BÖLÜM 1
3 AY SONRA
Hayatım düzene girmeye başlamıştı. Hatta eskisi gibi canım da acımıyordu. Dayanılır hale gelmişti olanlar ve ben daha keyifli olmaya başlamıştım.
Bunda Gülçin’in üniversiteyi İstanbul’da kazanıp bizim yanımıza yerleşmesiyle de yakından ilgisi vardı. Hep hedeflediği gibi Eczacılık Fakültesini kazanmıştı. Alp de aynı üniversitenin Endüstri Mühendisliğini. İkisi de aynı şehirde yaşamanın mutluluğu içindeydiler.
Beril, Efsun ve ben artık okulun ayrılmaz üçlüsü olmuştuk. Beril eski arkadaşlarıyla çok fazla görüşmüyordu. Zaten sırf insanlara korkulacak kız imajını vermek için onlarla takılıyordu ve artık buna gerek kalmamıştı.
Eski arkadaşları Beril’i onlardan benim uzaklaştırdığımı düşünüyor ve bunu da her fırsatta bana duyurmak için uğraşıyorlardı. Bir gün lavaboda yalnız olduğum bir anda üçü birden içeri girdiler. Bana laf sokmaya ve küçük çaplı hakaretler etmeye başladılar. Sonunda Ali üzerinden kışkırtmalarına dayanamayıp kavgaya başladım. Üçü beni neredeyse dövecekken içeri sınıftan olan birkaç kız girip bizi ayırdılar. Saçım başım çok kötü dağılmıştı ve zil çaldığı için tam toparlanamadan sınıfa gittim. Efsun ve Beril ne olduğunu sorunca çaresiz anlattım. O gün okul çıkışımız bir olaydı. Beril, ben Efsun ve birkaç kız daha diğerlerinin yolunu kestik. Biraz tartakladıktan sonra benimle bir daha uğraşmamaları konusunda iyice uyarıp bıraktık. Hayatımda ilk kez böyle bir şey yapmıştım ve inanılmaz eğlenceli gelmişti.
“İnanamıyorum ya, birilerinin yolunu kesip tehdit ettim” dedim kahkaha atarken. Beril ve Efsun da benimle birlikte gülüyorlardı.
“Bir daha seninle uğraşmazlar. En önemlisi de canını acıtamazlar” diyen Beril’in gözünde, bana gerçekten ne kadar değer verdiğini görmüştüm. Akşam ablamla Gülçin’e olanları anlatınca Gülçin’in çok hoşuna gitmişti ama ablam biraz endişelenmişti. Benim psikolojik sorunlarım yüzünden yoldan çıktığımı düşünüyordu sanırım.
Psikoloji demişken, mezarlıktaki olayın benzerini İstanbul’a döndüğümde de yaşadım. Gülçin’le evde birlikte otururken facebooka bakıyordum. Aklıma Ali’nin hesabı geldi ve aradım. Ama yoktu, kapatmıştı hesabını. Ya da beni engellemişti. Bunları düşünürken yine nefesimin sıkıştığını hissettim, soğuk terler dökmeye ve titremeye başladım. Gülçin Çınar’ı çağırdı ve beni hastaneye götürdüler. Doktor daha önce benzer bir durum olup olmadığını sorunca Gülçin de Kayseri’de olanları anlatmış. Doktur yaptığı testlerde bir rahatsızlık bulamayınca durumun psikolojik olma ihtimalinin yüksek olduğunu söylemiş ablama.
“İkinci kez tekrar etmesi bu düşüncemi güçlendiriyor” deyince ablam ilkinin ne zaman olduğunu, nasıl olduğunu Gülçin’i sorguya çekerek öğrenmiş. Sonra da doktorun önerdiği bir psikiyatra gittik ve terapilere, ayrıca ilaç tedavisine başladık. İlaçlarım çok ağır değildi sadece daha kolay uyumamı ve adaptasyonumu sağlıyordu. Geçmişi düşünmekten de terapiler kurtarıyordu beni. Terapistimle konuştukça kendimi daha güçlü hissediyordum.
Ali’nin yokluğunu hiçbir şekilde içimden atamıyordum, her yerde onsuzluk vardı ama en azından kendime eziyet etmekten vazgeçmiştim.
Ablam iki ay sonra evleniyordu. Onun düğün hazırlıklarına yardım ediyorduk Gülçin’le birlikte. Gülçin’in İstanbul’a gelmesi muhteşem olmuştu. Her şey daha iyiydi benim için. Hafta sonları Çınar & Beril, Efsun & Timur, Gülçin & Alp ve ben birlikte bir şeyler yapıyorduk. Arada ben kendimi tek hissetmeyeyim diye Çınar Ozan’ı da çağırıyordu. Ozan konserine gittiğimiz grubun fırlama olan üyesiydi. Onunla birlikteyken çok gülüyordum ve Çınar da sırf bu yüzden onu davet diyordu. Ozan gerçekten çok neşeli bir çocuktu. Sürekli komik ve eğlenceli bir şeyler anlatıp keyiflendiriyordu bizi. İtiraf etmeliyim ki onun geldiği zamanlarda kendimi daha iyi hissediyordum. Çünkü üç çiftin arasında tek kaldıkça ister istemez aklıma Ali ve yaptıkları geliyordu. Sonra da hapların dozunu iki katına çıkarmak zorunda kalıyordum.
Gülçin’le yemek yiyorduk mutfakta. Ablam Ferhat’la alışveriş yaptığı için henüz gelmemişti. Odamdan gelen telefon sesine koştum. Arayan bilmediğim bir sabit hattı.
“Efendim” diye açtığımda karşımda tanımadığım bir adam konuşmaya başladı
“İyi akşamlar, Sinem hanım mı?”
“Sinem değil Sinemis beyefendi. Buyurun” dedim dişlerimin arasından.
“Özür dilerim Sinemis Hanım, ben sizi hastaneden arıyorum” deyince nefesim durdu
“Ablam!” diye feryat edince Gülçin de koşarak yanıma geldi.
“Şey, Şahika Demirkan neyiniz oluyor?” deyince durdum bir an. Sonra kendimi toparladım.
“Bir yakınım. Ne oldu, ona bir şey mi oldu?”
“Kendisi yüksek tansiyona beyin kanamasıyla hastanemize getirildi. Yardımcısı sizin adınızı verdi bize ve telefon numaranızı. Ailesinden önce sizi aramamızı istedi. Gelebilir misiniz? Hastanın durumu kritik”
“Hangi hastane?” diye sordum. Sonra da çantamı alıp Gülçin’e durumu anlatıp Alp’i aramasını ve Ali’nin ailesine haber vermelerini istedikten sonra evden çıktım. Güvelikten bir taksiye binip hastanenin adını verdim ve ablamı arayıp Şahika hanımın durumunu anlattım.
Hastaneye geldiğimde koşarak içer girdim. Görevliden Şahika hanımın nerede olduğunu öğrenip hızla oraya koştum. Sadece yardımcısı vardı orada.
“Sinemis hanım” dedi yaşlı gözlerle.
“Nasıl durumu? Bilgi verdiler mi?” diye panikle sorunca daha çok ağlamaya başladı.
“Sen… Seni görmek istiyordu. ‘Gelse keşke’ deyip duruyordu. Fenalaşınca da seni andı hep, ‘çağır gelsin’ dedi. Ama göremiyor şimdi seni, bak orada öylece yatıyor” dediğinde cama yaklaştım. Zavallı kadın her şeyden bir haber, soluk yüzüyle yatıyordu öylece.
Yardımcısıyla beraber oturup beklemeye başladık. Biz beklerken Ali’nin annesiyle babası da geldiler. Aramızda geçenlerden sonra bana selam vermemeyi seçmişlerdi. Babası doktoru bulmalarını istedi adamlarından, gangster herif. Annesi de yardımcısını ablukaya aldı. Nedense bu insanların üzüntüsü bana samimi gelmemişti.
Doktor yaptığı açıklamada Şahika hanımın tansiyonunun çok fazla yükseldiğini, bu nedenle beyine giden bazı damarların fazlaca zarar gördüğünü, şuanda gözlem altında tuttuklarını ve aralıklı olarak testlere devam edip gidişatı göreceklerini, şuanda hayati tehlikesinin bulunduğunu ve beklemekten başka yapacak bir şeyimizin olmadığını söyledi. Dua etmekten başka yapabilecek bir şeyimiz ne yazık ki yoktu, şimdilik…
“Senin burada beklemene gerek yok kızım, bir buradayız artık” diyen Hikmet beye öyle bir öfkeyle baktım ki bir an söyledikleri yüzünden tereddüt yaşadı.
“Benim burada olmamı anneniz istemiş, yardımcısına sorabilirsiniz isterseniz. O uyanana kadar da buradan gitmeyeceğim” dediğimde başka bir cümle kurmadı. Kurarsa cevabını alacaktı, biliyordu.
Otuz altı saat olmuştu hastaneye geleli Şahika Hanım. Küçük iyi işaretler dışında durumunda bir değişiklik yoktu. Ali’nin annesi ve babası birkaç eşya almak ve anlamadığım başka birkaç nedenden dolayı evlerine gitmişlerdi. Onların gitmesini fırsat bilerek yoğun bakım hemşiresini zorla da olsa ikna ettim ve Şahika hanımın yanına girdim. Onun beni yanında hissetmesini istiyordum. Üzerime stabil kıyafetler giyip yanına yaklaştım.
“Ben geldim Şahika Hanım” dedim fısıltıyla. “Beni görmeyi çok istemişsiniz, yanına geleyim istemişsiniz ama ben bilemedim bunu. Sizi görmek istemediğimden değil, sizi üzmemek için gelmedim. Bana bakınca torununuzdan kalan enkazı görür de üzülürsünüz diye gelemedim size. Ama sizi çok seviyorum, siz benim için çok kıymetlisiniz. Şimdi sizi böyle yataklarda yatarken görmek çok zor benim için. Ben sizin beni güler yüzle karşılayan halinizi özlüyorum. Böyle sessiz sessiz yatmanıza alışamadım. Alışamam da… Lütfen gözlerinizi açın, bana ‘hoş geldin kızım’ deyin ben de size sıkı sıkı sarılayım. Ne olur bizi bırakıp gitmeyi aklınızdan bile geçirmeyin” derken yaşlardan görmeyen gözümü yoğun bakım kıyafetiyle sildim.
“Bu kadar yeterli, sonra yine gelirsin ben yardımcı olurum ama şimdi yakalanmadan çıkman lazım” diyen melek gibi iyi kalpli hemşiremin sözünü dinleyip çıktım oradan. Üzerimi değiştirdim ve yeniden camın dışında kalıp beklemeye başladım.
Sessizce eski günleri hayal edip bekliyordum, Şahika hanımdan iyi bir haber alayım diye bekliyordum ki doktoru gelip odasına girdi. Heyecanla onlara bakarken ellerinde şok aleti ya da Şahika hanımın yüzüne örttükleri bir çarşaf görmediğim için şükrettim. Doktor çıktığında
“Bir gelişme mi var?” diye sordum heyecanla.
“Evet, iyi gelişmeler var. Biraz daha normale dönüyor değerler. Hastamın uyanmaya karar verdi sanırım” deyip gitti doktorum. O gidince ben de arkada kalan hemşireme sarıldım sımsıkı.
“Senin onunla konuşman işe yaradı bak” dedi bana moral vermek için.
“İnşallah daha da iyi olacak” deyip onu gönderdim. Koridordan gelen kalabalığa kafamı çevirmemle donup kaldım. Gördüklerimle şoka girmiştim. Karşımdaydı, bana doğru yürüyordu. Ali’ydi…
Annesi babasıyla beraber bana doğru gelen kişinin Ali olduğuna inanamıyordum. Onunla karşılaşacağım anı öyle çok hayal etmiş, ona söyleyeceğim sözleri o kadar çok kendime tekrar etmiştim ki… Ama şuan sadece olduğum yerde durup ona bakıyordum. Beni görünce onun da adımları yavaşladı. Bense kendimi toparlayıp koltukta duran çantamı aldım ve arkamı dönüp yürüdüm. Onun bana bakmasına, benimle konuşmasına dayanabilecek durumda değildim.
Hızla oradan uzaklaşıp kendimi hastanenin bahçesine attım. Bulduğum ilk banka oturup telefonu elime aldım ve Gülçin’i aradım.
“Geldi…” dedim ve daha fazla konuşamadan hıçkırıklara boğuldum. Öyle çok ağlıyordum ki nefes alamıyordum. Sonunda giderek karanlıklaşan görüntüm tamamen siyaha döndü ve ben de içinde kayboldum.
Uyandığımda beyaz bir odadaydım. Hastane odası… Koluma bağlanmış bir serum ve uyuşmuş bir kafa… Gözlerimi yavaşça aralayıp etrafta neler olduğunu anlamaya çalıştım. Sonra ablamı gördüm ve yanında Ferhat’ı.
“Abla” dedim çatallı çıkan sesimle.
“Canım” deyip yanıma geldi. “İyi misin?”
“Ne oldu bana?”
“Bilmiyoruz canım. Doktorunla konuşmadık daha. Sen hatırlıyor musun neler olduğunu?”
“Bahçedeydim ben, sonra yine nefes alamamaya başladım. Sonrasını hatırlamıyorum”
“Tamam, düşünme sen bunları, kendini de zorlama” dedi. Ben de başka cümle kurmadım.
“Biz doktoruna bakalım” diyerek odadan çıktılar. Onlar çıkar çıkmaz da Gülçin geldi.
“Canım… Çok korkuttun beni” diyerek yanıma gelip yatağımın kenarına oturdu.
“Ali geldi” dedim.
“Biliyorum. Onun yüzünden oldu değil mi? Zaten onun yüzünden başlamadı mı bu krizler!”
“Gülçin ya”
“Ne Gülçin? Ne? Yalan mı söylüyorum? Bir şey mi dedi sana? Kötü bir şey mi söyledi de sen bu hale geldin?”
“Hayır. Tek kelime konuşmadık. Zaten ben onu görünce uzaklaştım”
“Bahçeye çıktın, orada da fenalaştın değil mi?”
“Aynen…”
“Uğursuz ne olacak! Gitmesi dert gelmesi dert”
“Gülçin tamam, uzatma konuyu. İyiyim ben. Şu serumu çıkarmama yardım et kalkacağım”
“Katiyen olmaz! Bitmeden çıkaramazsın”
“Öf! Bitmek üzere işte, çıkar şunu daraldım” derken odaya ablam ve Ferhat’la beraber beyaz önlüklü genç bir doktor da girdi.
“Oh çok şükür geldiniz. Bu deli serumu çıkarmaya çalışıyordu” deyince doktor bana kaşlarını çatarak baktı
“Olmadı şimdi. Serumdan ne istiyorsunuz” deyip yanıma geldi.
“Sıkıldım” dedim huysuz bir çocuk gibi
“Farkındayım ama en fazla yarım saatlik bir serum kalmış. O da bitsin çıkaracağım. Bir şeyiniz yok zaten. Uykusuzluk ve dengesiz beslenmeden kaynaklanıyor diye düşünüyoruz bu durum. Kilonuz da çok az”
“Kilomdan memnunum aslında”
“En son ne zaman tartıldınız?”
“Bilmem. Hatırlamıyorum”
“Çok güzel. Serum bittiğinde kilonuza bakacağım. Vitamin ve kan değerleriniz çok düşük. Bu da sizi dirençsizleştiriyor. O yüzden de en ufak bir sarsıntıda bu semptomlar oluşuyor. Sizi bir süre gözlemleyeceğim”
“Ben burada yarım saatten fazla yatmam”
“Yatacaksınız demedim ki. Bazı vitamin, mineral ve demir desteği olan ilaçlar vereceğim. Önce haftalık olarak sonra duruma göre de aylık olarak takip edeceğim”
“Yandık o zaman” dediğimde gülümsedi. Güzel gülüyordu.
“Biraz sıkıcı olacak ama sonra her şey iyi olacak, bana güvenin” dediğinde cevap vermedim. Benim eksik olan tek şeyim huzurdu. Sadece canım yanıyordu ve bunun vitaminle mineralle ilgisi yoktu. Ama illa ki tıp dilinde bir tanı koymalıydılar.
Yarım saatten fazla süren serum nihayet bittiğinde ben de özgürlüğüme kavuştum. Ayağa kalkıp ayakkabılarımı giydim hemen.
“Nereye” diyen soran ablama Şahika Hanıma bakacağımı söyleyince biraz gerildi.
“Sinemis, sonra gitsen?”
“Olmaz. Kaç saattir buradayım. Fenalaşmadan beni görmek istemiş kadın. Uyanınca da beni görsün se
“İyi, tamam. Ama bak kötü olursan seni bu yataktan bir daha asla çıkarmam”
“Anlaşıldı” dedim ve odamdan çıktım. Kaçıncı katta olduğumuzu koridoru temizleyen kadına sorup yoğun bakımın yolunu tuttum. Asansörden inip yoğun bakımın önüne gidince Ali’yi gördüm ama bakmadım. Şahika Hanımın yardımcısı oradaydı, hemen ona yöneldim. Neyse ki Ali’nin annesiyle babası yoktu etrafta.
“Nasıl durum, bir gelişme var mı?” diye sorunca kadın ayağa kalkıp bana sarıldı
“Biraz daha iyiymiş, sen nasıl oldun? Çok korkuttun bizi”
“Benim bir şeyim yok merak etmeyin” diye kadınla konuşurken Ali yanımda bitti.
“İyi misin?” dediğinde yüzüne bile bakmadan ters tarafa dönüp camlı bölmeye yanaştım. O arada bana yardım eden hemşire de yanımdan geçti.
“Bir dakika” dedim arkasından
“A, merhaba. Sen iyileştin mi?” diye sorunca bu hastanede haberlerin ne kadar çabuk yayıldığını anlamış oldum.
“İyiyim, küçük bir baygınlıktı. Şey… Ben yine girsem olur mu?” diye sorunca etrafa bakıp sonra da sessizce onu takip etmemi söyledi. Ben de peşinden yürüyüp yoğun bakımın kapısından girdim. Üzerime yine aynı kıyafetlerden giydirip beni Şahika Hanımın yanına soktu. Usulca yaklaşıl elini tuttum ve kısık sesle konuşmaya başladım.
“Merhaba, ben geldim yine. Birkaç saattir ortada yoktum ama küçük bir rahatsızlık geçirdiğim için beni zorla dinlendirdiler. Merak etmeyin ama gayet iyiyim. Sizden ayrı duramadım. Ama siz hala uyuyorsunuz. Bu durum beni çok üzüyor biliyor musunuz? Doktor bana kendime iyi bakmadığımı, bu yüzden hastalandığımı söyledi. Ben de ona Şahika Hanım olsa bana iyi bakar, iyileştirirdi, o güzel yemeklerinden yapar vitamin depolardı bana dedim. Ama siz hala uyanmadınız. Ben de kendime bakamıyorum işte” deyip yanağına bir öpücük bırakıp arkamı döndüm. Tam çıkıyordum ki kulağıma çok az gelen bir ses duydum. Arkamı dönüp baktığımda Şahika hanımın elinin kıpırdadığını gördüm. Evet, uyanıyordu. Yeniden yanına gidip beklemeye başladım. Eli biraz daha hareket etti, sonra göz kapakları oynamaya başladı ve sonunda gözlerini açtı.
“Merhaba” dedim gülümseyerek.
“Kızım” derken sol gözünden yana doğru bir yaş aktı.
“Beni o kadar özlemişsiniz ki, naz yapmak için hastalanmışsınız. Ama bilseydim bu kadar özlediğinizi gelirdim. Buna hiç gerek yoktu” dediğimde elini tutan elimi sıktı.
“Ali?” dedi bana soru sorar gibi
“Geldi dışarıda” dediğimde hafif de olsa tebessüm etti.
“Çağırayım mı?” diye sorunca başını hafifçe salladı. Ben de ona veda edip yeniden geleceğimi söyledim ve oradan çıktım. Hemşireye torununu görmek istediğini söyleyip kıyafetlerimi çıkardım ve yeniden koridora çıktım. Herkes sevinçle bana bakıyordu. Ali’nin annesi ve babası bile.
Arkamdan çıkan hemşire torunun kim olduğunu sordu, ben de Ali’yi gösterdim.
“Sizi yanına istiyor” deyince Ali sevinçle içeri girdi. Ben de az ileride beni bekleyen arkadaşlarıma doğru yürüdüm.
“Uyandı” dedim sevinçle. Onlar da sevindiler ve bakmak için camın önüne gittiler. Biz Şahika hanıma bakarken Ali de odadan çıktı. Birden omuzumda bir el hissedip arkamı dönünce Ozan’ı gördüm.
“Geçmiş olsun bal kabağı” deyip bana sarıldı Ozan. Niyeyse bana bal kabağı diye sesleniyordu. Ben de ona sarılıp teşekkür ederken Ali dışarı çıktı ve bizi gördü. Bakışları üzerimde öyle bir dondu ki, kendimi korkunç kötü hissettim.
“Kafeteryaya inelim” diyen Çınar’ı dinleyip oraya doğru yürümeye başladık. Yanından geçerken Ali’ye hiç bakmadım ama o bana bakıyordu. Ozan’ın, omzuma attığı koluna daha dikkatli baktığından emindim.
Biz kafeteryada otururken Ali geldi. Bizim masaya doğru yürüyordu ve o yaklaştıkça ben de geriliyordum.
“Sinemis, konuşabilir miyiz biraz?” diye sorunca “Hayır” dedim sadece. Ama pes etmeye niyeti yoktu.
“Çok sürmeyecek, birkaç dakika”
“Hayır, dedi Ali. Zorlama” diyen Beril’e öfkeyle baktı Ali.
“İnanamıyorum sen Sinemis’in iyiliğini düşünüyorsun”
“Evet! Şimdi git buradan”
“Hayır, onunla konuşacağım” deyince bu kez Gülçin ayağa kalkıp karşısında dikildi.
“Ali, buradan git! Daha fazla zarar vermeden git, lütfen! Senin yüzünden yaşadığı acı ona yeter!” dediğinde müdahale ettim
“Gülçin, tamam.” Ali’nin benim yaşadığım şeyleri bilmesine gerek yoktu. Ama Gülçin öyle öfkeliydi ki duracak gibi değildi.
“Sen öyle başını alıp gittin ama burada olanlardan haberin bile yok! Bu kız kaç kez kriz geçirdi biliyor musun? Şu suratına bir bak, bıraktığın Sinemis’le aynı mı? Senin yüzünden neler yaşadı! Şimdi gelip de konuşmak istiyorum deyip onunla konuşmaya hakkın yok! Buradan hemen git!”
Gülçin’in söylediklerini duyunca Ali bana döndü.
“Neden hastalandın?”
“Şaka mı yapıyorsun sen?” diye soran Berildi.
“Arkadaşlar yeter!” diye bağırdım ikisine. “Benim adıma konuşmanıza gerek yok, aslında konuşmanıza da gerek yok” dedim ve Ali’ye döndüm.
“Seninle konuşacak tek bir kelimem bile yok, olmayacak! Sana mektupta yazdıklarım yeterince açık değilse tekrar söyleyeyim. Bizim seninle aramızda hiçbir bağlantı kalmadı. Şimdi lütfen daha fazla sinir bozmadan git!”
Söylediklerimi duyunca şaşkın şaşkın baktı yüzüme.
“Ne mektubu?”
“Ne mektubu mu? Bülent abiye bıraktığım mektup”
“Almadım ki onu ben” deyince afalladım ama uzatmadım konuşmayı
“Aldın ya da almadın. Ben söyleyeceğimi söyledim. Şimdi daha fazla konuşmak istemiyorum” deyip ona sırtımı döndüm. Kısa bir süre daha arkamda bekleyip sonra da gitti.
“Densiz!” dedi Gülçin sinirle.
“Yeter ya! Yapma şunu Gülçin” diye bağırınca öylece kaldı Gülçin.
“Niye kızıyorsun ki?”
“Ali’ye benim zor günlerimi anlatmana ne gerek var Gülçin? Evet, acı çektim, hala da çekiyorum. Hatta onu görmeye dayanamayacak kadar canım yanıyor. Ama bunları onun bilmesine gerek var mı? Bana acısın mı istiyorsun?”
“Hayır, tabii ki öyle bir şey istemiyorum”
“O zaman Ali’yi gördüğünde görmemiş gibi yapacaksın. Ne olursa olsun ona benimle ilgili bir şey anlatmayacaksın. Ben gerek cevabı veririm çok zorlarsa. Ama onun için üzülüp süründüğümü bilmeyecek. Ben onu hayatımdan çıkardım. Kalbim hala sızlıyor ama o da geçecek. Rica ediyorum, hepinizde. Beni böyle bir duruma düşürmeyin bir daha” deyip sustum.
Kimseden ses çıkmadı. Sanırım yeterince açık konuşmuştum…