ÖZLEDİM

1097 Words
“Nereye?” diyen annesi de hemen ondan sonra açmıştı gözlerini. “Oduna ihtiyacımız olacak” Onun cevabını beklemeden ağaçların arasına daldı. Bulduğu her dalı kucağına dizerken kuzgunlarla daha önceki karşılaşmalarını düşünüyordu. Dikkatli bir kadındı. Nasıl olmuşta fark edememişti? Botunun altında kırılan dalın sesiyle düşüncelerinden sıyrılarak izlediği yolu geri dönmeye başladı. Yarı yolda rastladığı Ural’ın kollarındaki odunlar, onun topladıklarından fazla görünüyordu. Peşi sıra gelen adam, yanına geçerek onu itelediğinde sakin kaldı. “Artık uyumak istiyorum” “Şimdi de bebek gibi sızlanmaya mı başladın” dedi, adamın büktüğü kalın dudaklarına göz ucuyla bakarken. “Bebek olan sensin!” diyerek kahkaha atan Ural’ı görmezden gelmeye çalıştı. İki katı yaşında olduğunu her fırsatta hatırlatmak onun tek eğlencesiydi. Omzuna çarparak önüne geçti. Dişlerini birbirine bastırdı. Solundaki ağaca çarpan omzunu geri çekerek nerdeyse devrilecek açıya gelen bedenini dikeltti. Fırsatını bulduğunda onu öldürmeliydi! Getirdiği odunları onun bıraktıklarının üzerine koyarak ateşin başındaki yerine kuruldu. Ateşin çıtırtıları dayısının attığı odunlarla arttı. Sırtındaki örtüyü çıkardı. Sudan çıktığında Ural omuzlarına koymuştu. Ara sıra da olsa işe yarar şeyler yapabiliyordu. Katladığı örtüyü arkasına bırakarak ateşin sıcaklığının üzerinde kalanlara uzanmasına izin verdi. Biraz kurumaya ihtiyacı vardı. “Çıkar şunları!” diyerek elinde tuttuğu dalı botlarına vuran kuzenine döndü. Yeşillerindeki sakinlik ona karşı koymasını engelledi. Biraz önce eğlenen adamdan geriye sadece yorgunluğu kalmıştı. Kırdığı dizlerini açarak ayaklarına uzandı ve ıslak botlarını ardından çoraplarını çıkardı. Alevlerin ulaşamayacağı bir yere koyduğu botların üzerine kalın çoraplarını serdi. “Al bakalım” Annesinin uzattığı tahta kaseyi aldı. Ateşlerinin aksine yemekleri soğuktu. Suyun içinde yüzen et parçalarıyla yüzünü buruşturdu. “Isıtamaz mıyız?” Cevapsız kalan sorusu, tahta kaşıkların kaselere vuran sesiyle yok oldu. Diğerleri gibi başını yemeğine gömdü. Önce etleri yakaladığı kaşığıyla sonrada kalan yağlı suyu dikleyerek midesine yolladı. Dudaklarının üzerini elinin tersiyle silerek yediklerinin yukarı çıkmasını engelledi. “Hadi ama o kadarda kötü değildi!” diyen dayısının da yüzü en az onun ki kadar kötü olduğunu söylüyordu. “Sen onu bir de yüzüne sor” Hahaha... Kahkahalar tıpkı közlerden yükselen sıcaklık gibi havaya saçıldı. Kaseyi annesine uzattı ve kollarını dizlerine sardı. Herkes sessizliğe bürünmüştü. Gözlerini dayısına dikerek “Bana kuzgunlardan bahset” dedi. Adam yeşil gözlerini ondan kaçırarak alevlere çevirdi. Sessizliği uzunca sürdü. Neredeyse yorgunluktan ölecekti. Uyumak için ağırca kapanıp açılan göz kapaklarını parmaklarıyla yukarı çekiştirdi. Biraz sonra “Ne bilmek istiyorsun?” dedi. Alevlerin dans ettiği gözleri, kısılarak üzerine dikilmişti. Sonunda diye düşündü. “Herkesin bilmediğini” Kararlı gözlerle baktı yüzüne. Kendisi şimdiye dek fark etmemiş olsa da beş yüzyıllık dayısının onları daha önce görmemiş olmasına imkan yoktu. Bir süre daha sessiz kaldı. Bu kadar direnmesine gerek var mıydı? Sorusu havada asılı kalmıştı sanki. Gözlerini dayısından çekmeyerek beklentisini hissetmesini sağladı. Odun yığınından aldığı orta kalınlıktaki dalı elinde çevirmeye başladığında sabrı tükenmek üzereydi. “Bizim düşündüğümüz gibi leş yiyici değiller” diyerek konuya girdiğinde dayısına şaşkınca baktı. Onlara bunu öğreten o değil miydi? Elindeki dalı iteleyerek alevleri canlandırışını izledi merakla. Ateşin kızıllığında kıpırtısız duran mimikleri canlandı. Doğruyu değil yanlışı öğretmesinin bir sebebi olmalıydı. O sebep her neyse şimdi söylemenin tam zamanıydı. “Sırlarını pek bilen yoktur. Öğrenenleri de sağ bırakmazlar” dediğinde başını eğdi Hüma. Nedeni bu muydu? Elini kaldırarak pantolonundan çıkan buharları dağıttı. “Sen neden hayattasın?” Dedi sessizce. Cesaretli olsa da korkusuz değildi. Yaşamını tehdit eden ne olursa olsun tedbirli davranırdı. Şu anda dayısını hayatta tutan şeyi öğrenmek, hayatta kalmasını sağlayacaktı. “Bildiğimi bilmedikleri için..” “Seni öldürmekte pek kolay sayılmaz” diyerek söylendi Ural. Yüzünde silinmek üzere olan tebessümün izleri duruyordu. “Düşmanını hafife alma!” Dayısı eskisi gibi ders havasına bürünmüştü. Omuzlarını silkerek oturduğu yerden kalktı Ural. Yorgunluğuna daha fazla direnemeyecek gibiydi. Hüma’nın arkasına koyduğu ceketini aldı. Tam usulca sıyrılacaktı ki onu harekete geçiren dürtüye engel olamayarak durdu. Eli kadının hala nemli olan saçlarını karıştırarak darmadağın etti. Tıslayarak ona dönmesiyle birlikte arkasına bakmadan topukladı. Yorgunluğunu tatlı kılan kadın mıydı yoksa dürtülerini serbest bırakmış olmak mıydı emin olamadı. Seçtiği ağacın – ateşe en yakın olanın- geniş gövdesine sığınarak yüzünü katladığı koluna gömdü. “Neden böyleler?” diyen kuzeninin sesi, uykunun kollarına çekilirken duyduğu son gürültü olmuştu. “Bilmek ister miyim?” Ateşi körüklemeyi bıraktı dayısı. Uyarıcı bakışları üzerine kilitlenmiş, Hüma’nın daha fazlasını merak etmesini sağlamıştı. “Dinlenmelisin!” Aldığı uyarıyla yerinden doğruldu. Adam daha fazla konuşmayacaktı. Henüz kurumayan kıyafetlerinden çıkan dumanlar gibi zihninden sızan düşünceler vardı. Ancak tıpkı dumanlar gibi düşünceleri de havada asılı kalmaya mahkumdu. Çoraplarını çizmelerinin üzerinden aldı. Sırayla ayaklarına geçirerek bedenini esnetti. Çizmelerini giymeden kuzeninin yanına ilerledi. Sırtında durmaya devam eden kılıcını çıkardı ve ağaca yasladı. Ural’ın üzerini örten ceketi aralayarak yanına sokuldu. Sırtını göğsüne yaslayarak başını dirseğine koydu ve ceketi tekrar üzerlerini örtecek şekilde kapattı. Kolunu etrafına sararak onu kendine çeken adama daha fazla sokuldu. Göz kapaklarını indirdi. Saçlarına vuran nefesi ve sırtını sıcak tutan göğsü gecelerini huzurlu geçirmesinin tek yoluydu. YYYYYYY Göz kapaklarını ağırca araladı. Bedenini ezen ağırlığın altında bir süre kıpırdandı. Henüz doğmayan güneşin mahmurluğu hafifçe aydınlatmıştı gökyüzünü. Daha uykusunu alamamış, gecenin yorgunluğundan kurtulamamıştı. Ancak uyanmıştı. Neden uyanmıştı? Kuzeninin kaslı ve oldukça ağır olan kolunu üzerinden kaldırdı. Sürünerek örtünün altından çıktı. Tan vaktinin soğuğu yüzünü yaladı. Rüzgar saçlarını karıştırdı. Ural’ın kolunu yavaşça yere bıraktı ve üzerini örttü. Adam, hafifçe kıpırdanan mimiklerinin ardından üzerini örten cekete sıkıca sarılarak tekrar hareketsizleşti. Oturduğu yerden bir süre kalkamadı. Hala uykusunu bölenin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Rüzgarın karıştırdığı saçlarını yüzünden çekerek başını gökyüzüne kaldırdı. Rüzgarda savrulan kül taneleri gözlerine kaçtı. Elleriyle göz pınarlarını ovaladı. Halsizce iç çekti. Doğrularak ateşin sıcaklığını aradı. Dayısının ve annesinin uyumaya devam ettiği çemberde bir kıvılcım dahi kalmamıştı. Bu iyi değildi. Korku içine sızdı. Göz kapakları ardına dek açıldı. Rüzgar; külleri kaldırdı, yüzüne çarptı. İleri atıldı. Ateşi canlandırmak zorundaydı. Odunlara doğru koşturdu. Eline aldığı dalları, küllerin üzerine yerleştirmeye başladı. Nefesleri gibi düzensiz kalp atışları, kulaklarına çalındı. Küller burun deliklerine doldu. Gözleri yaşardı. Odunları alelacele dizdikten sonra kuru yaprak almak için bir anlığına sırtını ateş çemberine döndü. Daha bir adım atamamıştı ki kalp çarpıntısını geride bırakacak bir ses çalındı kulaklarına. “Özledim!..” İçine dolan sıcaklıkla dizleri titredi. Amacını unuttu. Korkusu silindi. Sırtını, daha fazlasını duymak isteyerek doğrulttu. Fısıltı arttı. Ancak Hüma sözlerine mana bulamadı. Daha fazla odaklanmalıydı. Nefes almayı bıraktı. Gözleri ansızın karardı. Kadının kimliğini kaybeden bedeni, yüzünü sesin geldiği yöne çevirdi. Ona gitmeliydi. Ona tutunmalı, onun olmalıydı. Ayakları düzensizce attı adımlarını. Botlarının altında hışırdayan yapraklar dağıldı. Rüzgar onu durdurmak için darbelerin artırmıştı ama kadın, onu kollayan doğayı duymuyordu. Saçları yüzüne çarptı. Yapraklar bacaklarına dolandı. Hüma, onu özlemle çağıran fısıltıdan başkasını duymadı, görmedi. Adımları serileşti. Korkusuzca ilerledi. Tek bir amacı vardı artık. Onun çağrısına cevap vermek. Tutkuyla yayılan sesi “Özledim seni...” diyordu. “Bana gelmelisin...” Biraz hırçın biraz da sabırsızdı. “Hadi!...” Dedi sonra. Çocukça kıkırdıyor ve onu bekliyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD