
İstanbul’un kalabalığında özgürce dans eden Hazal, kaderinin çoktan yazıldığından habersizdi.
Bir çingene kızıydı o; müzikle, ritimle, sokaklarla var olan…
Demhat ise Şanlıurfa’nın en büyük aşiretinin veliahdıydı. Gücü, sözü ve kaderi omuzlarında taşıyan bir ağa.
Ve kimsenin bilmediği bir sır vardı:
Hazal ile Demhat, daha beşikteyken birbirlerine sözlenmişti.
Hazal, üniversiteyi bitirdikten sonra birkaç aylığına Şanlıurfa’ya gittiğinde, özgürlüğünün bir nişan yüzüğüyle sınandığını öğrenecekti.
Aşk mıydı bu?
Yoksa doğmadan yazılmış bir yazgı mı?
Bu, çingene kızıyla bir ağanın…
İstanbul’un ritmiyle Urfa’nın töresinin çarpıştığı,
Kaçmanın da kalmanın da bedel istediği bir masal.
Ve bazı aşklar…
Ne dans bittiğinde sona erer,
Ne de kaderden kaçıldığında.
