BÖLÜM 7

4225 Words
Salona geri döndüğümde babaannemle göz göze geldik. Bana öldürecek gibi bakıyordu. Muhtemelen Ali’yle dansıma ve sonra da peşinden gitmeme kızmıştı. Ali’yle yaşadığımız sorunların detaylarını bilmese de, son zamanlarda yaşadığım şeylerin onunla ilgisi olduğunu anlamıştı. Eve gidince kuytu köşede hesaba çekilecektim mutlaka, kaçışım yoktu. Ablamın düğününü tamamladıktan sonra salondan ayrıldık. Kayseri’den gelen ekibi yolcu ettikten sonra biz de arabalarımıza binip eve doğru yola çıktık. Beni eve Alp bırakıyordu. Arabaya binip yola çıktığımızda bir süre ikimiz de konuşmadık ama Alp kıvranıp duruyordu, söyleyecekleri vardı mutlaka. “Dinliyorum Alp” dediğimde başını çevirip bana baktı. “Dinliyorum derken?” “İki saattir bir şey söyleyeceksin ama konuşmaya başlayamadın. Hadi söyle artık” “Aslında söyleyeceğim de, ne bileyim kararsız kaldım biraz” “Hangi konuda?” “Ali konusunda” “Bekliyordum zaten” “Peki, madem bekliyordun o zaman bende düşündüklerimi söyleyeyim. Ben aranızda nasıl bir ilişki var anlayamadım açıkçası Sinemis. Yani bir ayrılıyorsunuz, sonra Ali çekip gidiyor, ama bir süre sonra geri geliyor ve bir şeyler oluyor yine. Sonra yine kavga yine gidiş, yine dönüş yine olaylar, olaylar…” “inan bana sorunun cevabını verebilmeyi çok isterdim ama ben de nasıl bir şey yaşadığımızı bilmiyorum Alp. Aslına bakarsan bizimki başından beri hiç normal bir ilişki olamadı” “O konuda haklısın” “Evet, ne yazık ki haklıyım. Yaşadıklarımıza baksana, başından beri hiç normal bir olayımız oldu mu sence? Yani diğer çiftlerin yaşadığı gibi sorunlar yaşamadık biz. Bizim olaylarımız normalin bir gömlek üstü oldu hep.” “Doğru diyorsun, ama Ali hiçbir zaman normal bir insan olmadı ki zaten. Yani onun hep bir tuhaf yanı vardı, ben bildim bileli. Kazadan sonra daha da tuhaf oldu ama kazdan önce de böyle garip bir çocuktu. Hatırlıyorum, biz çocukken ailelerimiz çok iyi görüşürdü. Biz arabayla, askerlerle falan oynarken Ali hep başka bir şeylerle uğraşırdı. Normal çocukların oynadığı oyuncakları eline aldığını görmedim ben onun” “Bilmiyorum Alp, yani kaza da onun hayatında ciddi bir etki bırakmış tabii, ama sen onu benden iyi tanıyorsun. Öyle diyorsan öyledir” “Peki, bundan sonra ne olacak?” “Alp, ben Ali’yi kaybetmek istemiyorum ama olanları unutup onunla yine eskisi gibi olamam. Sevgili olmamız mümkün değil artık. Belki arkadaş oluruz. Onun yanında olmak, ona destek olmak isterim her zaman” “Ali bunu kabul edecek mi sence?” “Bilmiyorum. Amerika’da değilmiş biliyor musun?” “Nasıl yani?” “İstanbul’daymış ama aynı semtte değil muhtemelen. ‘Senden uzaktayım’ dedi bana.” “Şaka mı bu? İstanbul’da ama biz onu hiç görmedik yani” “Sınava hazırlanıyormuş. ‘Kursa gidiyorum’ dedi” “Adama bak ya! Onu göreyim kafasını kıracağım” “Sakin ol şampiyon, hatırlarsan ondan gitmesini ben istedim” “Ah, doğru. Şu sarhoş olduğun akşam” “Evet” dedim ve sustum. Evet i öyle bir söyledim ki Alp de bana cevap vermedi. Bu konuda fazla konuşmak istemiyordum, o da anlamıştı bunu. Eve gelince Alp’le vedalaşıp apartmana çıktım hızla. Diğerleri gelmişti, evin ışıkları yanıyordu çünkü. Zili çalınca Gülçin karşıladı beni. Sevgilisiyle geldiğim için onun hakkında konuşup konuşmadığımızı deli gibi merak ettiğinden emindim. “Hoş geldin kuzum” “Hoş bulduk yavru” “Alp gitti mi?” dedi fısıltıyla “Yok, bu gece bizde kalacakmış. Arabayı park edip geliyor” deyince şaşırdı “Nasıl yani?” “Dalga geçiyorum ya, gitti herhalde. Seninle ilgili hiç konuşmadık Gülçin, boşuna sorma yani” “Nasıl ya? O kadar yol boyunca benimle ilgili tek kelime etmediniz mi?” “Ya Gülçin, sen bu çocukla çıkmıyor musun?” “Çıkıyorum” dedi dişlerinin arasından “O zaman git kendin konuş kendinle ilgili. Allah Allah ya, bu neyin merakı böyle anlamadım ki? Ne konuşacaktık seninle ilgili ki? Özel bir konu var mıydı istediğin?” “Ay Sinemis ya, çok huysuzsun” deyip arkasını döndü ve gitti. Ben de üzerimi değiştirmek için odama doğru yürüdüm. Tam soyunacakken kapım öyle bir açıldı ki neredeyse çığlık atacaktım. Sinirle kimin geldiğini bakınca öfkemi yutmak zorunda kaldım. Babaannemdi gelen ve bana yine kötü kötü bakıyordu. “Nenej korktum ya” deyince kaşlarını biraz daha çattı. “Niye korktun, kabahat mi işledin de korkuyorsun?” Evet, laf sokarak başlamıştı mevzuya. Sonu da iyi olmayacaktı belliydi. “Ne kabahat işlemiş olabilirim” dedim başımı dikerek “Sen biliyorsun kabahatini. O başını da indir aşağıya, kırdırtma bana kafanı” deyince ister istemez pıstım. “Ali’den bahsediyorsan ben de bilmiyordum geleceğini” “Biliyorum. Otur şuraya da konuşalım biraz” deyince yatağıma oturdum. O da benimle birlikte oturdu. “Bak kızım, sen bu çocukla tanıştın tanışalı sıkıntın hiç bitmedi. Ben anlamıyorum sanıyorsun ama ben her şeyi görüyorum kızım. Senin hastalığın da, bayılmaların da, beş karış suratın da hep o çocuk yüzünden” “Babaanne, bilmediğin şeyler var” dediğimde beni susturdu “Elbette bilmediğim şeyler vardır. Ama bildiğim, gördüğüm şeyler de var. Ben ona, seni üzmesin diye kırk tembih yaptım. Ama o ne yaptı, sanki ben ona Sinemis’i üz, hasta et demişim gibi sen ne hallere soktu. Gençsiniz kızım, gençlikte sevda işleri başkadır, biz de genç olduk biliyoruz. Gençken böyle şeyler olur. Üzülürsün, sonra hemen ardından sevinirsin. Ama seninki normal değil, sevindiğini çok görmedim de üzülmen hiç öyle az buz olmuyor. Biliyorum yüreğine laf geçmez insanın ama sen benim kıymetlimsin. Sana bir şey olursa ben dayanamam” “Nenej, bana bir şey olmaz korkma sen” “Kaşık kadar suratla karşıma geçip de bana bir şey olmaz deme. Şu haline bir bak, sıskalıktan rüzgârda uçacak gibisin. Ben seni böyle mi gönderdim Kayseri’den buraya? Böyle miydin sen?” “Haklısın, ama artık iyiyim ben, korkma benim için” “Ben yaşadığım müddetçe senin için de ablan için de korkacağım. Kolay mı sanıyorsun sen babaanne olmayı. Bak, gönlün ne derse onu yapacaksın biliyorum ama attığın her adımda bizi de düşün. Annenle baban hep yanındaymış gibi düşünüp öyle hareket et. Onlar seni görüyorlar kızım. Eğer yanlış bir adım atarsan mezarlarında kemikleri sızlar zavallıların. Baban sana ne kadar düşkündü, o hayatta olsaydı senin böyle üzüldüğünü, hastalandığını görüp kahrolurdu.” “Biliyorum nenej” dedim sıkılarak. Ben zaten bunların farkındaydım ve zaten içimdeki vicdan azabı beni yiyip bitiriyordu. Babaannemin böyle söyleyip bunları yüzüme vurmasına da gerek yoktu. “Nenej, bak ablamdan ayrıldım ben. Söylediklerinde haklısın ama bunları başka zaman konuşsak olmaz mı? Zaten yeterince üzülüyorum, bir de sen üzme beni ne olur” dedim yalvararak. “Tamam, öyle diyorsan öyle olsun kuzum. Sonra konuşuruz. Ama söylediklerimi aklından çıkarma” deyip ayağa kalktı ve odadan çıktı. Neyse ki uzatmamıştı lafı daha fazla. Babaannem böyle konuşmaları asla kısa kesmez, insanın iliğini kemiğini sızlatana kadar anlatır da anlatırdı. Ama neyse ki ablamın gidişini bahane ederek kurtulmuştum zulmünden. Üzerimi değiştirdikten sonra salonda oturan ahalinin yanına geçtim. Turgut amca beni görünce kolunu açıp “Gel bakalım amcasının güzel kızı” dedi. Ben de yanına girip kolunun altına girdim. “Allah sizlerin de böyle güzel günlerini göstersin bize” deyince başımı omzuna göndüm. Normalde böyle şeyler konuşulmazdı büyüklerle ama bizimkiler artık son zamanlarda iyice aşmışlardı kendilerini. Biraz düğünden, biraz ablamın kayınvalidesinden bahsettik, daha doğrusu dedikodu yaptık. Babaannemle Sevim teyze bu konuda çok dertlilerdi. Sohbet epey ilerleyince “Artık yatalım çocuklar. Sabah erkenden yola çıkacağız” dedi babaannem. Ben de erkenden yola çıkma sebeplerini merak edip sordum hemen. “Niye erkenden?” “Artık hava erken kararıyor. Hem yarın akşam da düğün var Kayseri’de. Oraya da gideceğiz” diye cevapladı beni. “Kim evleniyor ki?” “Selami vardı Şapsığ, hatırlıyor musun?” “Evet, sarışın Selami amca” “Sarışın değil kızım, sarı Selami” diyen Turgut amca lafıma çok güldü. “Tamam, ha sarı ha sarışın amcam ne fark eder. O adamı hiç sevmezdim zaten ben” dedim yüzümü ekşiterek. “Ne derdin var kızım adamla” diye soran babaanneme açıklamamı yaptım hemen. “Oğlu vardı yaramazın önde gideniydi. Beni sürekli düşürürdü mahallede. Onun yüzünden dizlerimden yara eksik olmazdı hiç. O sarışın adama kaç kere şikâyet etmiştik de bir şey dememişti oğluna. İnsan bir kulağını çeker değil mi? Ama o toz kondurmazdı oğluna. Babam da hep bana ‘uyma kızım sen, kötü çocuk o sen kötü olma sakın’ derdi canım benim” deyince kısa bir sessizlik oldu. Sanırım babamdan ilk kez normal bir şekilde bahsettiğim içindi. “İşte o yaramaz oğlan evleniyor” dedi babaannem sessizliğimizi bozarak. “Hadi ya, o evlenecek kadar büyük müydü?” “Yok, askerden yeni geldi sayılır. Kız kaçırmıştı, düğünleri var işte” “Anladım. Akıllanmış demek ki” dedim mırıltı halinde. “Turgut, yedide yola çıkarız oğlum uygunsa. Anca gideriz” diyen babaannemin istediğini hemen kabul etti Turgut amca. “Olur annem, nasıl dersen. O zaman yatalım artık ne dersiniz? Saat çok geç oldu” dedi Turgut amca ve herkes ayaklanıp kalacakları odaya doğru gitti. Babaannem benim odamda kalıyordu. Turgut amcalar misafir yatak odasında, Cihan abi de salonda yatıyordu. Düzeni değiştirmedik. Gülçin’le ben de ablamın odasına geçtik yatmak için. Evde yer yerinden oynamıştı ve ertesi gün büyük temizlik bizi bekliyordu. Yatağa yatınca Gülçin’in yine çenesi açıldı. “Ali’yle dansınız çok güzeldi ya” diye başladığı cümleye öyle sinirlenmiştim ki neredeyse kalıp kafasına bir şey geçirecektim. Ama sinirlerimi kontrol edip sadece tatlı bir şekilde uyardım onu. “Gülçin, gerçekten çok yorgunum canım. Bu konuyu yarın konuşuruz olur mu? Şimdi hemen uyumak istiyorum” “Olur tabii kuzum. İyi geceler o zaman” dedi sakince. Ona son günlerde fazla sert davranıyordum ve sonra da pişman oluyordum. Bu yüzden sorusuna kızsam da kötü bir şey söylemedim. O da neyse ki yumuşak yüzümü kullanıp sormaya devam etmedi. Gözlerini kapatır kapatmaz kendimden geçtim. Öyle ki ne ablamın evden gidişini düşündüm ne de Ali’yle olanları. Sanırım fiziksel olarak yorgunluğun uç noktasındaydım ve bu da kafamdaki sorulardan baskın çıkmıştı. Saatimi altıya kurmuştum. Babaannemler gidecekti ve onlara kahvaltı hazırlamaya karar vermiştim. Uyanmak çok zor gelse de kendimi zorladım. Yataktan kalkıp yüzümü yıkadım ve mutfağa geçtim. Hemen çayı koyup yumurta çıkardım dolaptan ve haşlanmaları için onları da ocağa koydum. Dolaptan kahvaltılıkları çıkarıp sofrayı hazırladım. Ekmek kalmadığı için hızlıca evden çıkıp koşturarak fırına gittim ve ekmek alıp döndüm. Ben döndüğümde Sevim teyze de yeni kalkmıştı. Beni görünce şaşırdı. “Kızım, hayırdır bu saatte?” dedi merakla. “Ekmek almaya gitmiştim teyze” “Kızım niye zahmet ettin. Biz yolda yerdik bir şeyler” deyince ona sarıldım. “Olur mu öyle şey, kahvaltı etmeden gönderir miyim sizi” “Aynı annen gibisin Sinemis, onun huyu suyu hepsi sana da geçmiş” deyince duygulansam da konuyu hemen dağıttım. “Hadi sen kaldır diğerlerini de kahvaltıya oturalım” dedim. Sevim teyze de odaları dolaşıp herkesi uyandırdı. On dakika bile geçmeden herkes sofradaydı. “Benim güzel kızım bize kahvaltı hazırlamış, canım benim. Annem, bu kız bu evi çekip çevirir benim hiç kuşkum yok” diyen Turgut amca bana da göz kırptı bir yandan. Babaannem biz evde Gülçin’le yalnız kalacağız diye kendini yiyordu, biliyordum. “Elbet çevirir oğlum. Allah korusun yavrularımı. Gerisini onlar zaten becerirler” diyen babaannem hepimizi şaşırtmıştı. Hiçbir olumsuz yönden bahsetmeden bana güvendiğini söylemesi çok ilginçti, gerçekten. Kahvaltımız bitip onlar evden çıkarlarken Gülçin de uyanıp onlarla vedalaştı. Onlar gittikten sonra uyumakla uyumamak arasında kaldım ama uyumamaya karar verdim. Yapılacak çok fazla iş vardı. Özellikle de Çınar’ın evinde. “Ben yatmaya gidiyorum” diyen Gülçin’e iyi uykular dileyip odama girdim. Üzerime eşofmanlarımı geçirdim ve banyodan temizlik malzemelerini alıp Çınar’ın dairesine geçtim. Evin hali berbattı. Burada kalan insanlara evi bu halde bıraktıkları için söylenerek temizliğime başladım. Nevresimleri, örtüleri, havluları ve kirli olduğunu düşündüğüm her şeyi makinaya attım. Yorganları balkona atıp havalandırmaya bıraktım. Önce mutfağı kırklayıp sonra da odaları süpürdüm ve sildim. Yorganların havalanmaları bitince onları katlayıp yerlerini buldum ve yerleştirdim. Oradan banyo ve tuvaleti, en son da balkonu temizledim. Balkonda artık ne yaptılarsa Çınar’ın o muhteşem köşesinden eser kalmamıştı. Orayı eski haline getirmek biraz zaman alsa da sonunda işim bitmişti. En son makinaya attığım tülleri de astıktan sonra evin işini bitirdim. Artık gönül rahatlığıyla Çınar’a evi teslim edebilirdim. Benim temizliğim bitene kadar öğleyi geçmişti zaman. Eve geçtiğimde ne kadar acıktığımı hissettim ama kendime yemek hazırlayacak bile halim kalmamıştı. Gülçin’in yanına gidip ondan rica etmeye karar verdim. Odaya girdiğime Gülçin yoktu. Nerede olabileceğini düşünüp benim odama girdiğimde balkona yorgan asarken gördüm onu. Canım benim, o da bizim evi temizliyordu. Etrafa bakınınca onun da evde işleri yoluna koyduğunu görebilmiştim. “Ne yapıyorsun bakalım?” diyerek yanına gidince yorgun bir ifadeyle bana baktı. “Sen Çınar’ın evini temizlerken ben de burayı halledeyim dedim” “Ya nasıl iyi ettin var ya” “Temizlik malzemelerini alıp götürmesen daha iyi olurdu ama neyse ben gidip aldım yenilerini” “E bana seslenseydin ya” “Ne gerek var. Zaten sen onları kesin bitirmişsindir. Bunlar da eve kalır işte” “İyi madem. O değil de ben açlıktan ölüyorum Gülçin. Ama yemek hazırlamaya halim kalmadı” “Merak etme, o işi de hallettim. Alp gelecek birazdan, pizza getirecek” “Alp mi?” dedim şaşırarak “Evet, benim de halim kalmadı yemek hazırlamaya. O da sağ olsun bize pizza getireceğini söyledi” dediğinde daha ilk günden Alp’in eve gelecek olması fikri beni rahatsız etse de bir şey demedim. Bu defalık sessiz kalabilirdim. Tekrar ederse o zaman uyarımı yapabilirdim. “O zaman gel dinlenelim biraz” dedim yorganları çekiştiren Gülçin’e. “Yağmur yağacak gibi. Şunları içeri alayım da rahat otururuz” deyince ben de ona yardım ettim ve yorganları yatak yığınına koyduk. Sonra da salona geçtik birlikte “Tülleri de yıkamamız lazım” deyince Gülçin gözlerini kocaman açıp bana baktı. “Şimdi değil, bugün yapalım demeyeceksin değil mi?” “Korkma, benim de pilim bitti zaten” derken kapı çaldı. Gülçin koşup kapıyı açarken ben de ağır adımlarla peşinden gittim. Gelen Alp’ti. “Hoş geldin Alp. Geçsene” dediğimde Alp beni şaşırtan cümlelerini sıraladı “Yok, girmeyeyim. Size pizza getirdim sadece. Artık yalnız yaşayan iki kızsınız. Öyle her istediğimde evinize girip çıkmam doğru olmaz. İnsanlar yanlış anlayıp hakkınızda yanlış şeyler düşünmesin” Bazen çenemi tuttuğum için kendimi çok seviyordum. “Bu kadar düşünceli davrandığın için teşekkür ederim Alp” dedim sadece. “Teşekküre gerek yok Sinemis, biz artık aileyiz. Şimdi ben kaçıyorum, çocuklarla basket maçımız var.  Bir şeye ihtiyacınız olursa haber verin yeter” dedi ve bize veda edip gitti. Şu sözleri Turgut amca da duyabilseydi keşke, dedim içimden. Damadı olacak insanın ne kadar anlayışlı ve düşünceli olduğunu görüp gururlansaydı. Ferhat’ın ketumluğu, diktatörlüğü ondan yoktu. Pizzalarımızı yerken telefonum çaldı, ablamdı arayan. “Abla” dedim heyecanla “Canım, nasılsın?” “İyiyim abla sen?” “Biz de iyiyiz, Paris’e geldik. Hiçbir sorun yok onu haber vereyim dedim” “Bunu bana değil babaanneme söylemen lazım abla, yüz kere söyledi aramadı diye” dediğimde güldü ablam “Merak etme arayıp izahat verdim” “İyi yapmışsın, vallahi ben arayıp söylesem ona da söylenirdi” deyince Gülçin de dâhil hepimiz güldük. “Neyse, ben şimdi kapıyorum tatlım, yine ararım” deyip veda etti ve telefonu kapadık. Yemeği yiyince uyku bastırmıştı beni. Koltuğa uzanıp televizyonu izlemeye başladım. Tam uyku moduna geçiyordum ki yine kapı çaldı. Gülçin gidip kapıyı açınca ev gürültüyle doldu. Yattığım koltuktan doğrulup kimin geldiğine bakınca Beril, Çınar ve Efsun üçlüsünü gördüm. Kalıp onları karşıladım ve salona geçip oturduk. Gülçin hemen çay koymaya mutfağa gitti ve aynı hızla da geri geldi. “Nasılsın Sinemis?” diye sordu Çınar. Ablam evlendi diye depresyona girmemi bekliyordu hepsi. “İyiyim, gayet iyiyim” “Sevindim buna. Ablam gitse de biz varız biliyorsun değil mi?” “Aslında ablamın gidişine üzülecek zamanım olmadı. Günden güne zorlar diye düşünüyorum ama alışırım. Gülçin var Allah’tan da bu koca evde tek kalmayacağım” “Biz de varız dedim ya, karşıdayım ben de Sinemis. Hangi konuda olursa olsun kapım ikinize de açık” deyince ona teşekkür ettim. Çay demlenince Gülçin hazırlayıp getirdi. Benim yerimden kalkacak halim yoktu. “Sinemis, soracağım ama korkuyorum senden” diye cümleye başladı Efsun. Ali’yi soracaktı tabii ki “Sor hayatım, zaten hepiniz merak ediyorsunuz. Sen sor da ben de hepinize aynı anda açıklama yapmış olayım” “Konuyu biliyorsun zaten. Ali’nin gelmesi, sizin dansınız, sonra da senin onun peşinden gitmen falan… Neler oluyor?” “Ali’nin geleceğinden haberim yoktu. Ben onu Amerika’da sanıyordum ama değilmiş” “Hadi canım!” diye ilk tepki Beril’den geldi. “Neredeymiş peki?” diye soran Çınar da ikinci sıraya yerleşti. “İstanbul’daymış ama bu semtte değil. Uzakta olduğunu söyledi. Burada üniversite sınavına hazırlanıyormuş. Dans olayı tamamen onun planıymış, benimle Kafe oynama hayali varmış. Evlenemeyeceğimiz için bugün yapmak istemiş, bir daha şansı olmaz diye” “Vay arkadaş!” dedi Gülçin şaşkınlıkla. “Dışarıda ne konuştunuz?” diye de devam etti “Ben onun peşinden gitmekle gitmemek arasında kalıp sonra da gitmeyi seçtim. Onunla konuşmamız çok garipti çocuklar. Yani, insanın kalbi ikiye bölünür gibi oluyor. Bir yanım gidip sarılmak istedi, bir yanımda hiç dokunmamak. Bildiğim ve emin olduğum bir şey varsa o da Ali’yi kaybetmek istemediğim. Ona geri gelmesini söyledim. Benim yüzümden hayatından uzaklaşmasını istemediğimi ve buraya geri gelmesini söyledim. Onu seven insanlar için. O benim yüzümden gitti, bunu ben istediğim için yaptı. Ama geri gelmesi gerekiyor” “Geri gelince de seninle sürekli karşılaşacak ama” dedi Efsun “Biliyorum. Ben onunla arkadaş olarak kalmaya hazırım. Başta zorlanırız ama sonra oturur yerine her şey. Alışırız nasılsa. Ama benim yüzümden kendini bir şeylerden mahrum etmesini istemiyorum” “Ali seninle asla arkadaş olmaz” dedi Beril. “Bilmiyorum Beril, en azından şansımı deneyeceğim” “Ben anlamıyorum. Sen hala seviyorsun Ali’yi ama barışmıyorsun. Önce git diyorsun, sonra da geri gelsin istiyorsun. Alınma ama bence sen önce ne istediğine bir karar vermelisin” diye çıkıştı bana Çınar. “Haklısın. Ama ben de çok hoşlanmıyorum bu durumdan. Ali’yle barışamam Çınar. Eskisi gibi olmaz hiçbir şey. Ama hayatımın bir yerinde olsun istiyorum. Uzakta olmasını istemiyorum” “Senin bu yaptığına bencillik diyoruz biz” derken bana kızdığını belli etti. “Yapma Çınar. Her şeyin en yakın şahidi sensin, bari sen yapma” “Ben olan biten her şeyi biliyorum Sinemis! Ama senin bu değişen kararlarını anlamıyorum. Çocuktan gitmesini istedin, o da gitti. Senden uzakta, İstanbul ya da Amerika fark etmiyor. Senin hayatından çıktı gitti. Şimdi de gel diyorsun. Arkadaş olmak istiyorsun. O çocuğa da yazık Sinemis. Oyuncağınmış gibi davranma. Seni seviyor diye her dediğini yapmasını bekleme. Yanlış olur bu” “Oyuncağım gibi davranmıyorum Çınar. Amerika’ya gitmediyse, sırf ben gittim diye aynı şehirde başka bir hayat yaşamasını istemiyorum. O gece sarhoştum ve canım çok acıyordu. Ama zaman geçtikçe ben de daha mantıklı düşünmeye başladım” “Her neyse, ben kaçıyorum. Size iyi sohbetler” deyip kalktı Çınar. Kızmıştı bana. Ben de kalkıp peşinden gittim. Anahtar askısında duran anahtarını ona uzatıp “Evini bizimle paylaştığın için teşekkür ederim” dedim. “Lafı bile olmaz. Ben bir ara gelir toparlarım, sonra da geri gelirim” “Ben toparladım. Eskisi gibi kalabilirsin, nasıl bıraktıysan öyle evin” “Sen mi toparladın?” “Evet.” “Ya ne gerek vardı? Zaten yorgunsun niye uğraşıyorsun ki?” “Saçmalama Çınar, sen evini bize verdin günlerce. Ben iki yorgan toplamışım çok mu?” “iki yorgan toplamamışsındır sen, derisini yüzmüşsündür evin” derken sonunda gülümsemişti “Çınar, bana kızma olur mu? İşleri toparlayacağım” deyince bana kararsız bir ifadeyle bakıp “Umarım” dedi ve anahtarı alıp evine girdi. Ben de kapıyı kapayıp kızların yanına geçtim.   Ali’den Elime aldığım telefonu çevirip duruyordum. Onu aramakla aramamak arasında kalmıştım. Ne diyeceğimi yüzlerce kez planlayıp telefonu elime alıyordum ama sonra bütün cesaretim kırılıyor ve telefonu bırakıyordum. O gece, sarhoş olup bana meydan okuduğu gece gitmemi istemişti. Haklıydı, çünkü ben etrafında olduğumda ona acıdan başka bir şey vermiyordum. Dediğini yapıp ondan uzaklaştım. Amerika’ya dönmekten vazgeçmiştim, çünkü orası gerçekten çok uzaktı. Sadece Sinemis için değil, babaannem için de çok uzaktı. Onun hastalandığını duyup gelene kadar ömrümden birkaç yıl geçmiş gibi hissetmiştim. Bir daha aynı endişeyi yaşamaya gücüm yoktu. O yüzden de Sinemis’in uzağında, karşı yakada bir ev tutup orada dershaneye başladım. Üniversite sınavına girip onunla aynı okulu yazmaya kararlıydım. Sınav ve tercih zamanına kadar olaylar biraz soğurdu ve belki yeniden aynı okulda olursa aramız da yeniden düzelebilirdi. Tek amacım bu olmuştu artık ve o yüzden deli gibi çalışıyordum. Ablasının düğünü olduğunu babaannemden öğrendim. Kimseye söylememesi şartıyla ona İstanbul’da olduğumu söylemiştim. O da beni görememekten korkup ağzını sıkı tutuyordu. Arada ona gidip kalıyordum, hasret gideriyorduk. Babaannem Sinemis’e karşı sorumlu hissetse de ona uzun uzun aramızdaki sorunlardan bahsedip barışmamız için bir süre ayrı kalmamız gerektiğini anlatmıştım ve o da neyse ki ikna olmuştu. Düğüne gitmekle gitmemek arasında uzunca düşündükten sonra gitmeye karar verdim. Onunla ilgili kurduğum hayali gerçekleştirmek için belki de son şansımdı. Yeniden barışma ümidi taşısam da bu gerçek olmayabilirdi de. O yüzden onunla Kafe oynamak için o düğüne gitti. Salona girdiğimde kimseye görünmeden hızlıca kalabalığa karıştım en arka taraflarda. Düğünde orkestra yoktu, Ferhat tam da kendine yakışır bir sosyete düğünü yapıyordu. Kafe oynama hayallerim ne yazık ki gerçek olmayacaktı. İçimden Ferhat’a sövüp hayal kırıklığı yaşarken bir yandan da Sinemis’i arıyordu gözlerim ve biriyle dans ettiğini gördüm. Bu, hastanede ona sarılan çocuktu. Ben ona uzaktan bakarken, başka birinin ona sarılıyor olması beni deliye döndürse de kontrolümü kaybetmedim. Bekledim sadece. Neyse ki o dans çok uzun sürmedi ve Sinemis o çocuktan ayrılıp kapıya doğru hızla gitti. Nereye gittiğine bakınca sevinçten neredeyse kalkıp halay çekecektim. Ellerinde müzik aletleri olan bir grup vardı orada ve akordeon da vardı. Kafe oynama şansımı yeniden kazanmıştım. Grup boş olan orkestra yerine yerleşirken ben de onları izledim. Hazırlıklar bitince dans da başladı. Tam olarak göremiyordum ama Sinemis de dans ediyordu. Daha yakından bakmak istedim ama beni fark etmesinden korkuyordum. Dansları bir süre devam ettikten sonra yerimden kalktım. Kenarlardan kimseye görünmemeye dikkat ederek geçtim ve müzik grubunun yanına ulaştım. Elinde akordeon tutan çocuğu tanımıştım, Sinemis’le facebookta resimleri vardı. Yanına yaklaşıp ondan kafe çalmasını rica ettim. Neyse ki kabul etti. Onun yanından ayrılıp kalabalığı geçtim ve Sinemis’e yaklaştım. Ona birkaç söz söyleyip benimle Kafe oynamasını istedim ve elimi uzattım. Tutmamasından deli gibi korkarken neyse ki o elimi tuttu ve benimle ortaya geldi. Kafe oynamayı dedem öğretmişti bana. Bildiğim birkaç Çerkes oyunundan biriydi. Onu usule göre selamladım ve akordeonun müziğine kendimi kaptırıp dans etmeye başladım. Karşılıklı oynuyorduk, iki sevgili gibi… Sinemis peri kızları gibiydi. Öyle güzeldi ki gözümü bir saniye bile ondan ayırmadım. Elbisesinin içinde parlıyordu. Kafe, ona o kadar yakışıyordu ki sanki yere basmıyordu. O karşımda süzülürken ben ona her dakika yeninden âşık oluyordum, yeninden ve yeniden… Dansımız bittiğinde onu yine selamlayıp hiçbir şey söylemeden salondan çıktım. Hayalim gerçekleşmişti, yani bir kısmı. Ben aslında onunla bu dansı üzerinde gelinliği varken yapmak isterdim. Danstan sonra da elini tutup onu evimize götürmek… Ama danstan sonra ondan ayrılıyordum, yine uzağına gidiyordum. İçim parçalanırken bunların olmasına sebep olan herkese, en başta kendime kızarak yürüyordum ki arkamdan seslendiğini duydum. Nefes nefese yanıma geldi. Bana hem kızgın hem de üzgün bakıyordu. Hala aşk vardı gözlerinde, bunu görebiliyordum. Ama sözleri bununla tezattaydı. Amerika’da olmadığımı öğrenince beni çok şaşırtan sözler söyledi. Sarhoş olduğu o gece gitmemi isteyen Sinemis, bu kez geri dönmemi istiyordu. Ama bunu benimle yeniden birlikte olmak için değil, hayatımdan uzak kaldığım için istiyordu. Vicdan azabı çekiyordu yani. İstanbul’da olup da evimden ve ailemden, daha doğrusu sevdiğim şeylerden ve insanlardan uzak kalmam ona kendini suçlu hissettiriyordu. Beni sevse de affetmeyecekti, sadece yaşadığı sorumluluğu üzerinden atmak istiyordu. Ona zaman ihtiyacım olduğunu söyleyip uzaklaştım. Kızgındım… Daha fazla da kırgın… Bana kendi için git diyen kız, başkaları için dön diyordu. Bunu hazmedemiyordum, kabullenemiyordum. Sinemis’in canı yanmıştı, biliyordum. Ama benim de canım acıyordu ve ne yazık ki bunu görmüyordu. Arabayla evime doğru giderken sürekli Sinemis’in söylediklerini düşündüm. Benden çoktan vazgeçmişti, dönmemi isteme sebebi sadece içini rahatlatmak istemesiydi. Hakkını yiyemezdim vicdanlı kızdı ve vicdan azabı çekiyordu. Çünkü yaşlı bir babaannem vardı. Onunla görüştüğümü bilmediği için de muhtemelen bunu kendine dert ediyordu. Bundan sonra onun istediği gibi oynayacaktım kartlarımı, ama bundan pişman olan o olacaktı… Telefonu sonunda açıp numarasını tuşladım ve açmasını bekledim. “Efendim?” diye açtı sonunda. Numaramı değiştirdiğim için kim olduğumu bilmiyordu. “Sinenis merhaba, Ali ben” dedim oldukça sakin bir sesle “Ali?” dedi şaşırarak “Nasılsın?” “İyiyim, sen nasılsın?” “İyiyim ben de. Seni bir şey söylemek için rahatsız ettim” “Estağfurullah, ne rahatsızlığı” dediğinde samimiyetinden şüphe ettim. “Konuştuklarımızı düşündüm ben. Sana haklı olduğunu söylemek istedim” “Nasıl yani?” “Yani, aynı şehirde olup sevdiğim insanlardan uzak kalmam onlara haksızlık. O yüzden dönmeye karar verdim” “Ali buna çok sevindim” “Sağ ol. Merak etmeni istemiyorum, seninle eski defterleri açmayacağım. Mümkün oldukça karşılaşmamaya çalışacağım. Karşılaşsak bile…” derken araya girdi “Bu benim için sorun değil. Ali, biz… Eğer sen de istersen arkadaş kalabiliriz” dediğinde dişlerimi sıktım. Arkadaş? Arkadaş mı kalmaktan bahsetmişti? Sinemis gerçekten de benden vazgeçmişti. Beni hala sevdiğinden adım gibi emindim ama vazgeçmişti işte. Suskunluğu bırakıp şaşırdığımı ya da bozulduğumu düşünmesin diye hemen cevap verdim “Benim için sorun yok Sinemis. Arkadaş kalabiliriz. Ama görmek istemezsen de dediğim gibi dikkat ederim” “Hayır, seni görmekten rahatsız olmam. Aksine, arkadaş olarak her zaman yanında olmak isterim. Senin de benim yanımda olmanı…” Dalga mı geçiyor acaba diye düşündüm. Nasıl kolay söyleyebiliyordu bunları böyle. “O zaman, anlaştık. Ben birkaç güne döneceğim. Görüşürüz o halde” dedim sinirlendiğimi belli etmemek için rahat olmaya çalışarak “Görüşürüz” dedi ve telefonu kapadı. Arkadaş olmaktan bahsetmişti. Ne güzel! Biz içimizde bizi tüketen bu kadar büyük bir aşk varken arkadaş olacaktık… Peki, madem öyle istiyordu, öyle olacaktı. Ama bu kararı verdiğine öyle pişman olacaktı ki, bana kendi gelip barışmak isteyecekti. Bunu yapacaktım. Bunu yapmak zorundaydım, çünkü hayatımda “aşk” diye tanıdığım bu duyguyu ve bana bu duyguyu tattıran Sinemis’ten öyle kolay kolay vazgeçecek değildim. Bu aşk benim her şeyimdi ve sabredip yeniden onu kazanacaktım...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD