağnak yağışlı, ya çok bulutlu ya da yüksek yerlerde kar bekleniyor. Yükseklere kar yağıyor benim içime de har! Bugün Pazartesi ve annem eczanede yoğun bir gün geçirirken, babam da üniversitedeki kurul toplantısı için karşıya geçti. Puslu İstanbul havasında sevdiğim aktivitelerden biri olan, Üsküdar - Eminönü vapurunun güvertesinde çay simit keyfi yapmak ile anneme yardım etmek arasında karasızlık yaşadığım dakikalarda 'canım anam arıyor' yazısı beliriyor ekranda. Kadın resmen karar organı. Bakın nasıl içimdeki ikileme anında çözüm bulacak. " Şule, annem. Makine bitmiştir şimdi. Sana zahmet seriver çamaşırları kapalı balkona. Sonra da aşağı gel. Çırak annesini hastaneye götürecek yalnızım bir iki saat." Ben size demedim mi? " Tabii hanımım, nasıl isterseniz. Beyimin ütüleneceği var mı? Gelmişken onları da aradan çıkarayım." " Kız ben seni niye doğurdum? Anana çamaşır sermeyeceksin de kime sereceksin?" " Anne kurutma makinesi diye bir şey var, haberin yok mu?" " Var kız, olmaz mı? Ama yangın çıkarıyormuş onlar. Hayatta sokmam eve." " Tamam anne. Kapat hadi kapat. Çok yazdı telefon. Millet senin faturalarını ödemek için hasta oluyor, hasta. Vicdansız kadın!" Gördüğünüz üzere yaşadığım masum kararsızlığım da Gülden hızıyla çözüme kavuşmuş durumda. Kalkayım da Cihan azabının balkonunun bitişiğindeki kapalı balkona asayım kendi(mi) çamaşırlarımı. Çoğu kötü huyumu tembel zaman törpülemiş olabilir ancak ne yaparsa yapsın bir iş yaparken, dünya ile bağlantımı kesip şarkı söylememe çare bulamamıştır. Nitekim mayınlı tarlaya çamaşır sererken; bana göre hislerimin tercümanı olan fakat dışarıdan bakıldığında sıkı gönderme olarak gözüken bir eser ile babamın kar gibi beyaz atletini idam ediyorum şu an. Ortamlarda adı geçince, gerçek gam zedelerin önünü iliklediği şarkı şu an dilimde. "Değersiz mi benim aşkım, yalanlara kattın beni" derken sesimin titrediğini fark edince kendime kızıyorum yeniden. Bana bu sokağın havası kesinlikle yaramıyor. Ankara'nın gri resmiyetini, boğazın eşsiz manzarasına tercih edecek kadar biçareyim çünkü. Derin bir nefes alıp kendime geliyorum ve son yıllarda kazandığım takıntıların yansımasına bakıyorum çamaşırlıkta. Her şey kategorilere ayrılmış ve büyüklüklerine göre sıralanmış durumda. Psikoloğumun beni sürekli OKB 'ye ( Obsesif Kompulsif Bozukluk) yaklaştığım konusunda uyarması bir kulağımdan girip diğerinden çıktığı için, bana sadece eserimle övünmenin verdiği haz kalıyor. Pantolonumun arka cebine koyduğum telefon titreyince bir anlık boşlukta deli dürtmüş gibi irkiliyorum. Arayan; canım dostum Deniz. "Selam güzellik, yaşıyor musun? Ses seda çıkmayınca patronla görüşüp senin yayına da çökerim diyordum." "O biraz zor Deniz aslanı. Adamın aklını alırlar." "İyi misin?" "İyi olmaya çalışıyorum, diyelim." "Yeniden karşılaştınız mı?" "Evet. Sanki bütün dünya benimle alay ediyor. Korkularımın üzerine jet hızında gidiyorum. Ya da korkularım benim üzerimden geçiyor olabilir. Garip bir durum anlayacağın." " Sabırlı ol. Buraya dönmene çok az kaldı. Bak bir günün daha çoğu bitti." "Bilmiyorum Deniz. Ne düşüneceğimi, nasıl davranacağımı bilmiyorum. Provasını yaptığım her karşılaşma elimde patladı. Konuşulacak çok şey var ama birimiz sağır, diğerimiz ise dilsiz." "Şule hanım, görüşmemiz yayın kalitem açısından kaydediliyor. Sen