ÇIĞLIK

1338 Words
Tıslamasına karşılık kahkaha atan adam, ıslık çalarak nehir yatağının derinliklerine ilerlemeye başladığı. Annesinin “Hızlı ol!” diyen sesini işitti. Başının arkasında topladığı saçlarını tek hamleyle çözerek dizlerine dek soğuk suyun içine girdi. Takırdayarak birbirine vuran dişlerinin sesi, kalbinin gümbürtüsünü bastırmaya yetmiyordu. Avuçlarına doldurduğu suyu omuzlarına serperek suyun sertliğine alışmaya çalıştı. Üzerine atlayarak onu deviren ağırlığın altında suya gömülürken atmak üzere olduğu çığlığı, ağzına ve burnuna dolan sularla birlikte yuttu. Debelenen bedenini saran kollardan kurtulmaya çalışırken nefes almayı keserek yuttuğu sudan kurtuldu. Attığı tekmeler, buz gibi suyun altında boşa gidiyordu. Ansızın serbest bırakıldı. Suyun yüzeyine çıkan başını kaldırarak öksürmeye başladı. Yosunlara değen ayak parmakları, öfkeyle kıvrıldı. Elini, kasılarak içindekileri dışarı atmaya çalışan midesini bastırdı. Öfkeyle yanıp sönen gözleri, suyun yüzeyini taradığı sırada ayak bileğinden tutularak dibe çekildi. Tekrar suya gömülen bedeni, bu kez hazırlıklıydı. Kuzeninin onu kendisine çekmesine izin vererek boşta olan ayağını savurdu ve tekmesinin adamın karnına gömülüşünü zevkle izledi. Onu serbest bırakan parmakların ardından kulaç atarak iki büklüm olan kuzenini tekmelemeye devam etti. Etrafında dönerek attığı tekmeler hedefini buluyordu. Harcadığı eforla zayıf düşen bedenini suyun yüzeyine çıkardı ve saçlarını yıkamaya koyuldu. Suyun yüzeyine çıkan kuzeninin iri yarı bedenini, gözünün kenarıyla takip etti. Onu öfkelendirdiğinden adı kadar emindi. “Bugün fazla acımasızsın” diyen sesi, öfkeyle karışık zevkle titriyordu. Dudaklarını dişlerinin arasına alarak sabır çekti. Kendisinden yarım asır önce dünyaya gelen adamın pervasızlığı, onu hasta ediyordu. Attığı kulaçlarla yanına geldi. Onun gibi doğrularak önüne geçince adama aldırmadan saçlarını ovmayı sürdürdü. “Dur ben halledeyim” diyerek ona doğru uzandığında yüzüne yapışan arsız gülümsemeyi, attığı yumrukla sildi. Sağa savrulan başını geriye yatırarak; havada kalan eliyle çenesini kavrayan kuzeni, kahkaha atarak tekmesini suyun altında kalan dizine geçirdi. Acıdan çok öfkeyle haykırarak dizlerinin üzerine çöktü. Yorgunluktan ölmek üzereydi ama adam, oyuncağıyla oynamak için can atıyordu. Hatta bununla kalmıyor, onun öfkesinden zevk alıyordu. “Bu kadar yeter!” Kuzenini –Ural’ı- durduran dayısının sesiyle rahatladı. Sırt üstü uzanarak bedenini, suyun yakıcı dokunuşlarına bıraktı. Babasının sözünü asla ikiletmezdi. Usulca inen göz kapakları, yorgunluğun üzerine çöreklenmesine neden oldu. Biraz sonra “Gidelim” diyen dayısı, uyuşan bedenini ve uykuya çekilmek üzere olan zihnini temizlemişti. Kuma ve yosunlara değen ayak parmaklarını, kıvırarak karaya ayak bastı. Annesi, elinde bir yığın kıyafetle onu bekliyordu. Rüzgarın soğuk dokunuşuyla kıvrandı. Giyindiği ıslak kıyafetler, üzerine yapışarak ağırlığına ağırlık kattı. Sessizce söylendi. Yıkanmaktan daha zor olan şey; ıslak kıyafetlerin üzerinde kurumasını beklemekti. Omuzlarına binen ağırlıkla ilerlemek için hareketlenen ayakları duraksadı. Önüne geçerek omuzlarından kavrayan Ural’ın göz kırpışını, ardından gülümseyişini sessizce izledi. Omuzlarına çektiği örtüyü titreyen parmaklarına rağmen sıkıca tuttu. “Yolun başındayken hasta olmanı istemeyiz” diyerek başını okşayan adama, kirpiklerinin altından bakarak söylendi. Ne kadar bitkin olduğunu görmüyor muydu? “Eksik olma!” Sesindeki sitem yerine ulaşmıştı. “Olmam” Arkasına geçerek onu öne doğru ittirmesiyle annesinin ve dayısının aralarındaki mesafeyi açtıklarını fark etti. Hızlı adımlarıyla kapanan aralığın, onları ormana sürüklemesi uzun sürmedi. Kamp kuracakları yer buralarda bir yerlerde olmalıydı. Öyle olmasını umuyordu. Attığı her adımda bitmesini beklediği yol uzadıkça uzadı. Omuzlarındaki ağırlık onu soğuktan korumakla birlikte uykusunun daha da bastırmasına neden oldu. Güçlükle aralık tuttuğu göz kapaklarının, onu yere sermesi işten bile değildi. “Geldik” Tek kelime, sağındaki ağaca yaslanarak yere çökmesini sağladı. Kıvrılarak cenin haline gelen bedeni ağaca verdi. Ardından zihni, uykunun sıcacık kollarında kayboldu. Dolunayın aydınlattığı gecede dinlenecekleri yeri inceledi Ural. Son bahardan kalan yapraklar hala yok olmamış, ağaç kökleri toprağın yüzeyine çıkarak uzanmıştı. Vadinin meltemini bir nebze engelleyen ağaçlar, rüzgarın çığlılarını kulaklarına taşımaya devam ediyordu. Sırtındaki ağır çantayı bir kenara attı. Kadının yığıldığı yere çöktü. Babasının ve halasının sırtlarındaki yükü indirerek kamp kurmalarını izledi. “Odun topla” diyerek çantasından çıkardığı örtüleri bir kenarı yığdı babası. Oturalı bir dakika bile olmamıştı. İç çekti. İtiraz etmeden kalktığında ağrıyla sızlayan kaslarını ovarak ağaçların arasında ilerledi. Yabani hayvanlara yem olmamak için fazla uzaklaşmadan bulduğu kuru odunları koluna özenle istifledi. Yeterli olduğunu düşündüğünde kamp alanına doğru dönüşe geçti. Kızgın bir kuzgunun sesi geceyi yararcasına geçip gittiğinde adımlarını sıklaştırdı. Ormanda olmalarına rağmen şimdiye dek hiçbir hayvanın sesini duymamış olduğunu, kuzgunun çığlığıyla fark etmişti. Onların alanlarına girmiş olamazlardı. Babası sınırlar söz konusu olduğunda profesyonel bir rehberdi. Bir kuzgun sesi daha yankılanınca yutkundu. Koşmaya başladı. Neyse ki çok uzaklaşmamıştı. Kucağındaki odunlar, bedeninin her hareketiyle sarsılıyordu. Kollarını sıkılaştırdı. “Hüma kalk!” diyen halasının sesi kulaklarını doldurdu. Nefes nefese varmıştı mola verdikleri açık alana. Kollarındaki odunları eşyalardan boş kalan yere bıraktı. Duraksamaksızın topladığı gazellerin üzerine dizdi kuru dalları. Burunlarını bileştirdiği kısımda kalan açıklığa en kuru yaprakları tıkıştırdı. Babasının uzattığı ince çubuğu alarak önüne kalan son dalın üzerinde çevirmeye başladı. Artan kuzgun seslerinin arasında uyku sersemi kuzeninin “Neler oluyor?” deyişi kulağına çalındı. İlk kıvılcım göz kırptı. Avuçlarında hızla çevirdiği çubuk, soğuk ve talaşlı parmaklarını ısıttıkça ısıttı. Çıtırtılar eşliğinde alevlenen odunu hafif nefesleriyle canlandırmaya çalıştı. Üzerine kuru yapraklar attı. Yeterli olduğunu düşündüğünde dalı odunların arasına yerleştirdi ve alevleri tekrar kuru yapraklarla besledi. “Kuzgunlar!” Annesinin tek kelimesi “Gak gak...” seslerinin arasında kayboldu. Hüma, güçlükle doğrulttu bedenini. Artık dinlenmek istiyordu. Yanındaki çantayı sürükleyerek annesini izledi. Dayısı ve kuzeni çoktan ateşin başına yerleşmişti. Taşıdığı çantayı kenara bıraktı. Diğerleri gibi bağdaş kurarak ellerini dizlerinin üzerine yerleştirdi ve göz kapaklarını indirdi. Yorgunluğun verdiği vurdumduymazlıkla sakince alıp verdi nefeslerini. Yerde duran bedeninden kopan bir parça, uçarcasına yükselerek ağaçların arasından süzüldü. İçinden geçtiği her dal geride kalıyordu. Kuzgunları dolunayın ışığında buldu. Leş bulmuşçasına heyecanlanmışlardı. Sürü halinde gelmişlerdi. Görüş açısına giren altı kuşun arasında annesini, kuzenini veya dayısını göremedi. Yıldızlı gecede daha da yükselerek etki alanını genişletti. Kulaklarını dolduran tiz çığlık sesi, onun ikinci benliğiydi. Ateşin başında duran bedeni gerildi. İlk çığlıkla birlikte yalpalamaya başlayan kuzgunlar, peş peşe gelen çığlıkların ardından düşmeye başladı. Gak gak... sesleri artık duyulmayacak kadar bastırılmıştı. Dallara çarpa çarpa inen kuzgunlardan birinin peşine takılarak dalışa geçti Hüma. Devasa kanatların sahibi, çarptığı her dalda inliyordu. Şaşkına döndü. Tıpkı bir insan gibiydi. Çıkardığı sesler oldukça tanıdıktı. Ateşin başında duran kendi bedeninden hala aralıksız çığlıklar yükseliyordu. İkinci benliği bedeninden bağımsızdı. Kuzgunu izlemeye devam etti. Çarptığı dallar sonunda tükendiğinde izlediği kuzgun, ağaç köklerinin üzerine çıkardığı ‘pattt’ sesiyle birlikte serildi. İki ayağının üzerine bastı. Avına sinsice yaklaştı. Bir bedene sahip olmasa da kuzgunun onu hissedebileceğini biliyordu. Namı diğer leş yiyiciler... İki metreyi aşan devasa kanatlarıyla sanıldığının aksine avlarını yemek için ölmelerini beklemezlerdi. Kaldığı yerde bir iki kez çırpınan kanatlar, genişleyerek havalandı. Ağaçların sık yapraklarının arasından sızan birkaç parça ışık kuzguni kanatların altındaki insansı yaratığı aydınlattı. Görüntü karşısında bozguna uğrayan Hüma, duraksadı. Diğerlerine eşlik eden çığlığı istemsizce son buldu. Doğru gördüğünden emin olamayarak avına yaklaştı. Şimdi uzansa kara tüylerini tutabilirdi. Dizlerini kırarak çöktü. İnlemeye ve kulaklarını tıkamaya devam eden adamı yakından inceledi. Kanatları kadar siyah olan saçlarının ve gözlerinin arasında duran yeşil bağ çıplak tenindeki tek renkti. Şimdiye dek gördüğü kuzgunlardan farklı olduğu bir gerçekti. Yarı insan, yarı hayvan gibi görünüyordu. Onlar hep böyle miydiler? Neden daha önce fark etmemişlerdi ki bunu? Ayaklanarak adamın üzerini bir nebze örten kanatların etrafında turladı. Sırtından uzanan çıkıntıların bronz tenine acı verip vermediğini düşündü bir süre. Merakına engel olamayarak uzandığı sırada “Neyi bekliyorsun!” diye bağıran yabancı sesle durdu. Yüzünü sesin sahibine döndü. Kadın anadan doğma, çırılçıplaktı. Tıpkı adam gibi bedenini kaplayan her tüy kümesi simsiyahtı. Alnında bağlı duran bağ yine yeşildi. Aynı gruba, sürüye ait olduklarını göstermek için takıyor olmalıydılar. Kadının elleri de diğeri gibi kulaklarındaydı. Kıvranmaya devam eden adamın onu duymadığını anlamış olacak ki birkaç zorlu adımın ardından dizlerinin üzerine çöktü. Aralarında bir nefeslik mesafe vardı. Ancak kadın onu göremiyordu. Adamı omzunu tutarak sarsmaya başladı. Tıpkı arkadaşı gibi yanakları göz yaşının izleriyle doluydu. Hüma, ilk kez çığlıklarının verdiği acıdan rahatsızlık duymaktan alamadı kendini. Sadece bir an süren bu rahatsızlık, adamın doğrularak kanatlarını savurmasıyla son bulmuştu. İçinden geçerek ağaçlara çarpan devasa kanatlar, hiç var olmamışçasına çekilerek geniş sırtına gömüldü. Şaşkınlığından sıyrıldı. Dudaklarını tekrar araladı. Tiz sesleri geceyi yarmaya devam etti. Elleri kulaklarında, çırılçıplak kaçan ikiliyi izledi. Var oldukları yerde tek bir canlıya yer yoktu. Bu yüzdendir ki yağmacı derlerdi onlara. Hak ettikleri bir yakıştırmaydı. Onları bir cani gibi gösteriyordu. Birçok insanda öyle olduklarında ısrarcıydı. Ne yapabilirdi ki piramidin üstünde olmayı seviyordu. Uzaklaştıklarından emin olunca onu bekleyen bedenine çekildi. Göz kapaklarını araladı. Dudaklarını kapadı. Ardından ellerini dizlerinden çekti ve ayaklandı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD