BÖLÜM 4

3057 Words
Sinemis’ten sonra saatlerce yürüdüm. Yürürken, olan biten her şeyi binlerce kez düşündüm. Düşündükçe pişman oldum, düşündükçe lanet ettim her şeye. Benim yanlış anlayıp sonra da gitmem yüzünden neler olmuştu. Neler yaşamıştı Sinemis. En kötüsü de bütün bunlardan sonra artık bize dair tek bir umut kalmamıştı, ben bırakmamıştım… Dolaşmaktan da bunalıp Bülent abinin yanına attım kendimi. Onunla görüşmesem bir delilik yapabilirdim. Babaannemin yanına gidemedim çünkü o da anlayacaktı kötü bir şeyler olduğunu halimden ve belki de yeniden hastalanacaktı. Sinemis’le beni o kadar çok benimsemişti ki, ayrılmamızı kabullenemezdi. Bülent abi halimi görünce bana soru sormadı. Masasından kalkıp koluma girdi ve beni arabasına bindirip o da bindi. Sürmeye başladı. Nereye olduğunu sormadım, sadece başımı geriye yaslayıp kafamın içinde beni boğan düşüncelerin altında ezilmeye devam ettim. Bülent abiyle, benim daha önce kaldığım Sapanca’daki eve geldik. Vardığımızda hava kararmıştı. Yine hiç konuşmadan arabadan indik ve eve girdik. Ben bulduğum ilk koltuğa otururken Bülent abi mutfağa geçti. Mutfaktan balkona, balkondan mutfağa sayamadığım kadar git gel yaptıktan sonra sonunda yanıma geldi ve beni yine kolumdan tutup balkona sürükledi. Gördüklerime şaşırdım, balkona bir rakı masası kurmuştu. “Geç bakalım, senin zehrini başka türlü alamayız” deyip beni sandalyeye oturttu ve müzik çaları da açıp karşıma geçti. Bardaklarımıza rakı doldurdu ve hiç soru sormadan içmeye başladı. Ben de konuşmuyordum, onun yaptığı gibi içki içmeye devam ediyordum. Birkaç bardak rakıdan sonra artık içimdekileri dışa vurma isteğimi bastıramadım. “Ben dünyanın en aptal adamıyım biliyor musun abi?” dedim ilerideki ormanlık alana gözlerim dalarken. O yine soru sormadı ama ben devam ettim konuşmaya. “Hayatımda bana her şeye rağmen değer veren tek insanı da kaybettim. Beni gerçek bir aşkla seven bir kızı paramparça ettim ve kaybettim abi. O artık yok” dedim ve bardakta kalan rakıyı kafama diktim. Bülent abi sessizce bardağımı doldurdu ve yine beni dinlemeye devam etti. “Ben neden gittim biliyor musun abi? Sinemis’in söylediği şeyleri duyduğumda artık beni sevmediğini düşündüm. Ne yaparsam yapayım beni affetmeyeceğini söylediğini duyduğum zaman, içimdeki acıya dayanamayıp gittim. Ama okuduğu sadece onunla aramızın kötü olduğu zamanlarda yazdığı lanet olası bir yazıymış. Eğer ben beş dakika daha dayanabilseymişim, bugün bu durumda olmayacakmışız. Ben eğer o aptal beş dakika daha kıçımın üzerinde durabilseymişim, biz şuanda mutlu mesut beraber yaşıyor olacakmışız” deyip bardağın yarısını yeniden diktim kafama. Sonra yine konuşmaya devam ettim “Bir insanın hayatı beş dakikada bitermiş Bülent abi, bak canlı örneği karşında. Bana bak, benim hayatım beş dakika içinde bitti. Abi zoruma giden beni terk etmesi değil biliyor musun, beni bıraksın önemli değil. Mutlu olacaksa bıraksın gitsin, önemli olan sadece o çünkü. Benim zoruma giden, sırf ben onu yanlış anlayıp basıp gittim diye gidip o kontrolü yaptırması” dediğimde Bülent abi sonunda konuştu “Ne kontrolü?” “Bekâret” “Nasıl yani?” “Sen bilmiyorsun olanları. O Murat ibnesi Sinemis’ kaçırdığı zaman gidip onu bulmuştuk ya, evde de yalnız kaldım hani onunla ben” “Evet” “O zaman o manyak Sinemis’e zorla sahip olduğunu söylemişti ‘benim oldu’ demişti yüzüme baka baka. İfadesini de öyle vermiş. Savcılık da doktor raporu istedi. Ama Sinemis istemedi o kontrolü. Ben de gidip onu hastaneden aldım, muayene falan olmadı. O gün konuştuk, anlattım ona ben, Murat’a inanmadığımı, benim için sadece onun önemli olduğunu söyledim. Sonra her şey düzelmeye başlamıştı” “E bir daha gidip neden kontrolü yaptırmış peki?” “Ben onun söylediklerini adam gibi sonuna kadar dinlemeyip siktir olup gittim ya, o da ben onu Murat yüzünden terk ettim sanmış. Bana inat, ona inanmadığım için gitmiş o muayeneyi yaptırmış abi. Ama o kadar büyük zarar vermiş ki ona o olay” “Kolay değil oğlum, Sinemis’ten bahsediyoruz. Söğüt dalı gibi, narin, kırılgan bir kız o. Kolay değil onun için bu durum” “Hepsi benim yüzümden!” “Bu konuda haklısın. Sen soru bile sormadan, veda bile etmeden gittiğin için böyle bir karar almış” “Ben bu yükü nasıl taşırım abi, altından nasıl kalkarım. Hepsinden daha önemlisi ben onu bu kadar üzmüşken artık nasıl yaşarım” “Yaşayacaksın Ali, yaşadıkça yol arayacaksın düzeltmek için. Her gün biraz daha sarılacak yaralar, sonra ya sen unutacaksın ya da bir yol bulacaksın seni affetsin diye” “Hastalanmış biliyor musun, kaldıramamış olanları. Beni görünce de oldu aynı şey. Bayıldı kaldı hastanenin bahçesinde. Bu da benim yüzümden” “Hassas kız, dediğin gibi kaldıramamıştır” “Her şeyi geçtim de Bülent abi, bana babasını mezarında azap içinde bıraktırdığını yazmış. Babası biliyorsun onun için çok özel. Bu kadar mükemmel bir insan yetiştirmiş bir adam ve ben ona karşı da sorumlu hissediyorum. Sinemis ilk kez babasını utandıracak bir şey yapmış. Onu da benim yüzümden yaptı işte” deyip bir kez daha bardakta kalan rakıyı tek seferde içtim. Fonda çalan şarkının sözleri kalbimin acısını daha da arttırıyordu.   “Eğer seni kırdıysam Darıl bana Ama bir gün beni ararsan Bak ruhuna Birden gecem tutarsa Güneşi çevir bana Sevgilim bağışla Biraz zor olsa da Affet beni akşamüstü Gölgem uzarken Öğleden sonra affet Ne zaman istersen Affet beni gece vakti Ay doğmuş süzülürken Sabaha kalmadan affet Tam ayrılık derken Çünkü sen çölüme yağmur oldun Sen geceme gündüz oldun Sen canıma yoldaş oldun Sen kışıma yorgan oldun”   Sinemis   Ali… Yüreğimin ortasında kocaman bir ateş yakan, sonra da söylediği her sözde onu körükleyen Ali… Bütün yaşadıklarımın nedeninin Ali’nin bana güvenmemesi olmasına sevinememiştim, çünkü daha da beter bir nedeni vardı. Ali sadece basit ve aptal bir yanlış anlama yüzünden gitmişti, sadece yanlış anlama yüzünden yaşamıştım ben bunca şeyi… Bir süre yürüdükten sonra okula gitmeye gücüm olmadığı için evin yolunu tuttum. Bir süre daha yürüyüp eve vardım. Kendimi direk yatağın içine hapsedip saatlerce ağladım. Telefonum çalıp durdu ama bakmak için bile yataktan çıkmadım. Muhtemelen kızlar arıyordu ama konuşacak halim yoktu. Gözlerimi açtığımda etraf karanlıktı. Uyuyakalmıştım. Yataktan kalıp odamdan çıktım, ablamla Gülçin salonda oturmuş televizyon izliyorlardı. “Günaydın prenses” diye bana dönen Gülçin’in yüzü bir anda değişti. Ne gördüyse… “Saat kaç ya” dedim boru gibi çıkan sesimle. “Dokuza geliyor da sana ne oldu böyle” dedi ablam hemen. Onunla aramız kötüydü aslında ama artık ne kadar berbat görünüyorsam o bile kayıtsız kalamamıştı. “Ne olmuş ki?” dedim anlamaya çalışarak. “Sinemis, yüzün gözün şişmiş, hatta burnun bile. Ağladın mı sen?” diye soran Gülçin’e kafamı sallarken yeniden ağlamaya başladım. Ablam yerinden fırlayıp bana sarıldı ve beni koltuğa doğru çekip oturttu. “Özür dilerim bir tanem, çok üstüne geldim biliyorum” dedi üzgün bir ifadeyle. “Seninle ilgili değil” derken ağlamaya devam ediyordum. “Ne oldu o zaman?” diye soran Gülçin de yanıma sokuldu. Onlara olup biten her şeyi anlattığımda ikisi de hayretler içinde kaldılar. Ablam yorum yapmazken Gülçin Ali’ye saydırdı durdu. “Aptal herif! Bu çocukta gram beyin olmadığına yemin edebilirim. Salak ya şu yaptığına bak. Beter olsun, daha beter olsun” diye söylendi de söylendi. “Gülçin… Ne olur yapma böyle ben daha çok daralıyorum” dediğimde sustu. Bir süre hepimiz sessiz kaldıktan sonra ilk söz benden geldi “Film izleyelim mi?” İkisi de söylediğim cümle dünyanın en garip cümlesiymiş gibi bana baktıktan sonra toparlandılar ve tamam dediler. Dvd ye bir film koyup hep birlikte izledik. Aklım filmde değildi, ama en azında bu konu üzerinde konuşmaktan kurtulmuştum. Film bittiğinde uyumak istediğimi söyleyip odama çekildim. Bir süre balkonda oturdum ve müzik dinledim. Biraz olsun beni anlatan, çok sevdiğim biri şarkıyı “Aşk bitti”… Aşk bitti, elimden sanki minik bir balık kayıp gitti  Aşk bitti, içimden sanki bir şeyler kopup gitti  Aşk hiç biter mi  Hiçbir şey olmamış gibi boşlukta kaybolup gider mi  Aşk hiç biter mi, aşk hiç biter mi  Kalır adımızla bir sokak duvarında  Bir ağaç kabuğunda, bir takvim kenarında  Kalır bir çiçekte bir defter arasında  Bir tırnak yarasında bir dolmuş sırasında  Kalır bir odada bir yastık oyasında  Bir mum ışığında bir yer yatağında  Aşk hiç biter mi, aşk hiç biter mi  Kalır dilimizde yinelenen bir şarkıda  Bir okul çıkışında bir çocuk bakışında  Kalır bir kitapta bir masal perisinde  Bir hasta odasında bir gece yarısında  Kalır bir durakta yırtık bir afişte  Buruk bir gülüşte dağılmış yürüyüşte  Aşk hiç biter mi, aşk hiç biter mi  Kalır bir sokakta bir genel telefonda  Bir soru yanıtında bir komşu suratında  Kalır bir pazarda bir kahve kokusunda  Bir tavşan niyetinde bir çorap fiyatında  Kalır bir yosunda bir deniz kıyısında  Bir martı kanadında bir vapur bacasında  Aşk hiç biter mi, aşk hiç biter mi. Sonra da yatağıma yatıp zorla da olsa uyudum. Sabah kalıp öylesine hazırlanıp evden çıktım. Servisi kaçırmıştım, ya da servis ben gelmiyorum diye beni almamıştı. O yüzden de taksi tutup okula gitmek zorunda kaldım. Okula geldiğimde ders başlamak üzereydi. Ben sınıfa girince Efsun ve Beril’in korkunç bakışları üzerime dikildi. Yerime geçtiğimdeyse bakışlarındaki ifadeler sözcüklere dönüştü hiç vakit kaybetmeden… “Neredesin kızım, öldük meraktan” diye ilk sözü Efsun aldı. “Buradayım” diye cevap verince rahatlığıma sinirlendi Efsun “Seni binlerce kez aradık, neden açmadın telefonu? Dün neden gelmedin?” diye sorularını sıralayınca “Ali’yle beraberdim” diye cevapladım. Beril sessizliğini korurken “Ali mi?” diye sordu Efsun hemen “Kızlar, ne olur şimdi bir şey sormayın. Çıkışta konuşuruz, inanın hiç mecalim yok” dediğimde anlayışla başlarını salladılar ‘tamam’ anlamında. Ali’yle konuşmuş olmam büyük bir olaydı çünkü… Öğle arasına kadar olan hiçbir dersi dinelememiştim, sadece düşünerek geçmişti zaman. Sınıftan hiç çıkmamıştım. Öğle arası olduğundaysa kızlar artık dayanamayıp beni dışarı çıkardılar. Kalabalıktan uzak bir yere gidip oturduk. İkisi de soru dolu bakışlarını üzerime dikmiş, konuşmadan bana bakıyorlardı. Sonunda dayanamayıp anlatmaya başladım. “Ali’nin neden gittiğini öğrendim” dediğim anda gözlerimden yaşlar akmaya başladı. “Ali’yle görüştüğümüz son gece var ya hani siz bende kalmıştınız, o gece ben size günlüğümü okumuştum ya” diye devam ettiğimde “Evet” dedi Beril “Ali evden çıkarken bizim evin anahtarlarını almış. Bize şaka yapmak için geri gelecekmiş. Gelmiş de… Ama geldiği an, benim Ali’yle ilgili yazdığım kötü zamanları okuduğum zamana denk gelmiş. Duyduklarını okuduğumu anlamamış, ben öyle düşünüyorum sanıp çekmiş gitmiş” dediğimde “Nasıl ya?” dedi Efsun. “Öyle işte, Ali sadece basit bir yanlış anlama yüzünden gitmiş. Ben de yaşadığım bunca şeyi onun yanlış anlaması yüzünden yaşamışım. Eğer biraz daha bekleseymiş, bunların hiçbiri olmayacakmış” “İnanamıyorum ya, inanamıyorum! Gerçekten nasıl bu kadar aptal olabildiğini anlamıyorum” diye isyanı bastı Beril. “Ah Beril… Keşke benim düşündüğüm sebep gerçek olsaydı dedim bugün. İnanın, Murat’a inanıp da gitmiş olsaydı daha kötü olmazdım. Ama ben bu kadar acıyı sırf onun yanlış anlaması yüzünden yaşadım ya, ben bunu nasıl kaldıracağım bilmiyorum” deyip hıçkırıklara boğulunca ikisi de bana sarıldı. Öğleden sonranın da öncesinden farkı yoktu benim için, boş ve boş… Okuldan çıkıp yürümeye başladık kızlarla. Servise binmek istemeyince onlar da beni yalnız bırakmadılar. Beril annesini arayıp bende kalacağını söyledi. Efsun da aynı şekilde izin alıp bende kalacağını söyleyince her şey tamamdı. Ablamı aradım kızların geleceğini haber vermek için. “Efendim canım” diye açtı telefonu. “Abla, kızlar bizde kalacaklar bu gece, senin için sakıncası var mı?” “Hayda! Ne zaman sakıncası oldu ki?” “Ne bileyim, sorayım dedim” “Saçmalamasana Sinemis, gelsinler tabii. Hatta iyi bile oldu. Ben gelinlik provasına gideceğim. İşim uzayabilir, biliyorsun gelinlikçi karşı yakada. Çok geç olursa Arzu’da kalabilirim.” “Arzu kimdi?” “İş yerinden arkadaşım. Gelmeye çalışacağım ama uzarsa kalabilirim haberin olsun” “Tamam. Haberleşiriz” deyip telefonu kapadım. Birkaç adım attıktan sonra olduğum yerde durdum “Kızlar, bugün günlerden ne?” “Cuma” dediler ikisi tel bir ağızdan “Yani yarın oluk yok” “Ama dershane var” diyen Efsun’un ağzına terlik olsa vururdum “Aman, çalışkan kızımız. Kızlar, ben bu gece sızana kadar içmek istiyorum” dediğimde ikisi de ağzını inanılmaz kocaman açıp bana baktılar. “Delirdin herhalde” dedi Efsun şaşkınlıkla “Hayır, delirmedim. Ama bir şey yapmazsam delireceğim. İki seçeneğiniz var; ya o ilaçlardan uyuşana ve her şeyi unutana kadar içerim, ya da bir kerelik köküne kadar içerim” “Köküne kadar mı? Sinemis içine şeytan mı girdi senin?” “Öf! Dağıtmak istiyorum hayatımda bir kere. Ne olur uyuzluk etmesen” dedim suratımı asıp. Önce ikisi birbirlerine baktılar, sonra da Efsun “Tamam, madem dağıtmak istiyorsun dağıtırız kuzum. Sen yeter ki canını sıkma” dedi ve yürümeye devam ettik. Bir taksi çevirip bizim eve yakın olan alışveriş merkezinde indik. İçki ve çerez olarak ne bulduysak aldık ve eve geçtik. Gülçin muhtemelen gelmemişti. Ona da durumu anlatan kısa bir mesaj attım ve soru sormamasını da rica etmeyi unutmadım. Eve gedik. Benim odanın balkonuna hazırladık her şeyi. “Ablan gelirse ne diyecek?” diye soran Efsun’a gülümsedim “Merak etme büyük ihtimalle gelmeyecek. Ama gelse de sorun değil. Emin ol o da bu ilaçlardan avuç avuç içmem yerine sarhoş olmamı tercih eder” deyince onlar da güldüler. Gülçin geldiğinde sormak istediği bütün soruları beklettiği için fazlasıyla şişmişti. Daha eve girer girmez hemen konuşmaya başladı “Bu içki konusu nereden çıktı?” diye sorunca ona da aynı açıklamayı yaptım. Neyse ki uzatmadan ikna oldu. Kızlarla balkonda içip dertleşirken ablam aradı ve yarında karşı tarafta işleri olduğu için Arzu denen arkadaşında kalacağını söyledi. Buna sevinmiştim, çünkü Özgürce sarhoş olmak istiyordum. Saatlerce Ali’den bahsedip kızlara işkence yaptıktan sonra sarhoşluğun yüzde elli seviyesine ulaşmıştım. Ara ara ağlayıp, arada sinirlenip, sıkça da Ali diyerek yedi tane bira içmiştim. Saate baktığımda neredeyse iki olmuştu. Bense hala içmek istiyordum. Kızlar da çakır keyiftiler ama ben hepsinden beter durumdaydım. Zaten sarhoş olmaya dünden hazırdım. Bilincim yarı yarıya gitmişti. Belki daha da fazla…   Gülçin Sinemis içtikçe içiyor ve sürekli Ali’den bahsediyordu. Canı çok acıyordu ve buna dayanmaya çalışıyordu. Daha önce yaptığımız birkaç bira kaçamağı dışında içki içtiğini görmemiştim. Ama Ali onun huyunu suyunu da değiştirmişti. Saat epey geç olmuştu ama Sinemis hala içmek istiyordu. Rüzgârın kokusunu içine çeker gibi derin derin nefes alırken birden durdu. Bakışlarını dışarıda bir noktaya kilitledi. Sonra da yerinden kalktı. Kalktığı gibi sendeledi ama düşmeden, duvara tutarak yürümeye başladı. Arkasından “Nereye?” diye seslendim ama bana cevap vermedi. “Midesi bulandı sanırım” diyen Beril’in haklı olabileceğini düşünüp yerime oturdum yeniden. Ama duyduğum kapı sesiyle tekrar fırladım. Evden çıkmıştı. “Dışarı çıktı!” diye bağırınca kızlar da benimle birlikte panik olup kalktılar ve Sinemis’in peşine koştuk. Asansör aşağıya doğru indiği için biz merdivenlere yöneldik. Hepimiz alkol aldığımı için fazla hızlı inemiyorduk. Sonunda en alt kata geldiğimizde apartmandan çıkıp etrafa bakmaya başladık “Orada” diyen Efsun’un işaret ettiği yere bakınca Sinemis’in otoparka doğru yürüdüğünü gördük. Ve Sinemis tanıdık bir yere gidiyordu, Ali’nin arabasına… Koşarak peşinden yetiştiğimizde ikisi karşı karşıyaydı ve Sinemis Ali’ye bağırıyordu. “Sen ne yüzle geldin buraya!” diye sorarken Ali sadece ona bakıyordu. “Sana söylüyorum, neden geldin?” diye yeniden sorunca Ali bu kez cevap verdi “Dayanamadım” “Ah canım, kıyamam sana. Dayanamamışmışmış” dedi Sinemis. O kadar sarhoştu ki cümlelerini zor kontrol ediyordu. “Sen sarhoş musun?” “Sana ne!” “Sinemis, hadi sen eve geri dön. İyi görünmüyorsun” diyen Ali’ye “Gerçekten mi?” diye sordu alay eder gibi. “Sinemis” dedim arkasından ama bana da hışımla dönüp “Karışmayın!” diye bağırınca olduğumuz yerde kaldık. “Çok içmişsin Sinemis, kendinde değilsin” diyen Ali’ye daha çok sinirlendi Sinemis “Aptal! Benim kendimde olmamamın sebebi içtiğim içkiler değil sensin! Biranın kabahati yok! Senin yüzünden bu haldeyim” “Biliyorum” Hiçbir şey bildiğin yok senin!” “İnan bana biliyorum” “Ne biliyorsun Ali? Mesela nefes almanın bile bana eziyet olduğunu biliyor musun? Canımın nasıl acıdığını biliyor musun?” “Biliyorum” “Bilmiyorsun” “Biliyorum çünkü aynı şeyleri yaşıyorum ben de” “Aynı mı? Hayır, aynısı olamaz Ali? Sen bir kere bekâret kontrolü yaptırmadın ki. Hem sen aylarca kendini suçlayıp, kendinden iğrendin mi benim gibi” “İğrendim! Yanlış anladığım o sözleri duyduktan sonra yaşamak kolay mı oldu sanıyorsun sen? Benden bu kadar nefret etmene sebep olduğum için kendimden her gün nefret ettim. Her gün seni deli gibi özlerken sesinden bile mahrum kaldım ben! Ben de çok acı çektim Sinemis, inan şuanda daha da fazlalaştı ve beni her gün öldürüyor” derken Ali de ağlıyordu Sinemis gibi. “İnanmıyorum sana! Beni o kadar sevseydin bırakıp gitmezdin. Hem bunların önemi yok! Sen benim hayatımı mahvettin!” “Biliyorum! Yaşadıklarını unutman için ne istiyorsan yaparım. Git dersen giderim bir daha da dönmem. Ölmemi istiyorsan gider kendimi atarım bir yerden. İnan senin böyle acı çekerken görmekten daha zor olamaz ölüm bile” “Ölmek mi?” “Evet, sen istersen ölmeye bile hazırım” “Ölmeni istemiyorum ki” derken sesi alçalmıştı Sinemis’in. Bağırışlar yerini hıçkırıklara bıraktı ve dizlerinin üzerine yığıldı birden. “Ölmeni istemiyorum. Seni her şeye rağmen o kadar çok seviyorum ki, sana bir şey olursa ben de ölürüm. Ama seni affedemem Ali… Affedemiyorum! Olanları unutamıyorum, bir an bile aklımdan çıkaramıyorum, hiçbirini…” “Biliyorum, bunu istemeye de hakkım yok zaten” dedi Ali çaresizce. İkisinin hali içimi parçalara ayırmıştı. Kızlara baktım, onlar da benim gibi gözleri dolmuş olanları izliyorlardı. “Git Ali…” dedi Sinemis güçsüz çıkan sesiyle. Ali ise olduğu yerden kımıldamadan ona bakıyordu “Ali git!” diye avazı çıktığı kadar bağırdı bu kez. “Git! Gelme buraya bir daha! Karşıma çıkma Ali! Seni görmeye dayanamıyorum, seni gördükçe kalbim yerinden sökülüyor! Ne olur git ve gelme bir daha!” dediğinde Ali hiçbir şey söylemeden usulca Sinemis’e yaklaştı. Eğilip onu saçlarından öptükten sonra arabasına bindi ve uzaklaştı. Biz hemen Sinemis’in yanına girip onu yerden kaldırdık. O ise sürekli ağlıyordu. Onu eve çıkarıp odasına götürdük. Ben dolabından pijamalarını çıkarıp onu giyindirdim. Sonra da yatağını açıp çocuk gibi yatırdım onu. Kızlar salona geçtiler. Sinemis ise gözlerini kapadı ve sessizliğe büründü. Tam ışığı kapatacakken bana seslendi “Gülçin” dedi. O kadar masum görünüyordu ki, bu hali beni kahrediyordu “Efendim bir tanem” deyip yanına yaklaştım yeniden. “Canım acıyor, çok acıyor Gülçin” “Biliyorum canım” “Ben böyle nasıl yaşarım bilmiyorum. Nasıl dayanılır ki bu kadar acıya” derken kapalı olan gözlerinden yaşlar inmeye başladı “Biz senin yanında olacağız. Her zaman” dedim. Hali öylesine batıyordu ki canıma ben de ağlamama engel olamıyordum. “Gülçin” dedi yine. “Geçer mi bu acı?” “Geçer bir tanem, bir gün mutlaka geçer” dedim saçlarını okşarken. Başka bir şey söylemedi. Biraz daha yanında kaldım. Nefesi giderek derinleşti ve sonunda uykuya daldı. Ona bakıp çocukluğumuzdan bu yana olanları düşündüm. O her zaman benim yanımdaydı, birlikte büyümüştük biz. Bir ailesini kaybettiğinde, bir de şimdi bu kadar canının yandığını görüyordum. En acı tarafı ise, daha önce de şimdi de elimden bir şey gelmiyordu. Ve ben kahroluyordum…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD