KOR

867 Words
Askerlerin ve saray çalışanlarının sesini kulak ardı ederek rüzgara odaklanmaya çalıştı. Yaprakların usulca salınışını ve polenlerin uçuşarak her yanı kokuya boğmasını izledi. Küçücük detaylar görüşüyle devasa boyuta ulaşıyordu. Güçlerini o kadar çok özlemişti ki elinden kayıp gittiği anı hatırlamak onu hüzünlendirdi. Derin bir nefes aldı ve tekrar çiçeklerin kokusuna yoğunlaştı. Duygularına kapılmanın hiç mi hiç yeri değildi. Ağaçların bakımını yapan hizmetkarları izlediği sırada “İkizim!” diyerek gürleyen Vagus’un sesi, neredeyse gözlerini açmasına sebep olacaktı. Merakını dizginleyerek bekledi. Sanki onları duymamış gibi kıpırtısız ve uzak kaldı sohbetlerine. Atını onun geldiği yöne süren Vagus, ahırlardan henüz yeni çıkan Prens Çeri’nin yolunu kesti. Ahırların sarayın hemen yanına kurulmuş olması onu şaşırttı. Koku onlar için rahatsız edici değil miydi? “Nereye böyle?” İki kardeşi izlerken Vagus’un her şeye ve herkese karışmak gibi bir alışkanlığı olduğunu düşündü. Prens Çeri hem duruşuyla hem de görüntüsüyle ondan farklı görünüyordu. Kardeşine nazaran daha olgun bir havası vardı. Vagus’un saçları ne kadar kısa ve dağınıksa onun saçları o kadar uzun ve topluydu. Neredeyse beline ulaşmıştı ve saçlarını kadınlar gibi başının arkasında toplamıştı. Su kadar düz ve kaygan görünüyordu. Tonları aynıydı. Belki de kral sadece bir kadından çocuk sahibi olduğu için renkleri tek düzeydi. Onunla daha önce karşılaştığını hatırlamıyordu. Kralın dört çocuğu vardı. Prens Dagan, Prenses Dildar, Prens Vagus ve Prens Çeri. Prens Dagan’ı bir kez görmüştü. Batıdaki komşuları olan Azna’yla savaşa girdiklerinde kazandığı zaferle ün sahibi olmuştu. Herkes onun zekasını ve kahramanlıklarını konuşuyordu. Gelecekteki kral olarak görülmesini yadsımıyordu. İlk doğan prens olduğu için doğum hakkıyla tahtta ki yerini sağlamlaştırmıştı. Nasıl Prens Çeri’yi daha önce hiç görmemişse Prenses Dildar’ı da hiç görmemişti. Onun hakkında tuhaf olan şey kimsenin nasıl biri olduğunu bilmemesiydi. Sadece doğduğu biliniyordu. Saray dışına hiç çıkmamıştı. Nasıl olurda hakkında ufacık bir söylenti olmazdı? Peki Prens Çeri... Neden onunla ilgili hiçbir şey duymamıştı? Yüzünü yaklaştırarak onu incelediğinde gözlerinin çekici olduğunu düşündü. Prens Vagus’ta aynı tona sahipti ama ondaki sıcaklığı daha önce görmemişti. Her zaman mavinin soğuk olduğunu düşünmüştü. Yağmur damlasını andıran gözlerine iyice baktığında düşüncelerinin bir yanılgıdan ibaret olduğunu gördü. O gözlerde kaybolmak isteyen birçok kadın bulabilirdi. Sakallarını her gün temizliyormuş gibi pürüzsüz ve kumral bir tene sahipti. Yüzü sertti ve hiçbir mimik barındırmıyordu. Bu hali ona Nhamo’yu anımsattı. Ancak onun kadar soğuk hissettirmiyordu. Vagus’un sorusunu yanıtlayan dudakları aralandığında başını omzuna yaslayarak izledi. İnce ve kuru dudakları vardı. Nasıl hissettirirse hissettirsin onun zevkine uymayacak kadar normal görünüyordu. O zaman neden görüntüyü daha fazla yaklaştırmak istiyor ve dudaklarının tadını merak ediyordu? “Yeni iç güdülerine merhaba de” O ses diye düşündü. Tutkuyla yanan ve yakan titreşim yine kelimelerini sarmıştı. Atının dizginlerini hınçla çekti. Tekrar tekrar ona çekilen ruhu, karanlığa doğru kaymak için çırpınıyordu. İki göğsünün arasında eriyen bir şey vardı. Bitmesi gereken ama bitmeyen o şey, şimdi her yanını kavuruyordu. Ona tutunmasını ve ondan kopmamasını isteyen arzu, sahteliğini bilmesine rağmen aynen yerini koruyordu. Neden buradaydı? Onun her şeyini alarak onu yok etmemiş miydi? Nasıl oluyor da onu yine dipsiz kuyusuna çekebiliyordu? “Lütfen!” dedi neredeyse yalvararak. Bırak artık beni. “Bıraktım” derken sıcak kolları etrafını sarmıştı. Omuzlarında ve boynunda gezinen dokunuşlarıyla nefeslendi. Yanıyordu. Öncesinde onunla soğurken şimdi alev alıyordu. “Lütfen!!!” “Şşşşşşt” Saçlarında gezinen nefesi, varlığına sığınmasını söylüyordu. Ondan kaçınmaya çalışan zihnine rağmen bedeni onunla olmak için adeta yalvarıyordu. Dokunuşlarını, nefesini, tenini... her şeyini istiyordu. “Ben artık seninim” “Bırak beni!!” “Ben artık seninleyim” Onunla olmak yerine ölmeliydi. “Ben artık senim” “Sense benimsin!” “Seni öldüreceğim” diye bağırdı anlık gelen öfkesiyle. Kendinden şüphe ederek söylediği sözlerle sesi titredi sonra. Görmediği birini nasıl yok edebilirdi? Her cümlesinde daha fazla yakıyordu karanlığı. Kör olan benliği, közlenen zeminle aydınlanmaya başladı. Ayaklarını yakan sıcaklığı hissetti. Acıyordu... canı yanıyordu. Kollarından çıkmak ve acıdan kurtulmak için debelenmeye başladı. Kaçmalıydı. “Yanacaksınnnn” Onu öldüreceğini söylediği için mi bu kadar acımasız davranmaya başlamıştı? “Hayır! Hayır!” diye sızlandı. Gözyaşları aktığı gibi yanaklarında kuruyuveriyordu. Kendine hakim olamıyordu. Direnmek istiyordu, korkusuz sandığı benliği hiç bilmediği o tadı iliklerine kadar işliyordu. Ayakları tamamen korların içinde kalmıştı şimdi. Alevlerle dolu bir bataklıktaydı ve kurtulmak istedikçe daha da dibe batıyordu. “Canın çok yanacak” “HAYIRRRR!!!” Çığlık attı. Öyle çok acıyordu ki... Ateş derisini kavurarak kemiklerine vurduğunda ölmek istedi. Yanan etinin kokusu burnuna ulaştı. “Lütfen bırak beni” dedi. Ona inanmak yerine sonsuza dek karanlıkta kalmayı tercih etmeliydi. Yaşarken cehennemin azabını çekmemeli ve kör kalmalıydı. “Sahi! O kadar kolay olacağını mı düşünmüştün?” Çocukça kıkırtıları, uçuşan korlara takıldı. Öyle mi yapmıştı? Yaşama geri döndüğünde her şeyin bittiğini düşünerek rahatlamış mıydı? Evet. O kadar çok rahatlamıştı ki prenses gibi davranarak eğlenmeye bile başlamıştı. Yine de bu kadar işkenceyi hak edecek ne yaptığını merak etti. Dizleri tamamen korlara gömüldüğünde hissizleşmişti. Göz yaşları gibi süzülen ter damlaları değdiği korlarla cızırdadı. Acıya bulanan ve yanık kokusuna daha fazla tahammül edemeyen zihni kaymak üzereydi. Can havliyle çığlık attı. Sesi o kadar cansız, o kadar sönüktü ki... “Uğraşma” dedi adam ensesine doğru gülerek. “Karanlık, güçlerini yutmak için burada” Onu ayakta tutan belirsiz varlığı, sözlerinin ardından bedeninden çekilerek yok olunca yığıldı. Şimdi korların içine dalmış yüzeye çıkmaya çalışıyordu. Her çırpınışında daha çok batmasına rağmen direndi. Teni gibi yanan saçları ve gittikçe kaybolan duyularıyla bir kez daha can verdi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD