TUZAK

1453 Words
“Kendine gel!” Dişlerinin arasından konuşarak ona çıkıştığında dikkatini tekrar acısına verdi. Yanlış bir hareketi onu anında öldürecekti. Peki ölümü kendi dışında en çok kime zarar verirdi? “Kendine başka bir prenses bulman gerekecek” dedi zevkle. Ölümcül yarasını bir kenara bırakarak onun karmaşasıyla eğlendi. “Konuşmayı kesmelisin” “Önemi yok” dedi tekrar kupkuru dudaklarını nemlendirerek. Gözleri hala aynı çizgideyken devam etti sözlerine “Bundan kurtulmam beni hayatta tutmayacak” “Bu ne demek?” “Tüylerin beni yaşatman için yeterli değil demek” Karanlık anılar zihninde kol geziyordu. Öyle bir çekimin içine düşmüştü ki başkasının arzusunu kendi arzusu bilmişti. Belki de içinde bir yerlerde arsızın tekiydi. Yabancı birinin kollarında hazla kıvranmasının başka nasıl bir nedeni olabilirdi? Tuzak veya değil onu ölüme sürükleyen kuzgunun yakasını bırakmayacağını biliyordu. Güçlerini kaybetmişti. Bu yüzden ona karşı koyamıyordu. Nedenini şimdiye kadar kestirememişti ama artık her şey netleşmeye başlamıştı. Onu kurtaran kuzgunun tüyleriydi. Bu da saf vücudunu zehirleyen şeyin, güçlerini bastırdığını anlamasını sağlamıştı. Zehrin panzehri yoktu. Ya acı içinde ölecek ya da zehri, zehirle dengeleyecek ve hayatta kalacaktı. “Bunu nasıl öğrendin?” Yüzü gibi sesi de şaşkınlığını ele veriyordu. Onu nasıl tedavi ettiğini öğrenmesini beklemiyor olmalıydı. “Önemi var mı?” “Evet!” dedi sertçe. Yine çıkmaza düştüğünü kabullenemiyordu. Önce kız kardeşini kaybetmişti. Şimdi de yağmacı kadını kaybedecekti. Her şeyi doğru yapmıştı ama kadın yine de ölüyordu. Ona yine gülümsediğinde yanında duran elleri titredi. Yüzündeki boş vermişliği görmeye tahammül edemedi. Böyle adice ölüyorken nasıl hiçbir rahatsızlık duymuyor ve hayatta kalmak için çabalamıyordu? Bu vahşeti kendi kendine yaptığını inanmıyordu. Yaptığı şeyin farkında bile olmadığını odaya girdiğinde görmüştü. Eli tenini delip geçmesine rağmen acıyla değil hazla kıpırdıyordu. Gülümsüyordu. Bir deliye yakışacak kadar güzel görünmüştü gözüne. Öyle sağlam kapatmıştı ki kapılarını, onu uyandırmak için defalarca kez seslenmesi ve solgun yanaklarını tokatlaması gerekmişti. Hüma, “Kuzgun...” dedi göz kapakları tekrar ağırlaşırken. Son nefesini aldığını hisseden bedeni, önce kasıldı sonra rahatladı. Direnmedi. O kadar güçsüzdü ki karanlığın onu alarak tekrar çölüne sürüklemesine izin verdi. Başladığı cümleyi tamamlayamayan kadının başı yana düştü. Prens adeta buz kesti. Göz kapakları anında kapanmış ve güçlükle kaldırdığı sol eli, karnına düşüvermişti. Onu kurtaramamış olmanın verdiği yenilgiyle göz kapaklarını indirdi. Kollarındaki manzara yaptığı planları unutturmaya yetmişti. Nemli saçları, kanına bulanarak yapışmıştı beyaz havluya. Hoş artık beyaz değildi havlu. O kadar çok akmıştı ki kanı, beyaz tamamen kaybolmuş ve yerini kırmızıya bırakmıştı. Koltuğa sere serpe uzanan bedeni de kendi kanına bulanmıştı. Odaya girdiği ilk anda yaşadığı şaşkınlık şu an hissettiği azabın yanında bir hiçti. Kadın gözlerini açtığında yeşillerini görememişti. Kalbini yerinden çıkarmaya çalışması bir yana gördüğü karanlık ürkmesini sağlamıştı. Dipsiz bir kuyuyu andıracak kadar büyümüştü göz bebekleri. Yüzünün rengi kaçmış ve dudakları kanlanmıştı. Şimdi açıkta kalan tek yanı, kanı çekilen çıplak ayaklarıydı. Su kadar berraktı. Karnına düşen elindeki tırnaklar, kısalarak geri çekilmeye başlayınca hareket etmek için zorladı kendini. Bir şeyler yapmalı ve onu geri getirmeliydi. Titreyen eli yavaşça kalktı. Boyun girintisini dolduran saçları kenara iteleyerek nabzına uzandı. Korkudan gümbürdeyen kalbini susturamadan damarlarında can bulmaya çalıştı. Yapamadı. Kadın çoktan ölmüştü. YYYYYYYYY Aynı karanlık sarmıştı etrafını. Bu kez ona seslenen biri yoktu salındığı boşlukta. Sıcağın ortasında yanarken bir başınaydı. Ne ruhunu alıp götürecek bir ışık ne de bir türlü karşı koyamadığı kuzgunu vardı. Yalnızlıktan çok daha rahatsız ediciydi körlük. Bir bilinmezin ortasında sürüklenmeden öylece duruyordu. Kalbinin son çırpınışları parmaklarının arasında durmuştu. Geri dönüşü yoktu. Artık yalnızca bir ölüden ibaretti. İstediği şeyi bulmuştu ama istediğinin bu karanlık olduğundan emin değildi. Ruhları bedenlerini terk ettiğinde gidecekleri yerin böyle bir hiçlik olacağını hayal etmemişti. Ailesiyle birlikte olacağını ummuştu. Ya çok yanılmıştı ya da henüz ölü değildi. “Kararını verdin mi?” Gelmişti işte. Rahatladı. Bilinci yerli yerindeydi ama karşı koyamıyordu. Duyguları tekrar coşmuş ve ona yönelmişti. Elleri omzunu kavradığında başını huzurla yasladı göğsüne. Eksikliğini açlıkla bir tutabilir miydi bilmiyordu. Ancak benzer şekilde onun varlığı, vücudundaki her hazneyi dolduruyordu. “Korkmuş olmalısın” derken eli saçında gezinmeye başlamıştı. Evet onu tekrar göremeyecek olmaktan, onu hissedememekten korkmuştu. “Geçti” Saçlarındaki elini, sırtında gezdirerek beline indirdi. Ardından onu kendine çekti ve bedenine yaslanmasını sağladı. Hüma daha fazla karşılıksız kalamadı ve aleve tutulmuşçasına yanan ellerini kaldırarak avuçlarını geniş sırtına dayadı. Arzusu, onda bulduğu huzurla daha da artmıştı. Adamın elleri, tenini soğutmak ister gibi turladı her yanını. Dudakları omuzlarında ve boyun girintisinde gezindi. Onunla olmak, yalnız bir ölümlü olmaktan çok daha iyi değil miydi? Serin dudakları, çenesini tırmanarak dudaklarına değdiğinde ellerini boynuna sardı. Ensesindeki saçlara tutundu ve iki dudağının arasına sızan etli dudağını emdi. Onu şevkle kendine bastırarak adeta sömürdüğünde hırıltılı nefeslerinin arasında boğuldu. Kendini ona öyle çok kaptırmıştı ki kısacık süren öpüşünü ansızın sonlandırdığında bocaladı. Yanağını avuçlayan eli çenesini tutarak onu nazikçe geri itti. Ufak buseler kondurdu yüzünün her yanına. Gözleri kör olsa da ruhu, adamın ona hissettiği açlığı görüyordu. Gerçekten onu öldürmek isteyen kuzguni adam böyle biri miydi? Yoksa onlar için her şey haz ve doyumsuzluktan mı ibaretti? “Benimle gel!” dedi duygularıyla boğuklaşan kalın ses. Dudakları teninden kopmuş ve boynundaki ellerini çözerek avuçlarına almıştı. Onu çekerek kolunun altına aldığında bedenine yaslanarak ilerledi. Çıplak ayaklarının altında dağılan kum, parmaklarının arasına doldu. Onu nereye götürüyordu? “Senin için biraz zor olacak.” Derken sesi eski hınzır tonuna bürünmüştü. Zor olan neydi? Bir eli sol elini sıkıca tutmuş, diğer eliyle omzunu kavramıştı. Onun yönlendirmesiyle ilerliyordu. “Bir seçim yapman gerek. İlk seçeneğin ölüm. Bu sana şu an cazip gelebilir ama onu seçersen bu boşlukta yalnız başına sonsuza dek dikileceğini bilmelisin.” Adımları, ayakları yalpaladığı için duraksadı. Onunla birlikte bir nefeslik mola veren adam “Hadi!” diyerek ilerlemesini sağladı. Gerçekten ölüm bu muydu? “Diğer seçeneğin beni kabul etmek. Böylece içindeki yarımı bütünlemiş olacak ve yaşayacaksın” Seçim yapabilmesi için iki seçenek sunulmuştu ama o sadece bir seçenek görüyordu. Burada tek başına olmak korkutucu ve acı vericiydi. “Aklından geçeni duyuyorum. Neden seni öldürmek isterken kurtarmaya çalıştığımı merak ediyorsun. Bilmelisin ki seni öldürmek gibi bir niyetim hiç olmadı. Benim amacım çok başkaydı ama yanlış anlaşıldım.” Eğer niyeti öldürmek değildiyse kalbini neden yerinden çıkarmaya çalışmıştı? “Türümüzün yaşamı oldukça kısadır. En fazla kırk yılı görürüz, fazlasını değil. Avlanmanın onları ölümsüz yapacağını düşünerek insanları katleden çok fazla atamız oldu. İç güdülerine hakim olamayan ve aç gözlü davrananlarımız da oldu tabi. Amaçları ne olursa olsun hiçbiri uzun yaşamayı başaramadı.” Karanlık sis perdesi yavaşça yükselmeye başladığında ayaklarının altındaki kumlar, irileşmeye ve serinlemeye başladı. Rahatladı. Körlüğünün kalıcı olduğunu düşünmüştü. “Seni bunlardan biri için öldürmek istemedim. Çekimine kapıldım ve vahşice davrandım ama canını yakmamak için içsel enerjimin tümünü kullandım.” Hala amacının ne olduğunu söylememişti. Tamamen kalkan karanlığın ardından açığa çıkan gökyüzüne ve güneşin nemli ışıklarına baktı. Gün yeni doğuyordu. “Çok eskilerden kalma bir hikayemiz var. Genelde saçma bulunan ama benim yıllarımı harcadığım bu hikayeyi sana anlatmak istiyorum. Beni anlayabilmen için” Kulak kesilerek gözlerini ayak bastığı çimlerden kaldırdı. Hala elini bırakmamış olan adamı görmek için duraksadı. Başını geriye çevirerek gözlerini daha yukarı kaldırdı. Onunla birlikte duran kuzgun elini omzundan indirmeden bakışlarına karşılık verdi. Hatırladığı gibi siyah saçları ve beyaz teni birbirine tezat parlıyordu. Kalın kaşları iri gözlerinin üzerini doldurmuştu. Uzun diyemeyeceği yüzü dolgun yanaklarıyla oldukça güzel görünüyordu. Sakalları yoktu ama soluk dudaklarının altında çukurları göze batıyordu. “Gel” diyerek gülümsediğinde göz kenarlarını dolduran kırışıklara kapıldı. Ayakları peşi sıra sürüklenirken bulduğu ilk ağacın dibine çökerek onu kucağına çekti. Çıplak tenlerinin birleşmesiyle tırnak uçlarına dek titredi. Şu anda ona öylesine masum ve temiz bakıyordu ki , biraz önce içinde kaybolmak istediği adamın o olduğundan emin olamadı. Kırdığı dizine sırtını yaslandı ve kocaman gözlerine daldı. Havalanarak yüzünü seven eli, saçlarını kulaklarının arkasına yerleştirdi. Ardından yüzündeki sevecenlik yavaşça kalkarak yerini torununa masal anlatan bir yetişkinin ciddiyetine bıraktı. “Uzun yaşayabilmek için ihtiyacımız olan tek şey aslında sizin kanınız. İnsanlar zayıf ve birleşmeyi kaldıramıyor ama yağmacı kanı taşıyan birinin kalbi bizi yüceltiyor. Böylece sonsuza dek yaşayabiliyoruz.” Bunun onu öldürmekten farkı neydi? Kalbini aldığında zaten ölmeyecek miydi? “Bedenen yok olacaktın ama burada var olacaktın” dedi adam, eliyle kendi kalbini göstererek. Hala ölümden farklı görünmüyordu. “Belki de haklısın” diyerek gülümsedi. Sonra ciddiyetini hala koruyan mimikleriyle sürdürdü sözlerini. “Anlatılanlara göre yeşillerden, o gece karşılaştığın kuzgunlardan biri olabilmek için kalbimizi sökmeli ve yerine bir yağmacının kalbini yerleştirmeliyiz. Böylece yücelecek ve ölümsüzlüğü bulacağız.” Böyle bir şey mümkün müydü? “O gece sizi gördüğümde bu şansın bir daha karşıma çıkmayacağını biliyordum. Otuz altı kış geçirmiştim ve önümde çokta uzun bir zaman kalmamıştı. Bu yüzden denemeye karar verdim. Kaybedecek neyim vardı ki?” Ama başarısız oldun demek istedi. “Evet başarısız oldum. Şimdi senin sıran.” Ne demeye çalışıyordu? “Bedenindeki tüm kan boşaldığında geri dönmek için tek bir şansın olacak.” Geri dönmek istiyor muydu? “Merak etme!” diyerek teselli etti onu. Çenesine uzanan parmakları, yüzünü kendine çekmiş ve dudaklarına bir öpüş daha kondurmuştu. “Geri döndüğünde çok güçlü olacaksın. Kimseden kokmana gerek yok”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD