"AÇ ŞU LANET OLSASI GÖZLERİNİ"

1255 Words
Yüzüne çarparak kucağına düşen havluyu elleriyle toplayarak sıktı. Onu yola getirmek zorundaydı. Sabah saatlerinde gelen prens, prensesi görebilmek için debelenip durmuştu. Onu ikna edip göndermek saatlerini almıştı. Daha fazla bekleyemezlerdi. Birkaç gün içinde kral ve kraliçenin huzuruna çıkmaları gerekiyordu. “Beni sona bırak. Önce kuzgunları halledelim” dedi sakince. Kadının öfkesini yatıştırmalı ve ona güttüğü kini, geri plana atmasını sağlamalıydı. “Hıhhh!” ...... “Bunu kardeşine saldırdıklarında yapmalıydı!” Belki de kadını öldürüp şehirden kaçmanın yoluna bakmalıydı. Zaten onu birkaç günde prenses gibi eğitip krala sunamazdı. Kucağındaki havluyu su dolu küvete fırlatıp doğruldu. O kadar öfkeliydi ki çenesi kasılmıştı. Acısıyla dalga geçen kadının acısına daha fazla anlayış göstermeyecekti. “Nasıl istersen!” dedi sırtını ona dönerek. Çizmesinin tabanlarını yere vura vura odadan çıkan prens, kapıyı ardından çarparak örttü. Hüma kucağında duran ellerini birbirine kenetledi. Güçlükle nefes alıp veriyordu. Ciğerleri yeterli gelmeyince bedeni iki büklüm oldu. Ruhu daralıyor ve kemiklerini kırarak çıkmak için çırpınıyordu sanki. Bedeni zangır zangır titrerken çığlık attı. Gözlerinde şimşekler çakıyordu. Oda gözünde küçüldü, öfkesi dağ gibi büyüdü. Gözleri ona ihanet edip karardığında yığıldığını hissetti. “Özledim!” dedi adamın tanıdık sesi. Hasretle iç çekti. O da özlemişti. “Gel!” Onu boğan tüm bu öfke, neden ona gitmesine izin veriyordu? Kapkaranlık bir kuyu... Çöl misali kavuran sıcak... Ve dizginleyemediği arzu. Adımları, bilincinin önüne geçerek ilerledi. Ona ulaşmak zorundaydı. Nereye gitmeliydi? Sesi hangi yönden gelmişti? “Neden bu kadar beklettin?” Onu hala göremiyordu. Kendi çevresinde döndü. Karanlık onu içine çekmiş harcıyordu sanki. “Sende özledin mi?” dedi. Sesindeki kışkırtıcı ton, tüylerini diken diken etti. Bir kez daha döndü etrafında. Onu hemen bulmalıydı. Bir süre çaresizce debelendikten sonra seni neden göremiyorum demek istedi ama sesine ulaşamadı. Onunla ilk karşılaşması da aynen böyle değil miydi? Kıkırdadı karanlık. “Özlemiş olmalısın” Omzundan bileklerine doğru kayan bir sıcaklık hissetti. Ter damlaları soğudu. Tenini kavuran sıcak durdu. Sonunda ona kavuşmuştu. Ciğerlerini zorlayan nefesleri düzene girmeye başladı. “Burdayım” dedi karanlık. Nefesi boynunu okşadı. Dirseklerinde duran parmaklar, onu tutarak geri çekti. Sırtının serin göğsüne değmesiyle bir parça daha rahatladı. Çenesini omzuna koyarak ellerini beline sardığında onu sığınak bilerek yaslandı. “Özledimmmm!” İçini titreten sesini o da özlemişti. İpek kadar hafif parmaklarının dokunuşlarıyla eridi. “Güzelsin” Parmakları göbek deliğini turlayarak yukarı doğru tırmanmaya başladı. Çıplaklığının yeni farkına varıyordu. Biraz daha sindi serin kollarına. “Güçlüsün!” dedi bu kez vurgulayarak. Sert parmakları sol göğsünü avuçlayarak sıktı. Bedeni bir yay gibi gerilirken daha fazlasını bekledi. Boyun girintisine değen nefesini dudakları izledi. Tenine sürten sivri dişlerini ıslak dudaklarıyla nemlendirdi. Daha fazla dayanamadı. Yanında salınan ellerinden birini kaldırarak geri attı. Adamın ensesine sarılan parmaklarını sıkılaştırarak başını omzuna daha da bastırmasını sağladı. Göğsünü parmaklarıyla yoğururken çocukça kıkırdadı. Ona verdiği karşılıktan hoşlanmıştı. “Uyannn!!!” diyen bir fısıltı böldü hazzını. “Şşşşşt” dedi dilini ensesinde gezdiren karanlık. “Uyann!!!” “Dinleme onu” “Aç gözlerini!” Gözleri kapalı mıydı? “Sakın!” dedi ve onu kollarında çevirdi arzuladığı adam. Haz dolu sesinde endişe kırıntıları seçti. Belinde duran eliyle onu göğsüne yapıştırdı ve yüzünü avuçladı. Ardından dudaklarını kulağına yaklaştırdı. “Onu değil beni dinle!” Dudaklarını kıpırdatabilseydi eğer endişelenmemesini söyleyecekti. Yapamadığı için ellerini kaldırarak beline sardı. “İşte böyle...” diyerek saçlarını sıvazladı. Anlaşılmış olmanın verdiği mutlulukla bedenini ona bastırdı. “Uyan artık!” dedi gittikçe sertleşen ses. Bu kez nedenini bilmediği bir acı hissetmişti yanağında. Ona seslenip duranda kimdi? Sesi dinlerse buradan ayrılması mı gerekecekti? Gitmek istemiyordu. Neden bu kadar ısrarcıydı? Öfkelendi. Yüzünü gömdüğü tenden kaldırdı. Kör gözleriyle etrafını taramak istedi ama onu çepeçevre saran kollardan sıyrılamadı. “Ona ihtiyacın yok” Kulağını yalayan sesi, gürültülü nefesinin aksine sakindi. Ona kimin seslenip durduğunu biliyor muydu? “Bana ihtiyacın var” Başını geri çektiğini hissetti. Belinde duran ellerini tutarak çözdü. Güçlü parmaklarıyla omzunu kavrayarak onu kendinden uzaklaştırdı. Adamın serinliği kaybolduğunda kavurucu sıcaklık tenine vurdu. İtiraz etmek istedi. Onunla kalmalıydı. Yoksa ne hissettiği öfkeyle ne de arzusuyla başa çıkabilirdi. “Dinle!” dedi ve devam etti. Sesindeki aceleci tona rağmen yavaşça dile getirdi sözlerini. “Seni kurtaramaz. O ölü tüylerle hayatta kalamazsın. Bedenin daha fazlası için çırpınıyor duymuyor musun?” Neden bahsediyordu? “Beni kabul ettiğinde tüm acıların bitecek” Yanağını yalayan tokatla sıçradı. Ne olduğunu anlayamayarak elini yanağına koydu. “AÇ ŞU LANET OLASI GÖZLERİNİ!” Karanlık yalpaladı. Titreyerek sızan aydınlığın ışığında onu omuzlarından tutarak sarsan parmakları hissetti. “Dinle!!!” dedi karanlıkta kalan adam. Sözleri de varlığı gibi silikleşmeye başlamıştı. “Aç kendini... ... Kabul et beni” Göz kapaklarının ağırlığından sıyrılmaya çalıştı. Bir... iki... üç... Kirpikleri aralandı ve kapandı. Onu sarsan kollardan kurtulmalıydı. Midesine vuran yanmayla birlikte bedenini kavuran acıyı hissetti. Midesi bulanıyordu. Kalbi ise ritmini değiştirmiş adeta titriyordu. Gözlerinin değdiği görüntü bulanıktı. Prensin sakallı yüzü meydana çıkmaya başladığında kulaklarına değen sesi netleşmişti. “Ne yaptın sen böyle?” “Gerçekten ölmek mi istiyorsun?” ......... Sorularının ardından ellerini omuzlarından çekerek ondan uzaklaştı. Onu serbest bıraktığında tahta tavana bakarak doğrulmaya çalıştı. Ne zaman uzandığını hatırlamıyordu. “Kımıldama!” dedi prens sertçe. Başını yana yatırdı. Bir süre odanın içinde sağa sola koşturmasını izledi. Neler oluyordu? “Nasıl becerdin anlamıyorum!!!” diyerek söylendi. Elinde tuttuğu bir yığın kumaşı yere bırakarak yanına diz çöktüğünde hep manasız bakan gözleri şaşkındı. Sonunda hisleri yüzeye çıkmıştı. Hüma, onu savunmasız yakalayacak kadar çok şaşırtan şeyi merak etti. “Şimdi... gözlerini benden ayırmaman gerek” “Neden?” dedi. Sesi o kadar güçsüz çıkmıştı ki onu duyduğundan emin olamadı. “Ellerini hissediyor musun?” Başını eğerek gözleriyle ellerini kontrol etmek istediğinde çenesini tutan prens “Böyle kal ve sadece hisset” dedi. Onu anlayamıyordu. Zihni yorgun ve oldukça bulanıktı. Neden ondan böyle bir şey istediğine kafa yormak istemiyordu. Düştüğü karmaşayı görmüş gibi “Hadi!” dedi. Dudaklarını ıslattı. Eli hala çenesini bırakmamıştı. Odaklanmaya çalıştı. Başaramayınca göz kapaklarını indirdi. Çabasından dolayı alnında oluşan kırışıklıkları hissedebiliyordu ama henüz omzundan altına ulaşamıyordu. Uyanır uyanmaz hissettiği acıyı hatırlayarak ona tutunmaya çalıştı. “Yapabilirsin” Derin bir nefes çekti ciğerlerine. Kalbi onu bir kez daha hazırlıksız yakalayarak çırpındı yuvasında. Öksürme isteği boğazına dek tırmanırken prens “Nefeslerini kısa tut” diyerek sıktı çenesini. Yutkundu. Acı yeni yeni tırmanmaya başlıyordu zihnine. Öksürükleriyle sarsıldı bedeni. Artık hissediyordu. Kalbine dokunan parmaklar, sıkıca kavramıştı damarlarını. “Sakin ol!” Bir kez daha aynı korkuyu duyumsadı. Bedenine izinsizce dalan parmaklar, onu yine yüreğinden yakalamıştı. Elin sahibini görmek için prensin parmaklarından sertçe kurtardı çenesini. Gözlerinde acının şimşekleri çaktı. Etraf bir anlığına yeniden karardı. Boynunu kaldırdığı yerde kıpırtısız durdu. Beynini yakan bir acı dalgasını daha kaldıramazdı. Göz kapaklarını kırpıştırdı. Puslu görüntü yavaşça aydınlanırken prensin “Sakın bayılma” dediğini duydu. Buna hazırlıklı değildi. Dünyasındaki en manasız şeyi bile anlamlandırabilirdi ama bu çarpılmışlığı anlayamazdı. Karşısındaki manzarayı tarif edecek, yaptığı şeyin anlamını çözecek gücü kendinde göremedi. “Artık hissediyor musun?” dedi prens. Korkusunun önüne geçmeye çalıştığı sırada o çoktan koltuğa geçerek bacağını boynunun altına koymuştu. Böyle iyi diye düşündü karanlık onu tekrar ele geçirmeye çalışırken. Boynunu havada tutmayı değil tek parmağını oynatmayı bile başaramayacak haldeydi. “Evet” diyerek nemlendirdi dudaklarını. Kendi kalbini kendi elleriyle parçalamaya çalıştığını hissetmekle kalmıyor artık görüyordu. Sağ elinin parmakları havluyu delerek derisini aşmış ve kalbini sarmıştı. Tırnaklarının altında atan damarı, içinden akan kanı oradaymışçasına görüyordu zihni. Sol eli ise sağ elinin üstündeydi. Çok şanslıydı ki o henüz derisini delmemişti. Elini kaldırdı. Kana bulanan tenine rağmen parmaklarını yarım boy daha uzatan siyah tırnakları seçti. Eline ne olmuştu böyle? “Şimdi onu oradan çıkaracağız...” Odağını elinden çekerek başını hafifçe yukarı kaldırdı. Gözlerinde kendi gözlerini gördü. En az onun kadar şaşkın ve hazırlıksızdı. Bu hali onu gülümsetti. İntikamını almış gibi hissediyordu. Onu o soğuk kalıbından çıkmış bir şekilde görmek çok şeye değerdi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD