BUZ PRENS

1617 Words
GÜNÜMÜZ ALYA "Alya hadi kızım, okula geç kalacaksın!" Kalsaydım keşke. Bence okula geç kalmamda herhangi bir problem yoktu. Ayrıca benim geç kalmadığım ders de yoktu zaten. Yine de annem artık sussun diye uflaya puflaya yataktan kalktım. Beni her sabah böyle erken saatlerde yataktan ayırmaları hiç mi hiç hoş değildi! Sıcak bağrından kopup ayaklanmak zorunda kaldığım yatağa son kez üzgün bakışlarımı attıktan sonra banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkayıp ihtiyaç gidermenin ardından üzerime elime gelen ilk şortla ince kazağı geçirdim. Şimdi hiç bir de uzun uzun kıyafet seçemeyecektim. Neticede podyuma değil okula gidiyordum. Hadi okulda Mert olsa neyse ama sevdiceğim görmeyeceğine göre süslenmeme de gerek yoktu. Odamın kapısından çıktığımda kardeşim Toprak da üniformasını giyinmiş, boynunda suluğu ve beslenme çantasıyla merdivene ilerliyordu. Boyna suluk takmayı saçma bulduğumdan onu ne zaman böyle görsem gülerdim ama şimdi bir kez daha küsmesin diye sesimi çıkarmadım. O da beni görünce temkinli adımlarla yanıma yaklaştı. Biliyordu dalga geçeceğimi ama iyilik günüme denk gelmişti sıpa. "Günaydın abla." Kendime çekip başının tepesine bir öpücük bıraktım. Sıpaydı falan ama tatlı çocuktu vesselam. Zaten benim anamla babamdan da tatsız çocuk çıkmazdı. Sadece bana bakarak bile bunu anlayabilirdiniz. "Günaydın minik tosbağa." Birlikte merdivenlerden inip salona ulaştığımızda bir küçüğüm olan Ada çoktan masaya oturmuştu bile. Ben, üç kardeşin en büyüğüydüm. Gerçi garip bir şekilde hala en çok sıkıntı çıkaran da bendim, iki kardeşim de gayet uslu insanlardı. Bence annem ve babamın amatör zamanlarına denk gelmiştim, yeminle ne kadar kötü özellikleri varsa kalıtsal olarak bana kusmuşlardı. Sonra kardeşlerime de bir şey kalmamıştı haliyle. Resmen bana minnettar olmaları gerekiyordu. Çilekeş ben, evin tüm yükünü sırtlanmıştım! Seyit Onbaşı bir, ben ikiydim! Çıkardığım iki üç soruna da kimse bir şey demesindi artık canım! Hem ne yapıyordum ki sanki?! Alt tarafı lisedeyken sürekli disiplinlik oluyordum. Üniversitede ise Allah'tan kampüs büyüktü de bir halt yediğimde kimse beni yakalayamadan olay yerinden kaçabiliyordum. Babam arkamızdan içeriye girdiğinde elinde bir büyük tabak börek tutuyordu. "Günaydın çocuklar. Çökün hemen, çökün. Anneniz mis gibi börek yaptı." Anneme gerçekten helal olsun diyordum. Kendi rızasıyla nasıl sabahın bu saatinde kalkıp börek yapıyordu anlayamıyordum. Gerçi Mert beni, babamın annemi sevdiği gibi sevecek olsaydı ben de ona börek yapardım. En azından yapmaya çalışırdım canım! Herkes böyle yetenekli olacak diye bir kaide mi vardı? Benim elim bilmiyordu börek yapmasını, ne yapayım yani? Annem hepimizin tabağına börekleri koyarken hızla elime çatalı aldım. Sonra aklıma gelenle geri bıraktım. Börek yiyemezdim. Börek kaloriliydi! Bu da ne biçim bir kahvaltıydı böyle?! Allah'ını seven üzerime brokoli falan atabilir miydi? Hayır çünkü benim kilo verip bu küçük göbeciğimi bir an önce eritmem gerekiyordu. Mert'in yanında o manken kızı gördüğümden beri gözlerime uyku girmiyordu be! Kız resmen bir içim suydu! Mert'in yerinde olsam ben de bana bakmazdım ki, gider manken manken kızlara bakardım! Bu kadar zengin bir ailenin oğluna aşık olmanın en kötü yanı da buydu işte. Arslanlıların veliahtında tabii ki tüm kızların gözü vardı! Gerçi Mert de göz koyulmayacak biri değildi ya.. neyse. Her şeyden önce çok yakışıklıydı. Koyu kumral saçları, kahve gözleri ve kemikli yüzüyle gören herkesin ilgisini çekiyordu. Boyu posu da cabasıydı tabii. Arslanlı olmasa bile fazlasıyla gideri varken bir de ülkenin en zenginlerinden biri olması onu potansiyel bir av yapıyordu. Ve ben bu durumdan nefret ediyordum. Dört bir yanım rakip doluydu. Mert'in etrafında o kadar çok kadın vardı ki! Ve işin kötüsü, hepsi de bana bin basardı. "Şişt, prenses! Yesene, nereye daldın gittin öyle?" Babamın sesiyle, daldığım düşüncelerden çıktım. "Yemeyeceğim baba, diyetteyim ben." Babam hemen kaşlarını çattı. "Kızım ne diyeti, kaşık kadarsın zaten." Ne kaşığı kadardım acaba?! Benden olsa olsa kepçe olurdu. Babama göbeğimi gösterip söylendim. "Şişko oldum baba, yiyemem." "Yav bu kız nereden öğreniyor böyle saçma şeyleri?" Babam anneme dönüp söylendikten sonra yeniden bana baktı. "Lan, yoksa sana okulda şişman falan mı diyorlar?! Kim onlar, söyle hemen gidip çökeyim ümüklerine!" Çökerdi, biliyordum. Babam deliydi biraz, dur durak da pek bilmezdi. Zaten ben de ona çekmiştim. Yoksa annem gayet de oturaklı bir kadındı. "Of baba kimse demedi bir şey. Kendim görüyorum işte, var göbeğim." "Ne varmış varsa?! Aç mı dolanacaksın bütün gün? Beni sinirlendirme de yemeğini ye kızım." Yemeyecektim! O manken kız kesin yemiyordu. Yese böyle incecik olabilir miydi? Olamazdı. Benim de iradeli olup yememem gerekiyordu. "Derse geç kaldım, çıkıyorum ben." Annem hemen karşı çıktı. "Kızım otur biraz ye. Aç açına nereye gidiyorsun?" Ağzıma bir salatalık atıp hızla kapıya koştum. "Acıkmadım daha ben!" Külliyen yalandı, çok açtım çünkü dün akşam da karbonhidrat namına hiçbir şey yememiştim. Zaten Mert'in aşkının beni bir sokaklarda bayıltmadığı kalmıştı, yakında o da olacaktı! Ölecektim açlıktan! Arabaya bindiğimde gözlerimi anında kapattım. Hem açtım, hem uykusuz. Üstelik aynı zamanda kalbi de kırık bir kuştum. Bence beni koruma derneği kurulmalıydı. Dünyanın bana sahip çıkması şarttı. Sonuçta bir Alya Bozo daha dünyaya gelir miydi, hiç sanmıyordum. Annemle babam bile kardeşlerimi tutturamamıştı, öyle düşünün. Okula ulaştığımızda arabadan inip fakülteye doğru yürümeye başladım. Bakışlarım adımlarımdaydı. Etrafa bakıp cıvıldayacak enerjim yoktu. Kendi halimde ilerlerken görüş açıma giren ayaklarla duraksadım. Ne olurdu önümden çekilseydi, burada dertli dertli ilerliyordum ne güzel. İnsana iki dakikalık dertlenme seansını bile çok görüyorlardı. Görüş açıma giren ayakların sahibine bakmadan yanından geçip gidecekken duyduğum cümleyle tekrar duraksadım. "Ne o, küs müyüz?" Mert'in sesi miydi lan o?! Hızla dönüp yoluma çıkan ayakların sahibine baktım. Gerçekten de Mert'ti. "Mert?" Kaşlarımı çatarak devam ettim. "Senin ne işin var burada?" Mert hafifçe gülümsedi. Anlaşılan bugün iyi günündeydi. "Beni gördüğüne sevinmemiş gibisin." "Seni görmedim ki, başkasının ayağı sandım." Birkaç adım atıp aramızdaki mesafeyi azalttım. "Sen ne yapıyorsun burada?" Bizim üniversiteden bir kızla birlikteyse bu sefer gerçekten düşüp bayılırdım şuraya! Gelip kule vinci zor kaldırırdı valla! "Bir kız için mi geldin yoksa?!" Mert sırıttı. "Nereden bildin?" Elimi kalbimin üzerine koydum. En sonunda öldürecekti bu çocuk beni! "Kim o yosma?!" "Yosma falan ayıp oluyor, benim için değerli biri." Öfkeyle göğsüne vurdum. "Kim, söyle çabuk!" Mert söylemedikçe göğsünü yumruklamaya devam ettim. "Niye dövüyorsun çocuğu yine Alya?" Arkamdan seslenen Alin'e bakmadım bile. Önce Mert bey bana hesap verecekti! Mert, onu yeterince dövdüğümü düşünmüş olacak ki ellerimi tutup beni ters çevirerek sırtımı göğsüne yasladı. "Göğsümü deştin, yeter." "Ne oluyor cidden? İki dakikada kızı delirtmeyi nasıl başardın?" "O delirmeye meyilli, ben ne yapayım?" Nefes nefese kalmış bir halde çemkirmeye devam ettim. "Kime geldin söyle çabuk!" Mert rahat tavırlarla elini cebine atıp bir telefon çıkardı. Telefonu Alin'e uzatırken anlamaz bakışlarla ona baktım. Ne telefonu veriyordu şimdi bu, Alin'e? "Sağ ol. Bu kadar dayak yiyeceğini bilseydim akşama kadar sabrederdim." Mert biraz daha gülüp cevapladı. "Valla asıl ben bilsem, getirmezdim." Kaşlarım iyiden iyiye çatıldı. "Ne oluyor ya?!" Alin elindeki telefonu gösterdi. "Mert sabah bizdeydi, beni de okula bıraktı şirkete geçerken ama telefonumu arabada unutmuşum." Hızla Mert'e döndüm. Zaten o da beni az önceki gibi sıkı tutmuyordu. "Hani çok değerli bir yosmaya gelmiştin?!" Benimle alay mı ediyordu bu? Mert gülmemek için kendini tutarken cevap verdi. "Kuzenime yosma demen hiç hoş değil. Ayrıca kendisi benim için tabii ki değerli. Topu topu kaç kuzenim var şunun şurasında?" Yosma, Alin miydi yani? Rahat bir nefes aldım. Yosma Alin'se sıkıntı yoktu. Yine de sinirle Mert'in koluna bir tane vurdum. "Niye doğru düzgün söylemiyorsun en başından?!" Mert omuz silkti. "Sormadın ki." N.h sormamıştım! Aklım çıkmıştı burada kendine üniversiteli sevgili yaptı diye! Zaten Mert üniversiteye başladığında da o dönem benim için çok kötü geçmişti. Etrafında envaiçeşit kızın olduğunu bilerek seneler devirmiştim. Bence çok sabırlıydım bak ben, yoksa kesin kafayı yemiş olurdum. "Madem buraya kadar geldin, sana bir kahve ısmarlayayım." Mert, Alin'in teklifini saatine bakarak reddetti. "Şirkete geçmem lazım." Alin gözlerini devirdi. "Gören de maaşlı çalışansın sanacak. Ben mezun olana kadar patron sen sayılırsın, keyfini çıkar. Ne de olsa saltanatın kısa sürecek canım." Mert, Alin'in fazlaca kendinden emin bir şekilde kurduğu cümleyle sırıttı. O da kendine feci derecede güveniyordu. Zaten bu manyakların ikisi de resmen savaşmak için doğmuştu. Hangisi kazanacaktı bilmiyordum ama tabii ki gönlüm arkadaşımdan yanaydı. Alin baron olabilirdi, nasıl olsa ben Mert'imi bir şekilde teselli ederdim. "Tamam ama sadece yarım saat." Alin başını sallayınca kahvecilerin olduğu kısma doğru yürümeye başladık. Tabii ben hemen Mert'imin koluna yapıştım. Sonuçta etraf yılan çıyan doluydu, her an benim buzlu kekimin üzerine atlayabilirlerdi. Yolardım onları, kime atladıklarını sanıyordu onlar?! Tam kahvecilerin olduğu yere sapacaktık ki Alin konuştu. "Siz gidin, benim derse girmem gerekiyor." Mert hemen kaşlarını çattı. "E hani bana kahve ısmarlayacaktın?" Alin gözlerini devirdi. "Sanki paran yok! Ismarlar Alya, merak etme." Ismarlardım tabii! O ne isterse ben yoluna sererdim. Tabii beni görmek istememesi buna dahil değildi. Hem zaten bence Mert şakasına diyordu, yoksa bensiz ne yapacaktı o? "Yine oyuna mı getirdiniz siz beni?" Bu da bir anlayamamıştı. Alin, kuzeni Mert'i rakip olarak gördüğü için ondan pek hazzetmezdi. Yani nefret de etmiyordu ama bir yerde oturup sohbet edelim falan da demezdi. O, ne zaman Mert'le bir aktivite planlasa hep benim için olurdu. Gariptir ki Mert de her seferinde bu oyunlara geliyordu. Ah benim saf bebeğim, böyle anlarda yanaklarını mıncırasım geliyordu da ağzıma eder diye yapamıyordum. Buraya kadar gelmişken de onu bırakacak değildim. Kolundan çekiştire çekiştire kahveciye soktum. "Ne içersin bebeğim?" Mert gözlerini belerterek söylendi. "Alya! Sana, bana bir daha bebeğim demeyeceksin demedim mi ben?!" Gülümseyerek ellerimi boynuna doladım. "Ama sen benim bebeğimsin." Mert etrafına bakınıp kollarımı kendinden uzaklaştırdı. "Kızım ne yapıyorsun onca insanın içinde?!" Çok sinirlenmişti yine buz adamım. Bense onun aksine gülümseyerek sordum. "Kimse yokken yapabilir miyim yani?" "Hayır Alya! Delirtme beni, sahip çık eline ayağına!" Beni orada bırakıp kasaya ilerledi. Tabii ben de peşinden gidip yeniden koluna yapıştım. Boş bırakmaya gelmezdi. "Alya!" Omuz silktim. "Bu kadar kızın arasında seni ölsem sahipsiz bırakmam." Mert çattığı kaşlarıyla bana baktı. "Ne sahibi Alya, mal mıyım sence ben?" Aman, bu da özgürlük de özgürlük diyen kadınlar gibiydi. Mal mıymış?! Tabii ki her erkeğin bir sahibi olmalıydı. Mesela Mert'inki bendim ama o henüz bunu kabullenmiyordu. Çok üstüne gitmiş olmamak için gülümseyerek yanağını okşadım. "Aşkım ben seni korumaya çalışıyorum." Mert, yüzündeki elimi tutarak indirdi. "Aşkım da deme Alya!" Ofladım. Buna da hiçbir şey denmiyordu. Huysuzdu işte, ne olacak!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD