BÖLÜM 6

2065 Words
DÜĞÜN Sevim teyzenin odaya girmesiyle gözlerimizi açtık “Hadi kızlarım, uyanın kuaföre geç kalacaksınız” diye seslenince ikimiz de yataktan fırladık. Hızlıca üzerimizi giyinmeye çalışırken Sevim teyze “Önce kahvaltı yapın, sonra çıkarsınız” dediğinde “Ben bir şey yemek istemiyorum” dedi. Ama Sevim teyze çok kararlıydı. “Öyle bir şey yok güzelim, hemen yüzünüzü yıkayıp masaya geçin. Aç karına çıkılmayacak bu evden” deyince çaresiz yüzümüzü yıkayıp masaya oturduk. Gülçin de gelmişti. Kuaföre üçümüz gidecektik. “Efsun’la Beril nerede, onlar gelmeyecek mi?” diye sordu ablam Gülçin’e “Efsun annesiyle birlikte gidecekmiş, Beril de kendi kuaförüne. Kalabalık etmek istemediler” “Ne kalabalığı ya, üzüldüm şimdi. Keşke gelselerdi, çok yoruldular benim için” “Ben de ısrar ettim Defne abla ama ikna edemedim” dedi Gülçin. Ne yazık ki yapacak bir şey yoktu. Kahvaltımızı bitirip ablamın gelinliğini ve tüm eşyaları alıp evden çıktık. Alp bizi aşağıda bekliyordu. Arabaya binip kuaföre geldik. Kuaför salonunda sadece biz vardık. “Abla, niye kimse yok burada?” diye sorduğumda ablam Ferhat’ın salonu bizim için tuttuğunu ve tüm gün sadece bizim için çalışacaklarını söyledi. O da annesi gibiydi, gösteriş meraklısı. Ama bu fikrimi ablamla paylaşmadım. Ferhat’la aramız düzelmişti ve ablam bundan dolayı mutluydu. O yüzden onun bu mutluluğunu bozmak istemedim. Manikür, pedikür, kaşlar, saçlar, makyaj derken beş saatten daha fazla süren hazırlığımız nihayet bitmişti ve hepimiz hazırdık. Ablam kuaförde gelinliğini de giydi ve Ferhat’la birlikte fotoğraf çekimine gittiler. Biz de Alp’in arabasıyla onları izledik. Düğün için üç adet fotoğrafçı tutmuştu Ferhat. İkisi bizimle kuaförde buluşup ablamın geçirdiği bütün süreci resimlemişti. Diğeri ise Ferhat’la birlikteydi Arada fotoğraflara biz de dâhil olduk, Ferhat’ın ve ablamın yakın arkadaşları da gelmişlerdi. Böyle grup halinde çekilen eğlenceli düğün pozlarından vermiştik hep birlikte. Bir ara Ferhat’ın yanında olan fotoğrafçı benim tek resimlerimi çekti. “Neden beni çekiyorsunuz sürekli?” diye sordum dayanamayıp. O da “Çok güzel olduğunuz için” diye cevap verdi. Utanmıştım, oldum olası böyle sözlerden utanırdım. Çocuk bir süre daha benimle uğraştıktan sonra nihayet ablamla Ferhat’a yöneldi. Ama arada vir iki poz yine beni çekiyordu. Bir ara bana dönüp “Resimlerinizi size ulaştıracağım. Gördüğünüzde haklı olduğumu anlayacaksınız” dedi ve yine işine döndü. Güzel olduğumu söyleyenler vardı ama ilk kez profesyonel bir fotoğrafçı tarafından böyle iltifat görüyordum. İlgimi çekmemişti ama tuhaf hissettirmişti. Nihayet eve gelince Gülçin’le ben giyinmek için benim odama geçtik. Orada oturan kadınları dışarı çıkarmak biraz zaman alsa da sonunda çıkabilmişlerdi. Düğünden sonra hem bizim evde hem de Çınar’ın evinde çok ciddi temizlik yapmamız gerektiğini odamın haline bakınca anladım. Ben Gülçin kadar özen göstermediğim için ondan önce giyinip odamdan çıktım. Mutfakta duran Turgut amca beni görünce öylece bakakaldı. “Prenses gibisin” dediğinde yine utanmıştım. Uzun olan elbisem gri renkteydi. Dantelden olan kollar omzumdan koluma biraz uzanınca bitiyordu. Gerisi satendi. Belinde, omzundakinin aynısından dantel bir kemer vardı. Saten kısım dar olarak iniyordu ve üzerinde ise aynı renkte bol kesim tül vardı. Tül göğüs kısmıma kadar çıkıyordu ama belimden omzumdaki dantele kadar olan kısım büzülerek gidiyordu. Saçlarımı topuz yapmakta ısrar etseler de ben istemedim. Yanlardan değişik bir örgüyle bir kısmını arkada tutturdu kuaför. Geri kalan kısmıysa dalga şeklinde belime kadar iniyordu. Saçlarım fazlasıyla uzamıştı. Turgut amca gibi diğer insanlar da bana bakıyorlardı. Bu ilgiye dayanamayıp ablamın yanına, onun odasına geçtim. O da beni görünce bir sürü güzel söz söyledi ama neyse ki bunları ondan duymak, diğerlerinden duymaya nazaran daha az utandırıyordu. Biz ablamla laflarken babaannem odaya geldi. Ablamla bana uzun uzun bakıp ağladı durdu. İkimize de bir sürü dua etti, ablama öğütler verdi. Babamla annemin yanımızda olmayışı onu da üzüyordu ama bize hiç bundan bahsetmedi. Bu gün bizi üzmek istemiyordu. Ferhat gelin almaya gelmedi. Aslında gelecekti ama babaannemin kesin komutuyla bu engellenmiş oldu. Bizde gelin almasına damat gelmezdi ve babaannem de bu âdete uyulsun istiyordu haliyle.  Ablamı almaya Alp gelmişti, tabii ki annesi de beraber. Onlar geldiğine Turgut amca ablamın odasına girdi. Bir süre kaldıktan sonra kapıyı açıp Cihan abiye seslendi. Gözlerinde yaşlar vardı. İçeride duygusal bir konuşma geçmişti mutlaka. Ben ağlamamak için kendimi fazlasıyla sıkıyordum ve ağlamadım. İlaçlarımı almamın da bunda büyük etkisi vardı tabii. Ablamı evden Cihan abi çıkardı ve Alp’e teslim etti. Kapıda okunan dualardan sonra Alp ablamı gelin arabasına bindirip götürdü. Ferhat düğün salonunda olacaktı. Gelin arabası çıktıktan sonra biz de peşlerinden arabalara binip yola çıktık. Babaannem, Turgut amca, Sevim teyze, Gülçin ve Cihan abi Turgut amcanın arabasına bindiler. Efsun annesiyle beraber babasının arabasına, Beril de Çınar’la birlikte Çınar’ın arabasına bindi. Ben de Timur’un arabasına bindim. Ali’nin olmasını çok istedim o an. Bütün arkadaşlarımın sevgilileri oradaydı, bir tek benim sevdiğim adam yoktu. Evet, ondan gitmesini isteyen bendim, onu affedemeyen de bendim ama bu onu çok sevdiğim ve çok özlediğim gerçeğini değiştirmiyordu. “Çok güzel olmuşsun Sinemis” diyen Timur’a gülümsedim. “Kızma bana ama Ali seni böyle görse kalbi dururdu” dediğinde ona kızmadım ama için sızladı “Burada olmasını ben de isterim” dediğimde şaşırdı. “Ama sen gitmesini istemiştin” “Gitmesini istedim ama bugün yanımda olsun isterdim Timur” dediğimde sadece bana üzüntüyle baktı ve cevap vermedi. Nikâhın ve düğünün yapılacağı salona geldik ve hemen içeri girdik. Hava biraz soğuktu, Allah’tan yağmur yağmıyordu. Kış aylarında yapılan düğünlerden hoşlanmıyordum ama ne yazık ki ablamın düğünü kışa yakın bir aya denk gelmişti. Kasım’ın ortasına… Önce nikâh kıyıldı, sonra takılar takıldı ve sonunda düğün başladı. Önce dans edildi. Herkes eşiyle, sevgilisiyle dans ederken ben onları izlemekle yetiniyordum. “Ali olsaydı…” diye içimden bir cümle kurmaya başladım ama bitirmedim. Düşünmemeliydim onu, kendime bu eziyeti etmemeliydim. Ben dans eden çiftlere bakarken birden omzumda bir el hissettim. O an kalbimin duracağını sandım çünkü bana dokunan kişinin Ali olması ihtimali geçmişti aklımdan. Hızla dönüp baktığımda Ali değil de Ozan olduğunu gördüm bana dokunanın. Çınar’ın arkadaşı Ozan… İçimde hayal kırıklıklarından bir kale vardı ve bu da onun duvarına bir taş daha eklemişti. “Ozan” dedim şaşırarak “Selam güzellik, dans edelim hadi” deyip elimden tuttuğu gibi beni dans pistine sürükledi. Ona cevap bile verememiştim. “Sana ne kadar güzel olduğunu söyleyen oldu mu bugün?” diye sorunca kendime geldim. “Böyle şeyler söylemesen, utanıyorum” “Ama gerçek bu, inan bana muhteşem görünüyorsun” “Teşekkür ederim” demekle yetindim sadece. Dansımızı ederken kapıda Kayseri’deki ekibimden arkadaşlarım ve hocamı görünce Ozan’dan izin istedim ve dans etmeyi bırakıp onlara koştum. Hepsini tek tek kucaklayıp onları gördüğüme ne kadar sevindiğimi anlattım. Hocam da diğerleri gibi önce bir sürü güzel söz etti sonra da düğün için planladıkları şeyden. “Sen büyükçe güzelleşiyorsun Sinemis. Parmak ısırtacak kadar güzel olmuşsun” “Hocam sağ olun ama utanıyorum” “Utanacak ne var ya? Neyse, biz düğünü yapmaya geldik. İyi ki de gelmişiz, düşün mü toplantı mı belli değil. Nereye kuralım aletleri?” diye sorunca düşündüm ve aynı anda salonu gözlerimle taradım. Sonunda orkestraya ayrılan ama boş olan bölmeyi uygun gördüm. Ferhat sosyete düğünü yapacağı için orkestra falan getirmemişti. “Şurası iyi” dediğimde hocam ve arkadaşlarım oraya yöneldiler. O sırada Cihan abi de yanımızda bitti ve peşinden Gülçin geldi. Tüm müzik aletlerini yerleştirip salon görevlilerinin de yardımıyla kurulumu tamamladık. Her şey hazır olunca Cihan abi eline mikrofonu alıp salona seslendi. “Merhabalar efendim. Orkestrasız bir düğün planlanmıştı ama biz bunu bozuyoruz. Kayseri’den gelen Kafkas ekibimiz burada ve bizler dans edeceğiz. Bu arada klasik müzik zevkinden mahrum bıraktığım herkesten özür dilerim” diyerek erkek tarafına lafını da soktuktan sonra mikrofonu bıraktı. Önce hepimiz, düğünlerin açılış dansı olan Wuik’te dans ettik. Wuik, eşlerle oynanan, çiftlerin birbirini takip ederek ayak figürleri yaptığı ve sonra da kısa kısa ortada dans ettiği bir oyunumuzdu. Wuikten sonra Şeşen oynamaya başladık. Ben önce Cihan abiyle sonra da onu kesip oyuna giren hocamla oynadım. Şeşen’den sonra Lezginka ve sonrasında Apsni Apsuva oynandı. Dansa kendimi kaptırmış uçarken birden müzik durdu. Çalan arkadaşlarımın yanında bir kalabalık oluştu ama bir şey göremiyordum. Etrafıma bakınıp ne olduğunu anlamaya çalışırken karşımda Ali’yi gördüm. Bana doğru geliyordu. Hayal olup olmadığını düşünürken tam yanımda durdu. “Biliyorum gitmemi istedin, ben de gittim ama geri geldim. Merak etme yine gideceğim. Sadece seninle Kafe oynamak istiyorum” dediğinde ben sadece ona bakıp dediklerini anlamaya çalışıyordum. Kafe çalmaya başladığında bana uzattığı eli bilinçsizce tutup onunla birlikte yürüdüm. Ali’nin Kafeyi bildiğini bilmiyordum. Birbirimize oyun usulüne göre selam verip dansa başladık. Karşılıklı oynuyorduk. Kafenin kuralı şöyleydi: sevgili olanlar karşılıklı, arkadaş olanlar çapraz oynarlardı. Biz karşılıklı olanı yapıyorduk. Beş dakikadan fazla dans ettikten sonra Canberk çalmayı bıraktı. Salonda her dansın sonunda kopan alkış koptu yine. Herkes bize bakıyordu, özellikle de aramızda olanları bilenler… Dansımız bitince Ali yine beni selamlayıp arkasını döndü ve yürüyerek uzaklaşmaya başladı. Öylece kalmıştım, ne yapacağımı, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Yeni bir dans müziği çalınırken içimden geleni yapıp Ali’ni peşinden koştum. Hızla salondan çıkıp merdivenleri indim ve neyse ki arabasına binmeden ona yetiştim. “Ali?” diye nefes nefese seslendiğimde arkasını hızla dönüp şaşkın bir halde bana baktı. “Sinemis…” “Ali neden geldin?” dedim nefesimi düzenlemeye çalışırken. O ise soğukkanlıydı karşımda. “Dedim ya, Kafe oynamak için” “Gerçekten bunun için mi? Yani beni alt üst etmek için değil” dedim öfkeyle “İnan bana, seni üzmek için gelmedim. Sana zarar vermek en son isteyeceğim şey. Zaten bunu yapmamak için gittim” “Anlamıyorum, Amerika’dan sırf benimle Kafe oynamak için mi geldin?” “Amerika’da değildim ki?” “Nasıl yani?” “Amerika’ya dönmedim. İstanbul’dayım ben. Ama İstanbul’un senden uzak olan bir yerindeyim” “Herkes gittiğini…” derken lafımı kesti. “Herkes Amerika’ya döndüm sanıyor. Böyle bilinmesini ben istedim. Sen huzur içinde hayatına devam et diye yaptım bunu. Çünkü ne kadar yakınında olursam sana o kadar zarar veriyorum. Hiç istemediğim halde hem de” dediğinde cevap veremedim. Aslında içimden ona onu gördüğüme ne kadar sevindiğimi ve onu nasıl özlediğimi söylemek geçiyordu ama yapamadım. “Merak etme lütfen, geldiğim yere dönüyorum. Aslında karşına bir daha çıkmamaya kararlıydım, ama hep hayalini kurduğum bir şeyi yapmak istedim. Belki bir daha o şansı bulamam diye” “Nedir o hayalini kurduğun şey?” “Seninle Kafe oynamak. Sen Kafeyi karşımda çaldığından beri bu hayali kuruyordum. Seninle düğünümüzde Kafe oynamaktı en çok istediğim şey. Ama ne yazık ki olmayacak. Ben de en azından başka birinin düğününde de olsa hayalimi gerçek yapmak istedim. İstediğim oldu, gidiyorum şimdi” dediğinde kalbime saplanan bıçakların sayısı yüzü aşmıştı. Gidiyordu, yeniden gidiyordu ve ben belki de onu bir daha hiç göremeyecektim. “Ali” dedim titreyen sesimle. “Ben sana git dediğimde iyi değildim” “Biliyorum. Benim yüzümden o haldeydin” “Ama şimdi daha iyiyim. En azından o zayıflığımı aştım” “Buna sevindim” “Kendini suçlamanı istemiyorum” “Biliyorum, ama elimde değil. Çünkü olan her şeyin sebebi benim” Onun da canı yanıyordu, okuyordum bunu gözlerinden. “Senden bir şey isteyebilir miyim” dediğimde bütün dikkatini bana verdi “Tabii ki” “Biliyorum, zor şeyler yaşadık ve kötü günler atlattık. Ama İstanbul’da olup, sırf benim yüzümden hayatından, ait olduğun şeylerden uzakta olmanı istemem” “Bunu ben istedim ama” “Benim için istedin” “Evet, buna da pişman değilim.” “Bak, o gece gitmeni istedim ama bu bencil bir karardı. Tamam, benim hayatımdan gitmeni istedim ama ailenden, sevdiklerinden uzak olmanı istemedim ben” “Sen niye kendini sorumlu tutuyorsun. Sen gitmemi istediğinde ben de hayatından uzak durmaya karar verdim ki bunu istemek senin en doğal hakkındı” “Öyle değil. Tamam, biz ayrıldık ama seni seven insanlardan uzak olman beni üzüyor.” “Annemle babamı kastediyorsan…” derken sözünü kestim “Onlardan bahsetmiyorum. En başta babaannen, sonra arkadaşların, Bülent abi ve bir sürü insan daha” dediğimde kaşlarını kaldırdı “Sinemis, ne demek istiyorsun açıkça söylesen?” “Şunu demek istiyorum, madem Amerika’ya gitmedin ve İstanbul’dasın, o zaman hayatına geri dön. Başka yerlerde yaşama lütfen” “Neden?” “Çünkü sadece bunu yaparsan kendimi suçlu hissetmekten vazgeçebilirim” dedim. Ali’yse başını eğip biraz düşündü. Sonra kafasını kaldırıp yine bana baktı “Yakınında olmamdan rahatsız olmayacak mısın?” “Hayır” “Beni gördüğünde aklına gelenler seni üzmeyecek mi?” “Seni görsem de görmesem de ben zaten onları düşünüyorum. Eğer evine dönersen, bu üzüntünün üzerine yaşadığım suçluluk hissinden de kurtulmuş olacağım” Birkaç dakika hiçbir şey söylemeden yüzüme baktı. Sonra da “Sinemis, benim biraz zamana ihtiyacım var. Lütfen bana izin ver” deyip arabasının kapısını açtı. Tam binecekken “İçeri gir, hava soğuk üzerin ince hasta olacaksın. Ayrıca, bu gece bir Çerkes prensesi gibisin, göz kamaştırıyorsun. Bir de… Seni dans ederken görmek güzeldi ” dedi ve arabasına binip uzaklaştı. Bende arkasından bakmakla yetindim sadece…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD