BARIŞMA

1909 Words
MERT Üzerime giydiğim gömleğin düğmelerini iliklerken aynadan kendime bakıyordum. Saçımın istediğim kadar düzgün durmadığını fark edince tarağı tekrar elime alıp düzeltmeye başladım. Benim için saçlarım tüm gün düzenli durması çok önemliydi. "Karşısında biraz daha durursan ayna çatlayacak haberin olsun bal bebeğim." Gülerek yanıma gelen anneme göz kırpıp bozuk yeri iyice düzelttiğimden emin oldum. "Olsun güzelim, yenisini alırız. Bize ayna mı yok?" Ben de gülerek anneme dönüp yanağına sesli bir öpücük kondurdum. "Hadi, daha fazla oyalanma da sofraya oturalım. Kızlar bile aynanın karşısında senin kadar hazırlanmıyor." Annemi kolumun altına alıp söylediklerini çok takmadan kapıya doğru ilerledim. Bir şeylerin düzenli ve tertipli olmasını seviyordum. O yüzden kendi dış görünüşüme de özen gösteriyordum. Bu çevremdeki insanlar tarafından çok eleştirilse de umurumda değildi. Kendimle ilgili olan hiçbir şeyin kararını başkalarından etkilenerek almazdım. Aşağıya indiğimizde babam sofrada çatık kaşlarıyla bizi bekliyordu. "Biraz daha geç kalsaydınız, niye erken geldiniz? Ben akşam yemeğiyle birleştiririz bunu diye düşünmüştüm, boşuna zahmet etmişsiniz!" "Günaydın baba." Babamın sağ tarafındaki yerime otururken annem de karşıma geçti. Onun bu hallerine alışkın olduğumuzdan ikimiz de herhangi bir cevap vermedik. Sofraya birlikte oturmak konusunda ısrarcı olan babam için sabah kahvaltıları biraz sıkıntılı geçiyordu. Benim hazırlanmam uzun sürdüğü için kahvaltıya da geç iniyordum. Annem de genelde beni çağırmak için odama uğradığından erken inemiyordu. Kız kardeşim Hera ise zaten tam bir başıbozuktu. Kız resmen tüm zamanlara muhalefetlik etmek için doğmuştu. Tabii babamın sofraya hep birlikte oturma kuralı da çoğu zaman bundan nasibini alıyordu. "Öğleden sonraki toplantıyı kaçırma sakın, amcan önemli bir anlaşma imzalayacak. Bu ortaklar holding için çok kıymetli. Tanışıp kaynaş. Hatta akşam yemeğe çıkar." Başımı salladım. "Tamam baba, bugün şirkette olacağım zaten hallederim." Elma suyumdan bir yudum alıp sordum. "Sen de bugün şirkette misin?" Babam, anneme çapkın bir bakış atıp konuştu. "Hayır, biz annenle balayına çıkacağız." Annem kıkırdarken ben, gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. "Ne bitmez balayıymış bu baba? Yirmi yıl oldu, hala seneden beş kez balayına çıkarıyorsun annemi!" "Sus sıpa! Benim karım değil mi, çıkaracağım tabii ki. Sana soracak halim yok ya!" Bu sefer kendimi tutamayıp gözlerimi devirdim. "Biliyoruz senin karın olduğunu zaten baba, elinden alan yok merak etme." Babam anında sinirlendi. "Kim benim karımı elinden alacakmış lan?! Onun alnını karışlarım!" "Sen de coşacak yer arıyorsun Arslan. Çocukla çocuk olmasana." Babam bir anneme bir de dönüp bana baktı. "Yavrum bunun çocukluk bir tarafı kalmadı ki. Biz bunu yaptığımızda ben de o yaşlardaydım." Annem, babamın koluna vurarak kızdı. "Arslan! Deme çocuğun yanında şöyle şeyler!" Babam annemi takmayarak yeniden bana döndü. "Neyse, sen bana laf yetiştirme de şu işleri sıkı tut. O cimcime kapacak baronluğu elinden, haberin olsun." Alayla güldüm. "O iş o kadar kolay değil baba. Bunca zamandır uğraşıyorum, Alin'e kaptırmaya hiç niyetim yok." Alin ve ben Arslanlı ailesinin en güçlü iki veliahtıydık. Baron olan amcam Savaş Arslanlı yakın zamanda baronluk koltuğunu ikimizden birine bırakacaktı. Uzun yıllardır en başa geçmek için çalışıyordum. Mafyalıktan pek hoşlandığım söylenemezdi ama Türkiye'nin ileri gelen mafya babalarının bulunduğu konseyi ailemizden birinin yönetmeye devam etmesi gerekiyordu. Arslanlı ailesinin en büyük torunu olarak o kişi ben olmak istiyordum. Tabii Savaş amcamın kızı Alin, oldukça dişli bir rakipti. O da benim gibi küçük yaşlarda baronluk için mücadele etmeye başlamıştı. İkimiz de ergenliğin ilk yıllarından beri holdingteki işlerle yakından ilgileniyor, yeraltı dünyasını da tanımaya çalışıyorduk. Alin, baron kızı olduğu için şanslıydı ama bence ben ondan çok daha iyiydim. O yüzden bu mücadeleyi de kazanacağıma inanıyordum. "Günooo!" Salona giren kız kardeşimle birlikte düşünce denizimden çıkarak bakışlarımı ona çevirdim. Giydiği mini eteğiyle birlikte bize doğru geliyordu. "Hera!" Hera, sanki babam ona çok normal bir tonda seslenmiş gibi rahatça cevap verdi. "Efendim babişko?" Babam, yanımdaki yerine oturan kardeşime kızgın gözlerle baktı. "Kızım ben sana giymeyeceksin şu el kadar etekleri demedim mi?" Her gün diyordu, ben şahittim. Ama muhalefet kardeşim Hera tabii ki bunun tam tersini yaparak her gün böyle giyiniyordu. Hatta dolabında hiç pantolon olmadığına da emindim. Varsa bile ben bugüne kadar hiç görmemiştim. "Ben de sana giyeceğim demiştim baba. Ama görüyorum ki pek ciddiye almamışsın." Hera rahatça ortadaki salatalık tabağına uzanıp bir dilim aldı. Babam hala çattığı kaşlarıyla ona bakıyordu. Annemse ortalığı yumuşatmak için elini onun elinin üzerine koyarak konuştu. "Hadi aşkım, sakince kahvaltımızı yapalım." Babam sanki çok absürt bir şey söylemiş gibi anneme baktı. "Kızımız her gün el kadar eteklerle ortalıkta gezerken nasıl sakince kahvaltı yapabiliriz biz Vera?" "Aman baba, sanki korumaların birinin bakmasına izin veriyor! Etrafımı sarıyorlar duvar gibi, resmen dışarıda bile kapalı alanda oluyorum." Babam daha çok sinirlendi. "Yok bir de baksalardı! Benim kızıma bakacak adam daha anasının karnından doğmadı. S.kerim o p.çi!" "Ay Arslan, kimsenin kızına baktığı yok sakin ol biraz ya!" Annem yine her zamanki gibi babamı sakinleştirmeye çalışırken Hera bana döndü. "Abi, bu haftasonu bizim okulun yılbaşı partisi var. Sen de gelir misin?" Başımı iki yana salladım. "Benim ne işim var orada Hera, sen git." "Ya ama kavalye zorunlu abi. Şimdi ben okuldaki çocuklardan biriyle gitsem ertesi gün babam durduk yere birini öldürmüş olacak." Babam hızla bana döndü. "Annene Hera'nın okul arkadaşlarını öldürmeme sözü verdim. Kardeşinle git oğlum." Nefesimi sıkıntıyla bıraktım. "Bu ergenlerin arasında ne işim var benim baba? Hem madem öyle Hera gitmesin." Hera tabii ki buna hemen itiraz etti. "Daha neler ya, hayatta kaçıramam! Bilmiyor musunuz, ben parti insanıyım. Ben gitmezsem o parti eksik kalır, eksik!" "Keşke bir kere de sen partilerden eksik kalsan kızım!" Hera, anneme ters ters bakarak omuz silkti. Evet, bu kız ailemize sınav olsun diye gönderilmişti. Annem de babam da ona söz geçiremiyorlardı. Ben de zaten çok aşırıya kaçmadığı sürece müdahale etme gereği duymuyordum. Onlarca işim vardı, bir de hiç anarşist kardeşim Hera'ya boşa dil dökemezdim. Elma suyumdan son bir yudum daha alıp ayaklandım. "Annecim biraz daha yeseydin.." Anneme gülümseyip havadan bir öpücük gönderdim. "Doydum annem." "Ne çabuk doydun öyle?" "Öğlen çok yerim, merak etme. Hadi hepinize afiyet olsun, akşam görüşürüz." Babam atıldı. "Ortakları yemeğe çıkarmayı unutma Mert." Başımı sallayıp onayladım. "Tamamdır baba, halledeceğim." "Abi, beni de okula bırak." Şahsi şoförü - hatta şoförleri - olmasına rağmen küçük kardeşim kendini bana bıraktırmayı seviyordu. Araba yolculuğu boyunca metal metal şeyleri son ses açıp kafamı s.kse de kardeşim olduğu için bugün de kafasını torpidoya yapıştırmadan okula ulaşmayı başardık. Arabayı okulun önünde durdurup konuştum. "Buyurun hanımefendi. İyi dersler." Hera uzanıp yanağıma sulu bir öpücük kondurdu. "Görüşürüz abicim. İyi çalışmalar, geç o kaltak Alin'i!" "Hera! Doğru konuş, kuzenin o senin!" Hera omzunu silkip arabadan indi. Alin'le oldu olası anlaşamıyorlardı. Bunda aynı sene doğdukları ve aynı okullara gittikleri için sürekli karşılaştırmaya maruz kalmalarının etkisi büyüktü. Alin fazla zeki bir kızdı. Etrafındaki herkesin arasından sıyrılıp dikkat çekmeyi hep başarıyordu. Üstelik bunun için ekstra bir çaba harcamasına da gerek kalmıyordu. Aslında ikisi de çok güzeldi ama erkekler çoğu zaman benim deli kardeşimdense Alin gibi zarif ve düzgün bir kızla olmayı daha çok tercih ediyordu. Hera, aynı ortamdayken bütün gözlerin sürekli Alin'de olmasını hazmedemiyordu. Alya için de aynısı geçerliydi. Alin onun en yakın arkadaşıydı, sürekli dip dibeydiler. Ve her konuda Alin ondan çok daha iyiydi. Hatta Alya'nın durumu Hera'dan bile beter olabilirdi. Dünyaya sanki salınmaya gelmiş gibiydi. Şu ana kadar başka herhangi bir işte başarılı olduğunu hiç görmemiştim. Matematik yeteneği sıfırdı. Fiziğe, kimyaya kafası zaten hiç basmıyordu. Sözelci desen oturup kitap okuduğu görülmüş şey değildi. Okul hayatı tamamen Bozo amcanın hocalarını tehdit edip dövmesiyle devam ediyordu yoksa hiçbir hoca onu kendi özgür iradesiyle bir sonraki sınıfa geçirmezdi. Aslında salak değildi, hatta kafası zehir gibi çalışıyordu ama işte konu dersler olunca hanımefendinin kılı kıpırdamıyordu. Yine de bunca zamandır Alin'le takılmaya devam etmesini takdir ediyordum. Hera buna gram tahammül edemezsek o, bu konuda hiç egosunu konuşturmuyordu. Onun bir kere bile kuzenimi kıskandığını ya da hakkında kötü düşündüğünü görmemiştim. Baş belası insan lafının üstüne gelir diye bir söz vardı ve kesinlikle doğruydu. Kapı birden açılıp Alya içeriye damladı. "Kızım gidicem, ne biniyorsun arabaya?" Alya sanki onu hiç terslememişim gibi kocaman gülümsedi. "Günaydın!" Gözlerimi devirdim. "Sana da günaydın, in hadi." "Hemen inmeyeyim ya, biraz özlem giderelim." Ona ters ters baktım. "Ne özlemi Alya? Benim ihtiyacım falan yok özlem gidermeye. Ne yazık ki henüz senden özleyecek kadar ayrı kalabilme şansına nail olamadım." Alya saçının buklesini parmağına dolayıp oynamaya başlarken gözlerini süzerek karşılık verdi. "Gizlemeye çalışma boşuna Mert, özlemişsin işte sen de beni." Kaşlarımı çattım. "Nereden çıkardın bunu?" Alya yine kocaman gülümsedi. "E sabahın köründe bana mesaj atmandan çıkardım tabii ki. Özlemesen yazmazdın." "Alya, çaldığın tişörtümü istedim güzelim. Bu özledim mi demek oluyor sence?" Bana yaklaşarak sırnaştı. "Yaa, güzelin miyim gerçekten?" Başımı koltuğun arkasına yaslayıp sabır dilendim. Yok, bu kız cidden benim sınavımdı. "Tişörtümü getirdin mi bari?" Alya başını hızla iki yana salladı. "I ıh." "Alya! O benim en sevdiğim tişörtüm bilmiyor musun?! Git başka bir tanesini çal!" Sonra başımı iki yana sallayarak ekledim. "Ya da çalma hiçbirini! Bu kaçıncı? Senin yüzünden bir kıyafetimi ikinci kez giyinemez oldum!" "Yaa abartma Mert. Hem ben de en sevdiğin diye çaldım onu zaten. En çok onu giyiyordun. Az giydiklerini çalmıyorum ki hiç, niye iftira ediyorsun?" Ona kötü kötü baktım. "Çok giydiklerimi de giymeye devam etmek istiyorum Alya. Kıyafetlerim dolabımdan kendi özgür irademle çıksın istiyorum." Alya omzunu silkti. "O zaman sen de bundan sonra kendi özgür iradenle getir bana tişörtlerini aşkım." Kaşlarım anında çatıldı. "Aşkım deme bana Alya!" "Ama aşkımsın." Sinirle alnımı ovuşturdum. Bu kıza daha fazla laf anlatamayacaktım. "Tişörtümü geri getir!" "Olmaz, artık ben giyeceğim onu." Sonra saçlarını arkasına doğru savurarak konuştu. "Ha tabii sen eğer istersen tişörtünü gelip üzerimde görebilirsin." Bıkmıştım bu kızdan! Uzanıp arabanın kapısını açtım. "İn!" "Yaa, niye sinirlendin ki hemen? Hem merak etmiyor musun tişörtünün benim üzerimde nasıl durduğunu?" Sinirle cevap verdim. "Alya, ben niye merak edeyim böyle bir şeyi? Etmiyorum tabii ki!" Alya elini bacağımın üzerine koyup okşadı. "Hiç mi etmiyorsun?" Elini tutup ittim. Eli, kolu, kaşı, gözü... hiçbir yeri rahat durmuyordu ki bu kızın! "Etmiyorum!" Neyse ki az da olsa morali bozulmaya başlamıştı. "İyi! Gidiyorum o zaman!" Başımla kapıyı işaret ettim. "Git bak, senin için açtım bile." Alya arabadan hızla inerken gözyaşları akmaya başlamıştı bile. Nefesimi sıkıntıyla verdim. Bu kızın en güçlü silahı gözyaşlarıydı yemin ediyorum. Ben de mecburen inip peşinden giderek kolunu tuttum. "Alya.." Yüzü tamamen yaşlarla kaplanmışken başını diğer tarafa çevirip kaçmaya çalıştı ama müsaade etmedim. "Güzelim niye ağlıyorsun?" Hırçınca söylendi. "Güzelin falan değilim ben senin!" Hala daha ağlamaya devam ediyordu. Bu hayatta en nefret ettiğim şeylerden biri Alya'nın ağlamasıydı. Onu bu zamana kadar hiç başka bir sebep için ağlarken görmemiştim. Hep benim yüzümden ağlıyordu. Birlikte büyümüştük. Benim için Alin neyse Alya da öyleydi, üzülüp ağlamasını istemiyordum. Üstelik bunun her seferinde benim yüzümden olmasına da katlanamıyordum. Bu baş belasına gülmek yakışıyordu, ağlamak değil. "Ağlama tamam, sende kalsın tişört." Gözlerime kırgınca bakıp konuştu. "Merak etme, göndereceğim tişörtünü yarın Alin'le." Derin bir nefes aldım. Alya da bu sırada kolunu elimden kurtarmaya çalışıyordu. "Dersim var benim, bırakır mısın?" "Barışalım, öyle git." Alya yutkundu. "Barışacak bir şey yok." Onu nasıl ikna edeceğimi bildiğim için gülümseyerek konuştum. "Vardır vardır. Hadi öpüşüp barışalım." Alya'nın bakışları doğrudan yüzüme çıktı. Hızla atılıp herhangi bir harekette bulunmasına fırsat vermeden dudağının kenarına bir öpücük kondurdum. Saliselik bir şeydi. Sırf Alya ağlamasın, benimle barışsın diyeydi. Ama teni yumuşacıktı. Gözlerim birkaç salise dudaklarında oyalansa da hızla bakışlarımı gözlerine çıkardım. "Barıştık mı?" Bir kez daha yutkundu. "Ben de seni öpeyim öyle barışalım." Bir şey söylemedim. Alya sessizliğimi evet olarak algılayarak parmak uçlarında yükseldi. Dudaklarını dudağımın kenarına bastırdığında benim gibi bir salisede çekmedi. Onun öpücüğü çok daha baskılı ve uzundu. Kendimi garip hissederken dişlerimi sıktım. Alya benim kardeşim sayılırdı. Küçük bir öpücük için b.k b.k hissetmeye gerek yoktu. Kaldı ki Alya bir şekilde beni sürekli öpüp duruyordu zaten, alışkındım. Benim aksime Alya daha alışkın olacak ki hiç benim gibi ne olduğunu şaşırmışa benzemiyordu. Geri çekildiğinde yüzüme bakıp gayet rahat bir şekilde kocaman gülümsedi. "İşte şimdi barıştık."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD