Sinemis
Telefonu kapadığımda herkes bana şaşkın bir halde bakıyordu. Ama ben onlardan daha şaşkındım. Ali benimle arkadaş olarak kalmayı kabul etmişti, gerçekten etmişti hem de hiç itiraz etmeden. Sanırım o da bir şeylerin artık düzelmeyeceğini anlamıştı.
“Arkadaş mısınız yani?” diye soran Gülçin’e bir süre cevap veremedim. Öylesine karmaşık duygular içindeydim ki, tarif etmek çok ama çok zordu.
“Arkadaşız” dedim sadece.
“Üzüldün mü buna?” diye soran Efsun’un soruyu soruşundan, bu durumdan hiç hoşlanmadığı beliydi.
“Bilmiyorum” dedim yine kısa ve sakin.
“Bunu sen tercih ettiğin için üzülmemelisin” dedi yine Efsun laf sokar gibi
“Efsun, lütfen…” derken gözlerim doldu.
“Tamam, bir şey demeyeceğim. Ama onu hala severken nasıl böyle davranabiliyorsun aklım almıyor”
“Efsun, sen Timur’un yaptığı şeyden sonra onu kolay affedebildin mi?”
“Aynı şey mi bu?”
“Soruma cevap ver sen”
“Sinemis, Timur beni aldatmıştı. Aptal yerine koyup başka biriyle görüşmüştü. Ama seninki aynı şey değil”
“Evet, birebir aynı olmayabilir. Ama Ali de beni bırakıp gitti. Ve ben onun…” derken Efsun lafımı kesti
“Onun yüzünden çok kötü şeyler yaşadın, biliyorum. Bak senin haksız olduğunu söylemiyorum. Ama madem bitirdin bu ilişkiyi kafanda, o zaman Ali’yi de bırak istediğini yapsın. Arkadaş olmaya neden çalışıyorsun?”
“Benim yüzümden kendini başka bir hayata zorluyor Efsun, bunu istemiyorum”
“Hayır, sen sadece Ali’nin uzakta olmasını istemiyorsun”
“Ben sadece Ali’nin kendini cezalandırmasını istemiyorum”
“Sen Ali’nin senin etrafında olmasını istiyorsun. Ne yapıyor, ne ediyor bilmek istiyorsun. Bencillik ediyorsun Sinemis. Sadece bencillik…”
“Hayır, bencillik etmiyorum”
“Bak canım, bana kızıyorsun biliyorum ama gerçeklerden kaçamazsın. Sen Ali’yi hala çok seviyorsun ve uzağında olmasını istemiyorsun. Biliyorum onu affedemiyorsun ama yine de yakınında olmak istiyorsun. Bu yüzden de hiç yapamayacağın bir şeyi yapıp arkadaş olmayı seçiyorsun”
“İçimde ne yaşadığımı benden daha iyi bilemezsin” dedim sinirlenerek
“Peki, sen bunlardan kaçmaya devam et o zaman. Ben de bir daha asla yorum yapmayacağım. Şimdi izninizle kalkmam gerekiyor” dedi ve kalkıp salondan çıktı. Ben de kalkıp peşinden gittim
“Bana kızdığın için mi gidiyorsun?”
“Saçmalama! Annem bekliyor canım o yüzden gidiyorum. Dersleri de salladık iyice zaten, oturup ders çalışmam gerek. Sen de öyle yapsan iyi olur yoksa makine mühendisliğini zor görürsün” dedi gülümseyerek. Kızmıştı ama kızmamış gibi yapıyordu, sırf üzerime gelmemek için.
“Haklısın. Yarından itibaren düzenli bir ders çalışma dönemine başlayacağım. Dershaneyi de iyi astım zaten, beni kovmadan gitmem gerek”
“Bence de. Yarın okulda görüşürüz” deyip beni öptü ve gitti. Salona döndüğümde Beril de ayaklanmıştı.
“Sen nereye?” diye sordum
“Çınar’la sinemaya gideceğiz canım” dedi.
“Sen de bana kızdığın için gitmiyorsun değil mi?”
“Asla. Sana kızmıyorum, sen ne yaparsan yap yanında olacağım, unutma olur mu?”
“Teşekkür ederim Beril” deyip ona sarıldım, sonra da onu Çınar’ın dairesine yolcu edip içeri geçtim.
Gülçin’in de keyfi yoktu. Muhtemelen o da bana kızıyordu ama söylemiyordu.
“Senin derdin ne?” dedim yerime otururken.
“Derdim yok”
“Emin misin?”
“Yorgunum ya, uyku bastırdı”
“E o zaman git yat yavrum”
“Yok, odayı yerleştireyim yarına kalmasın” dedi huysuzca
“Tamam, ben de çalışayım o zaman” dedim ve ikimiz de odalarımıza geçtik.
Ablamın odası artık Gülçin’indi. Orada kalacaktı. Biraz ders çalışınca ne yaptığına bakmak için odasına gittim. Zavallım yatağın kenarına yaslanıp yerde uyuyakalmıştı. Usulca yaklaşıp yatağını açtım, sonra da onu uyandırmamaya çalışarak kaldırıp yatağına yatırdım.
Odama geçip ben de yatağıma uzandım. Uykuya dalmadan önce İstanbul’a geldiğimden bu yana yaşadığım her şeyi düşündüm.
İlk günlerimde çok kötü şartlarda tanıştığım iki insandan biri artık ailemden biri olmuştu, diğeriyse kardeş gibi sevdiğim dostum. Alp ve Timur, o iki serseri benim hayatımda unutulmayacak bir yere sahiptiler artık.
Yeni okulun ilk gününden itibaren hep yanımda olan dünyalar tatlısı bir arkadaşım olmuştu, Efsun. Onu her geçen gün biraz daha sevip biraz daha benimsemiştim. O da ailesi de İstanbul’daki hayatımızda hem bana hem ablama hep destek olmuşlardı. Ne zaman ihtiyacımız olsa hemen ellerini uzatmışlardı.
Çınar… Onu ilk tanıdığımda mağara adamı diye düşünmüştüm. Akordeon sesiyle onu uyutmayışımla başlayan tanışmamız, mükemmel bir dostluğa uzanmıştı. İlk zamanlar bana olan bilgisi ikimizin de kafasını karıştırmıştı ama sonra her şey düzeldi ve işler yoluna girdi. Şimdi kocaman yürekli bir dostum vardı. Yanımda olduğunu bildiğim ve bu yüzden hiçbir şeyden korkmadığım harika bir dost.
Şahika Hanım girmişti hayatıma. Tanıdığım en narin en zarif kadınlardan biriydi. Yaşına rağmen hala taşıdığı güzelliği, sevgi dolu kalbi, bana verdiği değer… O benim hayatımda çok önemli bir parça olmuştu. Babaannem bu sözlerimi duysa muhtemelen kıskançlıktan yüzüme bile bakmazdı, ama Şahika hanım gerçekten de çok özeldi benim için…
Ablam gitmişti, evliydi artık. Ferhat’la aramızda hala bir soğukluk olsa da ona eskisi gibi kızmıyordum. Zamanla birbirimizi anlayıp daha iyi tanıyacaktık ve aramızdaki sorunlardan da kurtulacaktık. Kabullenmesi ve alışması zor olsa da o ablamın kocasıydı artık. Ailemizden biriydi ve benim bu duruma alışmak için çaba göstermem gerekiyordu. Buraya geldikten sonra ablamla hiç etmediğimiz kavgaları etmiştik. Çocukken bile birbirimize küsmemişken burada günlerce konuşmadan durmuştuk. Ama bunlar bizi koparmak yerine daha da sıkı bağlarla bağlamıştı birbirimize. O benim ablamdı, annemle babamdan sonra bizim ailemizden bana kalan tek insandı. Evet, babaannem vardı, Turgut amcamlar vardı ama aile bağı başkaydı. Çekirdek ailemizden kalan sadece ikimiz vardık ve zorlukları aşarak birbirimize tutunmayı öğrenmiştik.
Murat hoca, ya da hayatımın en kötü zamanlarını geçirmeme neden olan manyak… Bir insanın öğretmeninden beklemeyeceği bir şeyi yapmıştı bana. Saplantılı bir aşka tutulup beni de bunun bir parçası yapmak istemişti. Bugün geldiğim durumun en büyük sebebi oydu ve cezasını da önce akıl hastanesinde tedavi görerek, sonra da cezaevine tıkılarak çekecekti. Onun bana attığı iftira yüzünden o kadar çok şey kaybetmiştim ki, bir daha aynı şeyi yapmaya kalksa onu hiç tereddüt etmeden öldürebilirdim.
Beril… Dışından kötülük saçtığına inandığımız ama içinden melekler kadar iyi biri olan, güzel arkadaşım… Beril’le çok kötü şartlarda tanışmış olsak da şimdi bozulmasını asla istemediğim bir dostluğumuz vardı. Kaçırıldığımda polislerden bile daha çok çalışıp o manyağın elinden kurtulmamı sağlamıştı. Aslında o hep bana yardım etmeye çalışmıştı ama benim bunu anlamam zaman almıştı. Tabii o kendini sakladığı için böyle olmuştu. Ama şimdi kötü günler, kötü şeyler geride kalmıştı biz harika iki dosttuk onunla…
Gülçin’le çocuklukta hayalini kurduğumuz gibi birlikte yaşıyorduk. Benim beşikten bu yana hep yanımda olan can dostum, babamın değişiyle ‘kalbimin birlikte attığı’ güzel arkadaşım. O da mutlu olanlarımızdandı artık. İstediği okulu kazanıp İstanbul’a, yanıma gelmişti. Ablamın yokluğunu daha kolay atlatabilmem için olabilecek en iyi şey buydu. Hayatına aşk da girmişti Gülçin’in. Alp’le nazara gelmeye müsait, çok tatlı bir birliktelikleri vardı. Birbirlerini çok seviyorlardı ve ben bunun asla bozulmasını istemiyordum. Birbirlerine çok yakışan, birbirlerini tamamlayan ve birbirlerini gerçekten çok seven iki insandı onlar. Umarım hep çok mutlu ve hep benimle olurlardı.
Efsun ve Timur yaşadıkları kötü zamanları geride bırakıp birbirlerine bir şans daha vermişlerdi. İyi ki yapmışlardı bunu, çünkü gerçekten birbirlerini çok seviyorlardı. Efsun’la barıştıktan sonra Timur da kendine çeki düzen vermişti. Artık daha az haytalık yapıyordu, daha samimiydi, daha cana yakın ve içtendi. Bu iki insanın da ömrümce benimle olmasını diliyordum.
Çınar ve Beril yaşadığım en büyük sürprizdi. Beril’in Ali’ye âşık olduğunu düşünürken, Çınar’ın da kaybettiği sevgilisini unutamadığını sanırken onlar birbirlerini bulmuşlardı. Her şerde bir hayır var derler ya, bu söz çok doğruydu. Benim kaçırılmam ikisinin birbirini tanımasını sağlamıştı. Şimdi ikisi de geçmişlerinden kurtulmuş, ileriye doğru güzel ve sağlam adımlar atarak çok güzel bir ilişkiye başlamışlardı. Çınar’ın anne ve babası da bu durumdan çok memnunlardı. Beril’le tanıştıktan sonra annesi onu ağzından hiç düşürmüyordu. İyi ki hayatıma girmişti ikisi de…
Bülent abi, benim mafya anlayışımı değiştiren, hatta karanlık işlerle uğraşan adamlara sempati duymamı sağlayan adamdı. Bana yaptığı iyilikleri, başım sıkıştığında yanımda oluşunu asla unutamayacağım ve abi gibi sevdiğim biri olmuştu ve hayatımdan bir parçaydı o da. Ali’yi tanımama en çok yardım eden, herkes Ali’den beni koparmaya çalışırken, beni destekleyen ve Ali’ye olan duygularımda beni yüreklendiren insanların başını çekiyordu. Onu kaybetmeyi de asla istemiyordum. O benim koruyucumdu…
Ve Ali… Ummadığım anda karşımda beliren, hayatıma girip asla değişmeyecek bir yer edinen Ali… Aşk dediğim, âşık olduğum, yanında hiç olmadığım kadar mutlu olduğum Ali… Onunla bir oyun gibi başlamıştı birlikteliğimiz. Ama aslında gerçek olmasını istiyorduk ikimiz de ve oldu. Sonrasıysa kıyamet, hüzün, karmaşa ve ayrılık. Hiç istemezdim Ali’den ayrı olmayı, ama hayat bizi öyle noktalara getirmişti ki, başka çare bırakmamıştı bize. Belki de kaderlerimiz bir yazılmamıştı, ayrılık vardı yazımızda ve ayrılmıştık.
Onu affedebilmeyi çok isterdim. Ama yapamıyordum. Onu affetmeye niyet attığım her adım yarıda kalıyordu. Yaşadıklarım aklıma geliyor ve beni durduruyordu. Belki benim yerimde başkası olsa çok kolay unuturdu bunları. Ama ben yapamıyordum. Önce bana inanmadığı için gittiğini düşünüp asla yapmam dediğim bir şeyi yapmıştım. Sonra da gidişinin basit bir yanlış anlamadan ibaret olduğunu öğrendiğimde bir enkaz daha yığılmıştı üzerime. Ve benim o enkazın altından kalkıp Ali’ye koşacak gücüm yoktu.
Arkadaş olmayı seçmek, herkesin sandığı kadar kolay değildi benim için. Hatta Ali’den bile daha çok zorlanacaktım. Ama başka şansım yoktu. Onu tamamen kaybedemezdim. Kimse anlamak istemiyordu ama aslında en büyük fedakârlığı ben yapıyordum. Deli gibi sevdiğim, aşkından öldüğüm adama arkadaş demek ölüm gibiydi. Ama ya buna katlanacaktım ya da onu sonsuza dek hayatımdan çıkaracaktım. İkincisini seçersem yüzünü bir daha hiç göremeyebilirdim. Sesine hasret kalabilirdim ömrüm boyunca. Taşıdığım bütün yüklerin üzerine bir de hasreti eklenseydi, işte o zaman nefes alamazdım. Boğulur giderdim, yok olurdum. Ama o yanımda olacaktı, ara sıra da olsan görebilecektim onu. Belki çok özlediğimde bir şeyi bahane edip arayabilecektim. O bilmeyecekti onu arama nedenimin özlemim olduğunu, ama ben o bilmese de böyle giderecektim hasretimi.
Kabullenmişti arkadaş kalmayı. Belki de benden vazgeçmişti. Bunun için ona kızmaya hakkım yoktu, çünkü bunu isteyen bendim. Böyle yaşamaya da katlanacaktım bu yüzden. Ali’nin benden vazgeçmiş olması canımı acıtıyor olsa da buna itiraz edemezdim. İkimiz için bu yolu ben belirlemiştim ve bu yolda onun attığı adımları sorgulamaya da yargılaya da hakkım yoktu.
Ben sadece onu çok seviyordum ve bu böyle sürüp gidecekti…
Gözlerim yavaş yavaş kapanırken, uykuya yenilmeden önce son birkaç damla yaş döküldü gözlerimden. İstanbul’da başladığım yeni hayatın özeti içindi bu yaşlar. Aldığım kararlarla yeni hayatımın içinde yeni bir yolda yürüyecektim artık. Zor olsa da böyle olacaktı…