yokken kullanırım ben bu lafları, haberin olsun." " Deniz bey, dua edin sizi çok seviyorum. Yoksa ümüğünüzü sıkmam işten bile değil." " Sen bana asla kıyamazsın. Sen kimseye kıyamazsın, kendinden başka." " Her seferinde nezaketle laf sokmak nasıl bir duygu? Ben de yaşamak isterdim. Neyse geldiğimde sende kalırım haberin olsun. O saatte Tunalı'ya geçemem. Ama anahtarı evde unutmuşum. Benim için kapıcıya bıraksan olur mu? Seni uyandırmak istemem." " Saçmalama güzelim. Çayı koyar kahvaltıyı hazırlarım ben. Bir şeyler yer öyle uyuruz." " Vallaha mı? Saçımı da örer misin?" " Saç ne alaka kızım ya. Neden konudan konuya atlıyorsun? Şimdi kes saçmalamayı da dünün raporunu ver. Ama şeyden başla anlatmaya; göt üstü düştüğün yerden." Beygir herif. Dün gece arayıp gün boyu olanları anlatmıştım. O da saat başı arayıp beygir gibi kişneyerek gülmüştü yaşadıklarıma. Hikayenin başlangıcını zaten biliyorsunuz. Eniştemin üçüncü katından zemine çakıldığımda izleyicilere oldukça komik bir sahne sergilemiştim. Herkes gülerken, kuru kemiklerimin müthiş popomun etlerini ezmesi sadece benim canımı yakıyordu. Sanırım kuyruk sokumum da incinmişti. Gün boyu ne yanıma oturayım diye debelendiğimden herkes durup durup gülmeye başlıyordu. Ve yanımıza katılan her kişi ile birlikte vaka yeniden canlandırılmaktaydı. Hem acıdan hem de artık gülmeleri kanıma dokunduğundan yüzüm asılınca dünyanın en Mutlu eniştesi beni kanatlarının arasına almış ve mutfağa götürüp, zulasından cezerye vermişti. Bakın öyle herkese vermez ama ben başkayım. Sema ablama ve Mete abiye attığım trip de yavaş yavaş etki göstermeye başladığında, Halide Ne Edip Plan Yapar, yeni planını ortaya atmıştı. " Çocuklar Pazar günü ne işiniz var sizin evde? Çıkın dolaşın, gençsiniz ayol. Zaten Şule'cim de kısa bir süreliğine burada. Kız biraz kafasını dağıtsın." " Halacım, insanlar benim için program yapmak zorunda değil. Belki dünün yorgunluğunu atmak için dinlenmek isterler." Ben ne dedim de bu kadın bana Müge Anlı gibi bakıyor şimdi? " Şule, illa açık açık söylemem mi lazım? Gidin de kocamla yalnız bırakın beni ayol." Sema balam içtiği meyve suyunu ortalığa septirirken bu kez gülme sırası bendeydi. " Hala kız, yapsanıza bana 0 km bir kuzen. Bunun son kullanma tarihi dün gece doldu. Nişanlı nişanlı sevilmez de bu şimdi ıyyy" Lafı sözü dinlenir, espirilerine gülünür bir kız olduğumu az çok anlamışsınızdır. Halam bu sözlerim üzerine yeni yetme genç kızlar gibi kırıtırken, eniştem de olmayan bıyıklarını buruyordu. Mete abi gülmemek için kendini zor tutuyor, Sema kız ise sinirden gözleriyle beni dövmekteydi. Şimdi herkes ne yapıyor, nasıl tepki veriyor diye anlatırken, ortamdaki yeni kişinin de durumunu paylaşmak gerekir. Eray beyciğim ise ben gülünce gülüyor, somurtunca şefkatle bakıyor ve konuşurken heyecanla dinliyordu. Ayol şimdi fark ettim de bu bey, geldiğimden beri beni kesiyordu. Ne yalan söyleyeyim, halasına çeken her vefalı kız gibi ben de biraz süzülmedim değil. İnsan beğenilince kaypak birine dönüşüyormuş, güzel bir his. Beğenilme duygusu yeni yeni edindiğim bir kazanım olduğu için, emsallerime göre bir ton daha kırmızıya çaldığım söylenebilir. Nihayetinde Fethi Paşa Korusu'na çıkıp, manzara eşliğinde yemek, çay, sohbet yapmaya karar verince ben üzerime kabanımı ve çantamı almak üzere eve döndüm. Üzerimdeki kombin etkinliğe gayet uygundu. O yüzden ekstra bir şey yapmadım. Çıkarken bizimkilere tekmil verip, dışarıda beni bekleyen üçlünün yanına geldiğimde, Mete abi hemen nişanlısının eline yapışmış ve önden önden yardırmıştı. Tabii sayısalcı adam, romantik ortam oluşturmayı pek beceremediği için, arkadan bakınca ne kadar komik göründüğünü bilmiyordu. Uzun kabanımın önündeki kuşağı düzgün bir fiyonk yapmayı nihayet başardığımda, zafer kazanmış bir asker edasıyla omuzlarımı dikleştirdim. Oldukça yakından gelen kıkırtının sahibi Eray'dı. Ben deminden beri kuşak bağlamakla uğraşırken bu adam hep dibimdeydi değil mi? O zaman ciddi bir iş yaparken, ağzımın yüzümün aldığı garip şekilleri de görmüştür. Dedim; "Şule bugün daha ne kadar rezil olabilirsin ki kızım? Koy götüne rahvan gitsin." Eray dahil, on adım önden yürüyen taze nişanlılar yine ayarsız şekilde gülünce ben az önce içimden söylediğim şeyi, kamuoyuna arz ettiğimi fark etmiş oldum. Demek ki neymiş? Sokak ortasında kimsenin bir yerlerine koymayacakmışız. Hava bu kadar soğukken bizim dışarıda ne işimiz var sorunsalını bir kenara bırakıp, bu çileye Fulya'yı da dahil etmek istemiştim. Guruba önerdiğimde ise Sema ablanın çoktan haber verdiğini öğrendim. Adım gibi emindim ki, bizden önce gidip her zaman oturduğumuz masaya anlı şanlı bayrağımızı dikecekti. O masa Fulya için takıntı mahiyetinde. Çünkü lisede okuldan kaçınca geldiğimiz korunun en sote yeri. Bütün masaları denemiş ve en güvenlisinin o olduğuna kanaat getirmiştik. Hem her yeri gören hem de hiçbir yerden görünmeyen enteresan bir konumdaydı. Korudaki kafe / restoran bölümüne geldiğimizde tahminlerimde yanılmadığımı gördüm. Sanki dün görüşmemişiz gibi abartılı sarılmamızın üzerinden yerlerimize yerleştik. Henüz açlık hissetmediğimiz için içecek bir şeyler söylemiştik. Korunun bana göre speciali olan sıcak reyhan şerbeti, buraya her geldiğimde tek tercihim olurdu. Kışın sıcak, yazın soğuk olarak servis ettikleri içecek, damakta bıraktığı o ferah tat ile beni ekstra mutlu ederdi. Ben reyhan şerbeti isteyince Eray da daha önce denemediğini ve merak ettiğini söyleyerek bana katılmıştı. Kendiliğinden akan muhabbet, bir anda masadakilerin arkama bakıp coşkuyla alkışlamaya başlamasıyla başka bir boyut kazandı. Önümüzdeki hafta, yani 3 Şubat benim doğum günümdü ve o tarihte burada olamayacağım için şimdiden kutlamaya karar vermişlerdi. İşte şimdi neden bu soğukta buraya çıktığımızı anladım. Masaya bırakılan, 6 kişilik krokanlı pasta en sevdiğimdi. Her yiyişimde krokan parçalarının dişimi ağrıtıyor olmasına aldırmaz ve her seferinde aynı iştahla yerdim. Pastadaki mumları üflediğimde yine aynı şeyi diledim. "Allah'ım lütfen bir gün biri beni her kusuruma rağmen sevsin." Annem ve babamın sevgisi şüphesiz öyleydi. Fakat insan, her halükarda kendisini kusursuz hissettiren bir hayat arkadaşına ihtiyaç duyardı. Gözüme kaçan anılarla bir damla da ben katkı yaptım kuraklığa ve gözümden düşen damlayı takip eden Eray'ın yüzünün kasıldığını gördüm. Benim göz yaşı dökmeme üzülmüştü. Bu his bile insanı acayip değerli hissettiriyordu. Pastayı servis etmek için götüren garson da iyi dileklerini iletince samimiyetle teşekkür etmiştim. Benim nazarımda sizi kitlelerin meziyetleriniz ya da maddi varlıklarınız için göstermelik sevmesinden ise, bir avuç insanın her şeye rağmen sevmesi paha biçilmezdi. Tamam belki, beni sevmesini en çok istediğim insan sevmemişti ama ben elimdekilerin kıymetini bilmeyip, kaçan fırsatların arkasından ağlayacak kadar da şükürsüz değildim. İlerleyen saatler pek de umurumuzda değildi. Konuşacak oldukça şey bulmuş ve keyifli bir vakit geçirmiştik. Geldiğimizden beri neşesi eksik olmayan Fulya'nın bakışlarının aniden solmasıyla pek de iyi şeyler görmediğini anlamıştım. ... Banyodan çıkıp odama girdiğimde kulağıma eşsiz bir ses çalındı. Biraz derinden geliyordu ancak, kaynağını bulmak çok da zor olmadı. Odanın, balkona açılan penceresini araladığımda, sesin sahibinin o olduğunu anladım. Asla detone olmayan, yağ gibi akan soft bir ses. Ama söylediği şarkı pek bir manidar. "Değersiz mi benim aşkım, yalanlara kattın beni?" derken neden kalbim sıkışmıştı ki? Şarkıdaki göndermeyi üzerime alınamayacağım kadar mesafeliydi bana. Her ne kadar acı sözler nağmelenmiş olsa da, içten içe muhatabı olmak isterdim. Şarkıyı bir solist edasıyla bitirdiğinde, hayali seyircisine teşekkür etmeyi de ihmal etmemişti. İster istemez bu coşkulu çocuksuluğuna imrendim. Susunca, gittiğini sanarak arkamı dönmüştüm ki, biriyle telefon konuşması yaptığını duydum. Sıradan başlayan muhabbetin ilerleyen dakikalarında, " deniz bey, dua edin sizi çok seviyorum, yoksa ümüğünüzü sıkmam işten bile değil." demişti. Adı Deniz olan bir erkeğe, onu sevdiğini söylemişti. Günlerdir içimi kemiren ihtimal de nihayet ete kemiğe büründüğünde, kendimi sıktığımı anlamam epey sürmüştü. Konuşmanın devamında; anahtarı evde unuttuğunu, dönünce onda kalacağını, ve saçlarını örüp öremeyeceğini soruşunu dinledim. Onun, benim bütün yaptıklarıma rağmen mutlu olduğunu bilmek isterdim. Tabiş onu nişanda gördüğüm güne kadar sorsaydınız. Ancak, onun başkasıyla mutlu olduğu düşüncesi hadsiz bir kıskançlığın tohumlarını suluyordu zihnimde. "Senin onun hakkında her hangi bir duygu beslemeye hakkın var mı?" diye sordu mantıklı yanım. Mantığıma keşke verebilecek bir cevabım olsaydı. Dün koruda karşılaştığımızda onlar bizi fark etmeden önce epeyce izlemiştim masadaki neşeli hallerini. Doğum günü müydü bu gün? Bilmiyordum ki. Hiç merak etmemiştim. Gözünü kapattığında dilediği dilek olmayı düşünmek bile yasak geliyordu bana. Haddim değildi. Nişanda dans ettiği adamın, onu hayran bakışlarla gözünü kırpmadan izleyişine bile bozulmaya hakkım yoktu. Başımı çevirip mekandaki dolu masalarda göz gezdirdiğimde, kimse doğum günü kızına olan hayranlığını gizlemiyordu. Hayran olunasıydı. Ulaşılmaz, ve en uzaktaki yakın. Ve ben ancak; gördüğünde gülüşünü solduran olabilirdim... _____________________________________________________________________________ Bölümlerin kısalığı ile ilgili haklı serzenişleriniz var. Ben de kabul ediyorum kısa olduklarını. Ancak kısıtlı zamanımda yeterince akıcı ve sıkmayan bir hikaye yazmayı amaçlıyorum. Bir bölümü binlerce kelime ile yazmam için, en az 5 bölümlük zaman harcamam gerekli. Bu da iki bölüm arasındaki süreyi açacak ve hikayenin akıcılığı zarar görecek endişesi taşıyorum. Bu nedenle sık sık ve öz bölümler yayınlamaya gayret ediyorum. Güzel ve teşvik edici yorumlarınız için tekrar ve sonsuz teşekkürler.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD