1. Bölüm

1452 Words
Aylardır beklediğim o büyük gün sonunda gelmişti. Yarın okulun mezuniyet töreni var. Karadeniz teknik üniversitesi diş hekimliği bölümünü bitiriyorum. Onsekiz yaşında geldiğim Trabzon'dan yirmi üç yaşında gideceğim. Burası bana çok şey kattı, çok şey öğretti. Ama en çok hasreti, özlemide burada yaşadım. Ailem İstanbul'da yaşıyor. Ben okul için gelmiştim ve artık gitme vaktimde gelmişti. Kim bilir belki bir gün buraya tekrar gelirim. Öğrenci olarak geldiğim bu şehre, diş hekimi olarak tekrar dönerim. Kader bu bellimi olur.. Beş sene dile kolay çok zorlandığım zamanlar olsada, çok güzel zamanlarım da burada geçti. En üzüldüğüm şey ise arkadaşlarımdan ayrılmak olacak sanırım. Zeliha, Burcu ve ben Elif dört senemiz aynı evde geçti. İlk sene yurtta kalmıştım ve ikinci senemde eve çıkmıştık üç kız. Zeliha ve Burcu Ankara'dan ben ise İstanbul'dan gelmiştim. Üçümüzü kader birleştirdi, şimdi ise ayırıyordı. Zeliha burada sadece okulu değil aşkıda bulup nişanlandı. Burcu ise tam bir erkek düşmanı, yanına erkek sinek bile yaklaşmasına müsade vermiyor. Ben ise henüz aşkı bulamayanlardanım. Belki de aramadığım içindir. Anneme ve babama söz vermiştim. Mesleğimi elime almadan asla sevgili evlilik gibi şeyleri ağzıma almayacaktım. Hem benden önce abim var. Önce o evlensin, sonra ben bir ara düşünmeye başlarım. Sanırım düşünmem de beş, on seneyi bulur. Artık karar verme süresini hiç söylemeyim bile.. Eşyalarımızı topladık bir hafta sonra artık buradan gidecektik. Ev toparlamak zor işmiş meğer. Dört senede biriktirdiğimiz eşyalar, anılarla birlikte her köşeye sinmiş. Her çekmeceyi açtığımda bir hatıra fışkırıyor içinden. Benim kahve fincanlarım, Burcu’nun sonsuz gibi görünen kitapları, Zeliha’nın minik bibloları… Hepsine dokundukça içim burkuluyor. Sanki bir devri kapatıyorum da, başka bir hayata pencere aralıyorum. Zeliha her zamanki gibi duygusaldı. Gözleri doluyor, sonra toparlanıyor. “Ağlamayacağım,” diyor ama yarım saat sonra sessiz sessiz burnunu çekiyor. Burcu ise güçlü görünmeye çalışıyor. “Ya abartmayın, okulumuz bitti artık. Kurtulduk ders çalışmaktan.” diyor ama onun da sesi titriyor. Sanırım bu ev sadece ev değildi bizim için; burası sığınağımızdı. Kız kıza kavga ettiğimiz, güldüğümüz, geceleri film izleyip sabaha kadar dedikodu yaptığımız yerdi. Hatta elektriklerin kesildiği o geceyi hâlâ unutamam. Üçümüz battaniyelere sarınıp salonun ortasında mum ışığında oturmuş, sırayla korku hikâyeleri anlatmıştık. En sonunda birbirimize sarılıp uyuyakalmıştık. Korkudan odalarımıza gidemedik. Ben mi? Ben de garip bir ruh halindeyim. İçimde hem bir boşluk, hem de hafif bir heyecan var. Sanki hayat yeni başlıyormuş gibi. Mezuniyet töreni de cabası. Annem ve babam geliyor yarın. Onları sahnede göreceğim anı sabırsızlıkla bekliyorum. Babamın yüzünde o gururlu ifade… Annemin gözlerindeki sevinç ve burkulmuş hüzün… Belki de bu kadar özlemeye değdi her şey. Zaman ne garip bir şey. Daha dün gibi ilk günüm üniversitede. Kampüs yabancıydı, yüzler tanıdık değildi. Şimdi ise her taşını, her ağacını ezbere biliyorum. Şehrin rüzgarına, yağmuruna bile alışmışım. İnsan neye alışmıyor ki… Belki de o yüzden gitmek bu kadar zor geliyor. Alıştığım her şeyden, herkesten ayrılıyorum. Tabi size söylemedim ama birincilikle bitiriyorum okulu. Henüz annemlere de söylemedim. Onlara da sürpriz olsun istiyorum. Bugün mezuniyet töreni sabahı… Uyandığımda ilk düşündüğüm şey "Bugün gerçekten o gün mü?" oldu. O kadar çok hayal ettim, o kadar çok kafamda kurdum ki bu anı, gerçek gibi değil. Saate baktım, daha erkendi. Ama içim içime sığmıyordu. Zeliha hâlâ uyuyordu, Burcu'nun yatağı ise çoktan toplanmıştı. Elime kahve kupamı aldım, her sabah yaptığım gibi camın önüne oturdum. Trabzon’un o serin sabah havası yine yüzüme çarptı. “Veda etmek neden bu kadar zor?” diye sordum kendime. Cevabı yoktu belki ama içimde büyüyen o boşluk, gitmenin ağırlığını her hücreme taşıyordu. Kesinlikle bu anları çok özleyecektim biliyorum. Öğlene doğru hepimiz telaşlı bir hazırlığa giriştik. Zeliha makyaj malzemelerini önüne yığmış, “Bir daha ne zaman böyle süsleniriz ki?” diye söyleniyordu. Burcu ise düz siyah bir elbise giymiş, saçlarını toplamış, kendine has o sade şıklığını konuşturmuştu. Ben ise ne giyeceğime bir türlü karar veremedim. Aynaya baktım, yirmi üç yaşında bir genç kadın gördüm. Gözlerinin altında hafif yorgunluk, ama içinde gurur parlayan bir kadın… Ben ise bej bir elbise giyinip aynı tonlarda olan şalımı da örttüm. Evet ben türbanlı biriyim, evet beni ailem ayrı bir şehire okumaya gönderdiler. Zaten artık bu bir sorun değildi. Kimse, kimsenin ne giyindiği yada ne giyinmediği ile ilgilenmiyor. En yakın iki arkadaşım açık ve ben türbanlıyım. Bu bizim için hiç bir zaman sorun olmadı. Bugüne özel biraz makyaj yapmakta bence sıkıntı yoktu. Bölüm birincisi olarak biraz süslenmek kesinlikle hakkım. Sonunda annem aradı. “Az bir yolumuz kaldı!” dedi heyecanla. Onların sesini duymak bile yüreğimi kabartmaya yetti. Babamın "Helal sana kızım!" diyeceği o anı düşününce gözlerim doldu. O an şunu fark ettim: Bugün sadece bir mezuniyet günü değil. Bugün hayatımın bir dönüm noktasıydı. Hazırlıklarımız bitmiş ve bir birimizi öve, öve okula gelmiştik. Kimsenin nazarı değmezse bile, bir birimize kesin nazar ettik. 'Ayy çok güzel olmuşsun, yok kız sen daha güzelsin' diyerek. Tören alanı kalabalıktı. Herkes şık, herkes heyecanlı. Arkadaşlarım, hocalar, aileler… Sahneye çıktığımda adım anons edildi. "Elif Çakır" Birincilik. Koca bir salondan yükselen alkışları duydum. Ama ben sadece annemle babamı arıyordum gözlerimle. Onları bulduğumda her şey tamamlandı sanki. Babam ayağa kalkmış, gözleri dolmuş ama gülümsüyordu. Annem ise elini kalbine koymuş, dudaklarını ısırıyordu. 'Ayy abim mi o? Abimde gelmiş' O an içimdeki tüm yorgunluk, özlem, yalnızlık silindi. Onların gözlerinde gördüğüm mutluluk, gurur her şeye değerdi. Tören bitince herkes birbirine sarıldı. Fotoğraflar, kahkahalar, vedalar… Her şey biraz buruk, ama içten. Zeliha nişanlısıyla vedalaştı, Burcu annesinin kucağında biraz çocuklaştı. Ben ise hem mutluluğu hem hüzünü bir arada yaşadım. Annem kocaman sarılırken göz yaşlarını tutamadı. Babam omzuma dokundu, “Bu daha başlangıç, kızım,” diye fısıldadı. İlla bir çılgınlık yapacak. "Abi!!" diye boynuna atladım. "Dur kız cimcime sakin." derken yanağıma kocaman bir öpücük kondurdu. "İlla abini geçeceksin değil mi?" derken gülmeye başladım. Ben diş hekimliğini sırf abimle aynı mesleği yapmak için seçmiştim. Tabi abim derece ile bitirmemişti okulunu. Ama ben derece ile bitirdim, hem de birincilikle. Artık bunu bir ömür abime karşı kullanırım. Üç aile hep birlikte yemek yiyip kutlama yaptık. Eve geçtiğimizde ise ayrı bir hüzün vardı. Zeliha ve Burcu eşyalarını ailelerinin arabasına yerleştirdiler. Onlar hemen yola çıkacaklardı. Bir birimize sarılıp ağlamaya başladık. Koskaca dört yıl birlikteydik, şimdi ise ayrılık vaktiydi. Zorla ayrıldık resmen ailelerimizin zoruyla tabi. Sanki anlaşmışlar gibi hepside aynı cümleleri kuruyordu. "Kızım ölüm değil yapmayın böyle. İstediğiniz zaman görüşürsünüz." Burcu ve Zeliha görüşürdü de ben biraz zordu. Sonuçda onlar aynı memlekette oturuyorlar. Onlar gidince abim benim eşyalarımı da arabaya yerleştirdi. "Bu ne kadar eşya böyle? Keşke söyleseydin de tırla gelseydik." "Abi ya iki parça eşyam var abartma" desemde biraz haklıydı. Tabi birde kargo ile gönderdiklerim vardı. Hep birlikte otele geçtik. Annemler bir daha belki gelemeyiz diyerek bir kaç gün kalıp gezmek istemişlerdi. Sabah erkenden kalkıp kahvaltıya indik. Annem heyecandan erkenden hazırlanmış, “Kalkın güneş kaçmadan gidelim!” diye bizi dürtüklüyordu. Sümela yolculuğu başlamıştı. Dağlar, yeşillikler, sis… Trabzon’un doğası bir vedayı hak edecek kadar güzeldi. Abim her zamanki gibi direksiyondaydı, babam navigasyonla cebelleşiyordu. Sanki değişen hiç bir şey yokmuş gibiydi. Bir tek babam ve abimin yeri değişmiş gibi. Annem “Bak bak şu evlere. Bu dağ başına nasıl yapmışlar bu evleri?” diye her gördüğü manzaraya hayran kalıyordu. Zaten gören herkes hayran bu manzaralara. Sümela Manastırı’na çıktığımızda hepimiz büyülenmiş gibiydik. O kadar çok fotoğraf çektik ki telefonlar şarj tutmadı. Beş senede belki beş kez gelmişimdir. Ama her geldiğimde ayrı bir tedayını görüp hayran kalmam normal mi? Ertesi günlerde Uzungöl’e gittik, çarşıda gezdik, hamsi yedik, karalahana dolması yedik... Annem her tattığı yemeği “İstanbul’da yok böylesi” diye övüp durdu. Babam da her fırsatta “Senin yüzünden bu yaşta Karadenizi keşfettik, iyi ki de etmişiz kızım,” deyip bana göz kırpıyordu. Sanırım bu gezi herkese iyi gelmişti. Tabi abimin sürekli telefonla ilgilenmesini saymazsak. Kesinlikle sevgilisi var bunun, yemin ederim ama kanıtlayamam. Aslın da telefonunu elime geçirirsem iki dakikada kanıt da bulurum bence. Neyse artık o işi İstanbul'da hallederiz. Her şey sırayla değil mi? Ama en sonunda o gün geldi. Valizler hazırlandı. Otel odası boşaltıldı. Son kez kaldığım sokağa baktım, o yokuşları son kez tırmandım. Arabaya binmeden önce durup derin bir nefes aldım. O hava… o serinlik… o rüzgâr… İçime çekip hatıra diye sakladım sanki. Arabaya bindiğimizde abim aynadan bana bakıp “Hazır mısın İstanbul’a dönmeye?” diye sordu. Cevabım bir gülümseme oldu. Çünkü tam olarak ne hissettiğimi ben de bilmiyordum. Bir yanım “Evet, hazır!” diye bağırıyordu, diğer yanım ise “Biraz daha kalsam olmaz mı?” diye fısıldıyordu. Ama hayat böyle işte. Bazen bir şeylere veda etmeden, yenilerine ‘merhaba’ diyemiyorsun. Ve ben, yeni hayatıma… diş hekimi Elif Çakır olarak… Hazırdım Evet… Bu sadece bir başlangıç. Hayat şimdi başlıyor. Ama Trabzon… Seni hep kalbimde taşıyacağım. Çünkü sen sadece bir şehir değil, benim büyüdüğüm, güçlendiğim, kendimi bulduğum yer oldun. En güzel anlarımı yaşadığım bir yersin sen. Ve şimdi… son kez havasını içime çekerken, içimden sadece şunu geçiriyorum: “Hoşça kal Trabzon. Belki bir gün yine görüşürüz.” Kim bilir kader belki bir gün yollarımızı tekrar birleştirir. Belki de son görüşümdür..
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD