PEYNİR-ZEYTİN

1411 Words
ALYA "Ah, abla! Bırak saçımı, bırak!" Ada'nın çığırtılarını umursamadan saçlarına biraz daha asıldım. Saç falan bırakmayacaktım bu şıllığın kafasında! "Abla deme bana pis hain! Bütün saçlarını yolmaz mıyım şimdi ben senin?!" "Hişt, hişt, hişt noluyo?!" Yanımıza gelen babamı umursamadan Ada'nın saçlarını yolmaya devam ettim. Bu sefer onu elimden babam bile alamayacaktı. "BABA! YARDIM ET SAÇLARIMI KOPARDI BU MANYAK KIZIN! AHH!" "Manyak ha, manyak! Sen ablana manyak demeye utanmıyor musun bacaksız?!" Ben yolabildiğim kadar saçı yolmaya devam ederken babam gelip kardeşim olacak şıllığı elimden aldı. Tabii bir doksanlık babamın hulk güçlerine karşı gelmek biraz zordu. Yaşı elliye dayansa da hala tek koluyla bizi kaldırabilecek kadar güçlüydü. Maşallahtı benim babama! "Kızım bi dur da, bi dur! Allah Allah!" İkimize de ters bakışlar atıp bana döndü. "Kızım kardeşini dövme demiyor muyum ben sana? Sonra matematik sınavından düşük alınca annen sana kızıyor kafasına çok vurdun diye." Gözlerimi devirdim. "Of baba! Bu salağın matematik sınavından yüz değil de doksan sekiz almış olmasında benim ne gibi bir etkim olabilir? Vurduğumdan dolayı olsa on falan alırdı!" Açıklamam babama mantıklı gelirken canına susamış kardeşim Ada hemen atıldı. "Ya baba! Hep ablam yüzünden! Bulduğum sonucu sadeleştirmeyi unuttum bu sınav sabahı kafama vurduğu için!" Kim bilir kafasına o sabah ne için vurmuştum? Şimdi sebebini hatırlayamıyordum ama ben yaptıysam kesin mantıklı bir açıklaması vardır. Sonuçta ben de kimsenin kafasına durduk yerde vurmuyordum yani! Zaten bu cadı da mutlaka hak edecek bir şeyler yapıyordu. "Yav siz niye hiç anlaşamıyorsunuz? Hayır yani nedir benim bu hayatımdaki kadınlardan çektiğim?!" Elini omzuma atarak beni kendine doğru çekti. "Kızım sen niye halanın minyatürü oldun söyle bi de hele bana? Sessiz sakin bir hanımefendi olsan olmuyor muydu be babam? Zaten ailemizdeki kafadan kontak kontenjanı doluydu yani, senin bu açıdan destek vermene hiç gerek yoktu bence." Babam diğer kolunun altına da Ada cadısını alıp merdivenlere doğru ilerlemeye başladı. "Ya baba, ben bu salağa diyorum ki eşyalarıma dokunma. Bu ne yapıyor?" Gözlerimi belerterek cümlemi tamamladım. "EŞYALARIMA DOKUNUYOR!" Bana ait olan şeyleri paylaşmaktan hoşlanmazdım. Özellikle de o şeyi bana Mert aldıysa elini sürenin elini kırmak ya da saçını yolmak mecburiyetinde kalabilirdim. Bu şıllık Ada, Mert'in bana on dördüncü doğum günümde aldığı kolyeyi takmıştı! Yani diyordu ki abla ben artık yaşamaktan sıkıldım, en iyisi sen gel beni öldür! Sabah o kolyeyi Ada'nın boynunda görünce sinirim tepeme zıplamıştı. Tabii envaiçeşit kolyem olduğundan dolayı salak onu diğeriyle karıştırmıştı. Ama yine de bu beni hiç ilgilendirmezdi, Mert'imin bana aldığı hediyelere yanlışlıkla dahi olsa dokunmayacaktı! Aşağıya indiğimizde annem ve küçük kardeşim Toprak masada oturuyorlardı. Annem hem Ada'ya hem de bana kötü kötü bakarak söylendi. "Bir el alemin kızlarına bak, bir de dön benimkilere!" Babam hemen bizi savunmak için atıldı. "Niye öyle söylüyorsun gönlümün sultanı? Benim kızlarımın ikisi de çiçek gibi çiçek!" Toprak hemen sordu. "Baba, baba! Ben ne gibiyim, ben ne gibiyim?!" Babam bizi bırakıp Toprak'ın saçlarına bir öpücük kondurdu. "Sen benim küçük tospağamsın oğlum." Toprak kıkırdayarak babamın onu sevmesinin tadını çıkarttı. Biz de o sırada sofradaki yerlerimize oturmuştuk. "Milletin kızları zarif bir papatya, bizimkiler dikeni bol gül!" "Aşk olsun anne, kırılıyorum ama!" Annem bana gözlerini devirip Toprak'ın tabağına yumurta koydu. "Benim bir suçum yok anne, ortalığı hep bu kızın karıştırıyor!" "Şişt! Yeter da! İtişip kakışmayın da ağız tadıyla bir kahvaltı yapalım." Babamın uyarısıyla ikimiz de susarak tabaklarımıza döndük. Tabii babam her zamanki Bozo'luğunu konuşturarak söylendi. "Ulan sanki fabrikatörüz anasını satayım, şu sofraya bak! Siz beni batırmak mı istiyorsunuz lan?! Niye yirmi çeşit peynir var bu sofrada?!" Tospik hemen atılıp cevap verdi. "On altı çeşit var baba, ben siz gelmeden önce saydım." Babam tospiğin başını okşayıp konuştu. "Aferim benim oğluma." Sonra anneme dönerek söylenmeye devam etti. "Sana söylüyorum Asya hanım!" "Dün alışverişe çıkınca öyle hepsinden alıverdim Mehmet. Neden abartıyorsun?" Babam kaşlarını çattı. "Kızım alışverişe çıktıysan iki çeşit al, üç çeşit al! Niye yirmi çeşit alıyorsun?!" "On altı çeşit baba!" Babam yanlışını düzeltti. "Pardon oğlum. Niye on altı çeşit peynir alınıyor bu eve?!" Tospik tabii susmadı. Ağzındaki zeytin çekirdeğini çıkartıp yeniden konuştu. "Beş çeşit de zeytin var baba. Ama ben bu yeşil olanı hiç beğenmedim." Babam soru dolu bakışlarını yeniden anneme çevirdi. "Canım çekti o an, güzel görünüyordu hepsi. Ayrıca aldım, sana hesap mı vereceğim ben?! Sağda solda koskoca Mehmet Bozo evine zeytin peynir alamıyormuş demesinler diye yaptım bir kere!" Babam çok alakasız bir noktaya takıldı. "Canın mı çekti güzelim?" Elini uzatıp hemen annemin karnını okşadı. Tabii annem elinin üzerine vurup ona öldürücü bakışlar atmayı ihmal etmedi. "Yuh Mehmet, daha neler ya!" "Niye güzel gözlüm? Belki yeni bir junior Bozo geliyordur, olamaz mı?" Babam umut dolu bakışlarla sorusunu bize yöneltirken - çünkü annemden bu konuda hiç yüz bulamıyordu - onu cevapsız bırakmadım. "Valla ben bilmem babişko, sizin yatak odanız beni hiç alakadar etmiyor." Beni alakadar eden tek yatak odasına henüz sahip değildim. Mert'imle evlenip yuvamızı kurduğumuzda ona odamızda... Ay, yine ateş basıyordu bana! "Terbiyesizlik etme Alya! Mehmet sen de çocukların yanında ne biçim konuşuyorsun aşkım?" "Güzelim kötü bir şey demiyorum ki. Kardeş istiyor kızlar, ne yapayım?" Babam yine yardım ister bakışlarını bize çevirdi ama görmemiş gibi yaparak avokado püremden bir çatal aldım. Onların çoluk çocuk işlerine karışacak değildim. Ben sadece Mert'le yapacağımız çocuklara karışırdım, o kadar. Annemle babamın efsanevi bir aşkı vardı. İkisi de bunca seneye rağmen birbirlerini hala deli gibi seviyorlardı. Babamın delilikleri çoğu zaman annemin sinir katsayısını tavana zıplatsa da her şeye rağmen birbirlerine nasıl baktıklarını görüyordum. Onlara bakınca Mert'le kendimi de böyle hayal etmekten geri duramıyordum. Tabii deli olan taraf ben olurdum çünkü Mert'im oldukça sakin bir kişiliğe sahipti. Ben de... Ben de babamın kızıydım işte. Soyadımın hakkını vermekle meşguldüm. Ama yani bir düşününce... Çok güzel olmaz mıydık ya? Ben, Mert ve minik bebeklerimiz.... İnsafsız Mert, yıllarımızı boşuna çar çur ediyordu. En verimli yıllarımızı sevişemeden geçirmemiz hiç hoş değildi! Şahsen ben şu sıralar günde on posta falan atacak enerjiye sahiptim ama beş yıl sonra performansım düşerse hiçbir sorumluluk kabul etmiyordum. Hepsi Mert'in naz etmelerinin suçuydu. Bir erkek de bu kadar nazlı olmazdı ki canım! Ama bir erkeğe nazlı olmak da bu kadar yakışamazdı yani. Her şeyiyle mükemmeldi benim erkeğim! "Günaydıııınn!" Adin halam tüm coşkusuyla yanımıza gelirken hemen ayağa fırlayıp onu karşıladım. Mert'le ıslak hayallere sonra daha müsait bir anda devam ederdim artık. "Hoş geldin Adin halacım!" Adin halam bana sıkı sıkı sarılarak karşılık verdi. "Hoş buldum miniğim!" Annemle ve kardeşlerimle de sarılıp masadaki yerine oturdu. Adin halam bize çok sık geldiği için masamızda belirli bir yeri vardı. Kendisi babamın best friendiydi, kendimi bildim bileli çok yakındık. "Filiz! Bahar! Kızım toplayın şunların yarısını çabuk!" Babam kahvaltılıkları Adin halamdan kaçırmaya çalışsa da her zamanki gibi başarısız oldu. Ama Adin halamın elinden uçan da kaçan da bugüne kadar kurtulamamıştı ki peynirle zeytin kurtulsun. "Bana bak, ödeyeceksin bunların parasını haberin olsun!" Adin halam kaşlarını çattı. "Niye ödüyormuşum be, misafirim ben!" "Misafir mi, peh! Pabucumun misafiri seni! Kızım bir kere misafir dediğin umduğunu değil, bulduğunu yer! Gerçi doğru, sen de evde ne bulursan yiyorsun! Duvarlarımızı bile yedin be lanet karı!" Adin halam reçel sürdüğü ekmeği ağzına atarken gözlerini devirdi. "Hamileydik herhalde Bozo! Ne yapayım yani, beton aşeriyordum. Hem senin duvarların da kalitesizdi zaten, boya tadı geliyordu hep. Yediğimden de bir şey anlayamadım ki!" Bu hikayeyi her duyduğumuzda olduğu gibi bir kez daha güldük. Rivayete göre Adin halam ikinci çocuğuna hamileyken beton aşeriyordu ama kocası Savaş eniştem bu konuda bir şey yapmasına izin vermiyordu. Eh, Adin halam da çareyi bizim duvarları kemirmekte bulmuştu. Gerçi dişleri duvarı koparmaya yetmediği için sadece boyanın üzerine diş izi çıkmıştı o kadar ama babam sanki evin bütün duvarlarını yemiş bitirmiş gibi hala söyleniyordu. Birkaç dakika kimse sesini çıkarmadan tabaklarına gömüldü. Eee bizim de karnımızı duyurmamız gerekiyordu neticede. Tabii bu sessizlik babamın Adin halamın tabağına çatalını uzatmasına kadar sürebildi. "Ne yapıyorsun be, Boz ayı?!" Toprak, Adin halamın babama Boz ayı demesine kıkırdarken biz sessizce onları izliyorduk. "Peynir alıyorum, peynir! Karnımızı doyurmaya çalışıyoruz herhalde burada." "Ya salak mısın ortadan alsana, niye benim tabağımdan alıyorsun?" Babam ona kötü kötü bakarak sorusuna cevap verdi. "Niye olacak, bütün peynirleri tabağına yığmışsın! Bize de bırak Allah'ın cezası!" Adin halam hızla yerinden kalkıp babamın üzerine atıldı. "Kafanı kırayım da gör alçak, puşt!" Adin halam ve babam birbirine girerken ikisi de birbirinin saçına yapışmıştı. Uzun saçı yakalamak kolaydı ama babamın kısa saçlarına bu kadar profesyonelce yapışabilmek Adin halamın seneler içinde geliştirdiği bir özellikti. Babam her seferinde onun saçını başını yolduğu için o da aynı şekilde karşılık vermenin yolunu bulmuştu. Tabii babamın kısa saçları bence Adin halamınkilerden çok daha fazla acıyordu. Adin halam da maşallah gavur döver gibi girişmişti babama. Onlar boğuşurken telefonuma gelen bildirim sesiyle bakışlarımı onlardan çektim. Bildirim çubuğunun üzerinde Mert'in adını görünce heyacanlanarak ayağa fırladım. Mesaj buzlu kekim Mert'tendi!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD