ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
MELEK’İN ANLATIMIYLA
Alahan’la oğlumun eşyalarını yerleştirdiği odada beraber ağlamamızdan bu yana, dört gün geçmişti. Ben bu dört gün boyunca, o odadan nadiren çıkmıştım. Genellikle yemek yemek için çıkıyordum. Alahan yanıma bir kaç kez gelmiş ama konuşmadan, benimle birlikte sessizce durmuştu. Arada elimi tutarak, arada da sarılarak, yaşıma ortak olmuştu bir nevi. Bu dört gün içinde başka bir şey daha olmuştu, boşanmıştım. Artık dul bir kadındım. Boşanmak beni nasıl etkiledi diye soracak olursanız eğer, hiç bir şey hissetmemiştim. Beni aldatan değer göstermeyen bir adamın arkasından isyan edip ağlayacak değildim. Tek isyanım, canımın canı oğlumun ölümüneydi.
Bazen oğlumun kıyafetleri veya oyuncaklarıyla konuşuyordum. Galiba delirmiştim. Psikoloğa gittiğimiz o günden sonra, gitmemiştim bir daha. Dün gitmem gerekiyordu halbuki. Alahan, beni zorlamak istemiyordu hiç bir konuda ama içten içe endişelendiğini anlayabiliyordum. Beni seven bu hayattaki tek insanı da kendi iç çatışmalarım yüzünden incitiyor, görmezden geliyordum. İsyanım ne Allah’a ne de başkasınaydı. Lanet kaderimeydi sadece. Alahan’ın yanıma gelip gittiği bazı anlarda keşke diyordum içimden, keşke daha önce, en önce seninle karşılaşsaydım. Belki bunlar başıma gelmez, güzel seven bir adama denk gelmiş olurdum.
Sevgisinden hiç şüphe etmemiştim onun. Gerçekten sevdiği; incitmekten korkarmış gibi dokunmasından, her halükarda içimden geçenleri anlamasından, yanımda sessizce beklerken bile aslında gözleriyle beni ne kadar sevdiğini haykırmasından belliydi. Ama ben bu sevgiyi kendime hak göremiyordum bir türlü. Belki de yaşadığım her şeyi kendime bağlamamdan kaynaklanıyordu bu. Hayatımda olumsuz giden her şeyden, ben sorumluydum sanki. Oğlumun ölümünün bir kaza olduğunu biliyordum ama içten içe benim suçumdu sanki. Yine oğlumun eşyalarına bakarken içimden geçirdiklerim bunlardı.
Hava almak için odadan çıkarken, kapının ağzından yine yokladım odayı. Gelip de bulamayacak gibi bir korku oluyordu bu odadan çıkarken içimde. Merdivenleri inerken, Alahan’ın sesi kulaklarıma doldu. Hamza ile konuşuyordu galiba. Dinlemek gibi bir niyetim yoktu ama yürümemi biraz yavaşlatmıştım.
“Hikmet, aradı mı, ne yapmış?” Hamza başını yerden hafifçe kaldırdı. “Aradı ağabey. Dediğin gibi, avukat ve o şerefsizin ailesinin tüm açıklarını bulmuş. Yarın sana gönderecek.” Alahan başını sağa sola oynatıp boynunu kıtlattı. “O şerefsize ne oldu?” Hamza, hafifçe güldü. Beni daha fark etmemişlerdi. “Onu da depoya kaldırtmış, Hikmet. Biraz ilgilenmişler de. Emrini bekliyorlar.” Neyden bahsettikleri hakkında bir fikrim yoktu. Ama hal, hareket ve konuşmalarından, sevmedikleri birine bir şeyler yapıyor gibiydiler.
Keşke, bende bir şekilde intikam alabilsem dedim, içimden. Beni kandıran adamdan. Hor gören ailesinden. Evli olduğunu bildiği halde bir birliktelik yaşamaktan çekinmeyen o kadından. Sahi, kadın kadının yanında olması gerekirken, neden karşısında oluyordu? Başka adam mı yoktu da evli biriyle olmak istiyorlardı? Sinirli bir gülümseme belirdi dudaklarımda. Şu başıma gelen, olay hakkında binlerce ‘neden’ içeren soru sorabilirdim.
Bir kaç basamak daha indiğimde, Alahan arkasını dönüp bana baktı. Ardından Hamza’ya yeniden döndü. “Yarın konuşuruz. Biraz daha hırpalasınlar. Bir kaç gün daha misafirimiz olsun beyefendi. Ara ara Hikmet’le konuşup beni bilgilendir!” Hamza olumlu anlamda başını salladı. “Emredersin ağabey. Başka bir şey yoksa ben gidiyorum. Hikmet’imle bir konuşayım.” Alahan kahkaha attı. Onun yanında olduğum süre boyunca ilk kez kahkaha attığını gördüm. Güzel gülüyordu. Çok güzel. “Senin bu Hikmet’le arandaki ilişkiyi çözemedim daha. Deydi yıldır yanımdasınız, hala anlayamadım.” Hamza da güldü. “Canım, ciğerim o benim ağabey. Minik kuşum.” Ben yanlarına doğru yaklaşırken Alahan, yeniden güldü. “Ayı gibi adama da minik kuşum demek sana yakışırdı zaten, Hamza.” Hamza beni görünce başını eğdi. Ama sırıttığını görebiliyordum. “Can dostum, yol arkadaşım o benim ağabey. On beş yılımız birlikte geçti bizim, dile kolay. Bir sana bir de ona gözüm kapalı güvenirim. Senin de bir tek bize olduğu gibi.” Alahan, başını sallarken bana baktı. Dudaklarına bir gülümseme kondurdu. “Öyle aslanım, öyle. Hadi git bakalım, minik kulun beklemesin seni.” Hamza, ikize başıyla selam verdi, arkasını dönüp yürümeye başladı. Birden aklına bir şey gelmiş gibi durup hızla bize döndü. “Ağabey, Hikmet’e minik kuşum dediğimi söyleme. Kazığa oturtur beni mazallah.” Alahan, bakışlarını benden çekip, Hamza’ya döndü. “Sen burada mısın halen oğlum? Şimdi ben seni kazığa oturtacağım. Çabuk kaybol.” Hamza önüne dönüp koşar adım gitti bu sefer. Bir yandan da bağırarak konuşuyordu. “Senden değil ondan daha çok korkuyorum ağabey! Melek hanımın yanında forsum çizilmesin diye gidiyorum.” Büyük kapıdan çıkıp gözden kayboldu. Alahan arkasından homurdanmaya başladı. Hikmet kim bilmiyordum ama anladığım kadarıyla Alahan ikisiyle daha samimiydi. Diğer adamlarla konuşurken daha resmî konuyordu çünkü.
Alahan’ın söylenmeleri bitince, gözleri yeniden beni buldu, bende düşüncelerimden arınıp ona baktım. Konuşmadan bir müddet, birbirimizin gözlerinde takılı kaldık. İçimi titretecek bir yoğunluk vardı gözlerinde. Utanmıştım ama bakışlarımı da çekemiyordum. Elini uzattı bana. Bakışlarım eline doğru inerken, samimi bir şekilde konuştu. “Gel hadi, yemek hazır oluncaya kadar salonda oturalım biraz. Ya da istersen kitaplara bakabiliriz.” Düşünecek milyon tane işi varken, önceliği her zaman bana vermesi de dikkatimi çekiyordu hep. Benimle böyle ilgilenmesi, alışkanlık yapacaktı bünyeme. Eline elimi bıraktım. Birlikte salona doğru yürümeye başladık.
Salona geldiğimizde, kitapların bulunduğu rafların önüne gittik. Severdim kitapları. Yetimhane de kalırken de, okula giderken de elime geçen her kitabı okumaya çalışırdım. Çünkü, kitap okuyan bir insan binlerce hayat yaşardı. Okumayan ise sadece bir. Elimi elinden çekip kitaplara bakmaya başladım. İlk geldiğim zaman İngilizce bir kitabı aldığımda Alahan’ın dedikleri geldi aklıma. Ben senin için çeviririm demişti. O zaman nasıl bir tepki verdim pek emin değilim ama şu anda hatırıma gelince içim kıpır kıpır olmuştu. Alahan, beni iyileştiriyordu galiba. Yaralarımı saracağını söylemişti ve öyle de yapıyordu. Sadece yanımda olarak, ilgisini ufak tefek şeylerde göstererek yapıyordu bunu. Büyük şeylerde yapmak istiyordu biliyordum ama şimdilik bu kadarı yeterde artardı benim için.
Üst raftan bir kitap alıp baktım. İnsan ne ile yaşar? Okumamıştım bu kitabı ama bana göre cevap, sevgiydi. İnsandan insana değişirdi tabi bu cevap. Aç birine sorsak ekmek derdi. Sokakta kalan birine sorsak, sıcak bir yuva. Bir çobana sorsak mesela, hayvanlarım derdi. Ya da bir anneye sorsak, evlatlarım. Benim evladım gitmişti benden, verecek cevabım sevgi kalmıştı. Elimdeki kitabı geri yerine koyarken, kitabı almamdan ötürü yan tarafında bulunan kitapların boş yere doğru yıkıldığını gördüm. Boştaki elimle yeri açmaya çalışırken bir yanda da diğer elimde bulunan kitabı yerine koymaya çalışıyordum. Ama yapamıyordum. Tabi kısa olan boyum da bana pek yardımcı olmuyordu.
Yeniden bir deneme aşamasına geçerken, sırtımda bir sıcaklık hissettim. Yutkunurken, Alahan boşluğu açmaya çalışan elimin üzerine elini koymuş onun sayesinde kitabın yeri açılmıştı. Elimdeki kitabı hemen yerine koydum. Alahan, elimin üzerindeki elini çekmemişti. Küçük bir adım daha attı. Rafla Alahan’ın bedeni arasında hafiften sıkıştım. Kalbimin gümbürdemeye başladığını da o zaman farkettim. Daha önce bu denli hızlı atıyorduysa da kitabı yerleştirmekle uğraştığım için farkında değildim.
Alahan’ın burnu hafifçe saçlarıma doğru sürtündü. Bir nefes çekti içine. Yavaşça kulağıma doğru ilerledi. Kısık ve boğuk bir sesle konuştu. “Kokun, kokun çok güzel, Melek. Bir şişeye koyup saklamayı, ara ara çıkartıp koklamayı isterdim.” Sesi kalbimi daha da beter yaptı birden. Bedenim titredi. Boştaki elini kaldırıp sağ omzumdan aşağıya doğru narince kaydırdı. “Sabırlı bir adamım, beklerim dedim ama, bazen çok zorlanıyorum. Sıkıca sarıp, öpmek istiyorum seni. Sonra da kendi kendime konulmaya başlıyorum; sen iki yıl dayandın, hem yanında da değildi o zaman. Şimdi yanında, sabredemiyorsun. Kendimle bir çatışmadayım ve kazanan hangi taraf olacak bilmiyorum. Ama elimden geldiğince bu çatılmanın devam etmesini sağlayacağım.” Konuşmasını bitirip, boynumdan bir nefes çekti bu sefer. Ardından önce elimin üzerindeki elini sonra da bedenini geri çekti. Geriye bir kaç adım atıp durdu. Üşüdüğümü hissettim birden. Bana yakınken sıcacıktım.
Bir kaç dakika kendimi sakinleştirip, Alahan döndüm. Yine bakışlarımız buluştu. Gülümsedim. “Belki seni hiç kabul etmeyecek birini bekliyorsun, belki de yakında kabul edecek birini bilmiyorum. Bildiğim tek şey bana iyi geldiğin. Sabırlı olduğun için teşekkür ederim, Alahan.” Söylediğim her bir kelimede rahatlayan yüzüne baktım. Bir umut vermiştim ona. Çünkü benim de bir umudum vardı artık hayatta. Şu, geçen bir kaç gün, yanımda sessizce duran adam sağlamıştı bunu. Ama biraz daha düzelmem gerekiyordu. Biraz daha toparlanırsam daha güzel olacaktı her şey. Simsiyah bir pencereden bakmıyordum artık. Alahan, renklendirmeye başlamıştı yavaş yavaş manzaramı.
Bir adım atarak yaklaştı bana. Gözlerimin içine umutla bakıyordu.
“Bana, bugün bunu dedin ya Melek, çok mutlu oldum. Hep yanındayım ben senin. İstediğin zaman gel, sen gel ben konuşmadan bile dururum yanında. Omzuma yasla başını gerekirse saatlerce dur kımıldamam bile. Sen bir adım gel geri kalan bütün adımları koşarak gelirim ben sana.”
Söyledikleriyle yanaklarımın yandığını hissediyordum. Başım yere eğilirken, dudaklarımı dişledim. Tam o sırada bir kaç çalışan, salona girip yemek masasını kurmaya başladılar. Heyecanıma kurtarıcı olmuşlardı. Minnetle baktım onlara doğru. İşlerini halledip gittiler. Yine yalnız kalmıştık. Uçarcasına masaya doğru gitmeye başladım. “Çok açım. Kurt gibi. Yemeğimizi yiyelim.” Arkamda gülerek geldiğin duydum. Ne yapabilirdim ama utanmıştım. Gelip sandalyesine oturdu. Gülümsemeye devam ediyordu. Bol bakışmalı bir yemek yemeye başlad