Seda, odasının loş ışığında, büyük pencereden dışarıyı izlerken elindeki kadehi yavaşça çeviriyordu. Dışarıda hayat akıp gidiyordu ama o, günlerdir evinden çıkmamıştı. Telefonuna gelen aramaları açmıyor, mesajlara cevap vermiyor, aynaya bile bakmıyordu. İbrahim’in söyledikleri hâlâ kulaklarında yankılanıyordu.
**"Bu ilişkiyi bitirmek istiyorum."**
İbrahim’in başka kadınlarla ilişkisi olmuştu, bunu biliyordu. Ama o hiçbir zaman kendisini böyle açıkça silip atmamıştı. Her seferinde bir şekilde geri dönmüştü, ya da Seda onu geri döndürmeyi başarmıştı. Ama bu sefer… bu sefer farklıydı.
**"Ben evlendim."**
Bu iki kelime, midesine yumruk yemiş gibi hissettirmişti ona. İbrahim’in bir gün onunla evleneceğini hiç beklememişti. Onun evlilik gibi bir şeye inanmadığını biliyordu. Ama bir başkasıyla… Hem de böyle aniden… İşte bu, gururunu paramparça etmişti.
Kadehi masaya sertçe bıraktı. Sinirle ayağa kalktı ve odada volta atmaya başladı. Düşünmesi gerekiyordu. Bir şey yapması gerekiyordu. Öylece oturup bu aşağılanmayı kabullenemezdi.
Ne yapabilirdi? İbrahim’in işini mi sabote etmeliydi? Hayır, onun iş dünyasında zaten düşmanı çoktu, bu onu fazla etkilemezdi. Para mı? Seda’nın paraya ihtiyacı yoktu ve İbrahim’in parayı umursamayacağını biliyordu. Onu gerçekten sarsacak bir şey yapmalıydı. Onu derinden vurmalıydı.
Bir an duraksadı.
Gözleri kısıldı.
Karısı.
Evet… Onu asıl incitecek şey, o kadındı.
İbrahim’in bir başkasıyla evlenmesi demek, o kadının hayatına tamamen girdiği anlamına geliyordu. Seda, kim olduğunu bile bilmiyordu ama önemli değildi. O kadın, şimdi İbrahim’in hayatının bir parçasıydı ve Seda onun hayatını mahvedebilirdi.
Dudaklarına sinsi bir gülümseme yerleşti.
Peki nasıl?
Bir süre düşünerek pencerenin önüne geçti. Aşağıda insanlar koşuşturuyordu, herkes kendi hayatına dalmıştı. Ama Seda’nın aklı tek bir şeydeydi: İntikam.
Sonra… birden aklına bir fikir geldi.
Öyle bir şey yapmalıydı ki, İbrahim’in düzeni sarsılmalıydı. Onu sinirlendirecek, dengesini bozacak, ama aynı zamanda ellerini de bağlayacak bir şey…
Bir an durdu.
Gözleri parladı.
Hamileyim.
Evet.
İşte bu.
Mükemmel bir fikir diye düşündü.
Eğer İbrahim’in karısına gidip ondan hamile olduğunu söylerse, işler bir anda karışırdı. O kadın, İbrahim’e güvenmeyi bırakır, evlilikleri daha başlamadan sarsılırdı. Seda’nın hamile olmadığı elbette bir süre sonra ortaya çıkardı, ama o zamana kadar ortalığı yakıp yıkmak için yeterince zaman olurdu.
Kendi kendine gülümsedi.
İbrahim, onu yok sayamazdı. Hele de böyle bir yalanı duyunca…
Sakinleşmeye başladı. İlk defa, günlerdir içini kemiren öfkenin biraz yatıştığını hissetti. Bu, harika bir plandı. Yapması gereken tek şey, o kadını bulmak ve onunla konuşmaktı.
Ama önce… İbrahim’in gerçekten evlendiğinden emin olmalıydı.
Telefonunu aldı ve birkaç tuşa bastı. İbrahim’in bazı eski çalışanlarıyla hâlâ bağlantısı vardı. Birkaç dakika içinde ihtiyacı olan bilgiyi almıştı.
Evet… İbrahim gerçekten evlenmişti.
Bunu öğrendiğinde, içinde tarifsiz bir kıskançlık hissetti. O kadın… İbrahim’in yanında, onun istediği adamla birlikteydi.
Bu, kabul edilemezdi.
Seda derin bir nefes aldı ve mutfağa yöneldi. Kendine bir kahve yaptı, ağır ağır içti. Planını gözden geçirdi.
Yarın sabah İbrahim’in evini ve yeni karısını bulacaktı. Ve ona, kocasının eski sevgilisi olarak değil, çocuğunun annesi olarak kendini tanıtacaktı.
...
İbrahim, sabah kahvaltısını bitirirken saate göz attı. İşe gitme vakti gelmişti. Mihriban Hanım, sofrayı toplaması için Fatma’ya kısa talimatlar verirken, Simya sessizce çayını içiyordu.
“Yusuf geldi mi?” diye sordu İbrahim, elindeki peçeteyi masaya bırakarak.
“Bahçede bekliyor,” dedi Fatma, mutfaktan seslenerek.
İbrahim, sandalyesini geriye çekip ayağa kalktı. “Ben çıkıyorum,” dedi Mihriban Hanım’a doğru. Kadıncağız başını kaldırıp oğluna baktı.
“Hayırlı işler oğlum.”
İbrahim, annesinin elini öpüp başına koyduktan sonra Simya’ya kısa bir bakış attı. Genç kız, gözlerini kaçırarak başını eğdi. O hâlâ buraya, bu eve, bu yaşama alışmaya çalışıyordu.
Dışarı çıktığında, Yusuf arabayı konağın kapısına kadar yanaştırmıştı. Kapıyı açıp bindi ve Yusuf sessizce direksiyona geçerek yola koyuldular.
İbrahim, düşünceliydi. Camdan dışarı bakarken derin bir nefes aldı. Onun için bugünün sıradan bir iş günü olacağını sanıyordu. Oysa, birkaç saat sonra konağın kapısını çalan bir kadın, bütün düzenlerini sarsmak üzereydi.
---
Fatma, ocağın altını kapatıp ellerini kurularken, dış kapının zili çaldı. Hafifçe kaşlarını çattı. Bu saatte kim gelebilirdi ki? Mihriban Hanım’ın bir misafiri olsaydı, önceden haber verirdi.
Elindeki bezi bırakıp kapıya doğru yürüdü. Kapıyı açtığında, karşısında son derece özenli giyinmiş, kendinden emin duruşuyla çeken bir kadın vardı. Koyu renk dalgalı kızıl saçları omuzlarından aşağı dökülmüş, yüzünde hafif bir makyaj vardı. Bakışlarıysa, konaktaki her detayı dikkatle süzüyordu.
Fatma, kapının eşiğinde durarak hafifçe başını eğdi. “Buyurun, kime bakmıştınız?”
Kadın, derin bir nefes alıp dudaklarını oynattı. “İbrahim’in annesini ve eşini görmeye geldim.”
Fatma’nın kaşları istemsizce kalktı. Bu kadın kimdi ve neden böyle direkt konuşuyordu?
Bir an tereddüt etti ama sonra kapıyı biraz daha açarak “Buyurun içeri,” dedi.
Seda, dimdik duruşuyla içeri adım attı. Konağın geniş ve ferah salonuna yönlendirilirken, etrafına göz gezdirdi. Her şey tam da İbrahim’in zevkine uygundu. Ağır mobilyalar, gösterişli fakat abartıya kaçmayan dekorasyon… Evet, burası kesinlikle onun evidi.
Fatma, hızla mutfağa giderek Mihriban Hanım’ı buldu. “Hanımım, bir hanımefendi geldi. İbrahim Bey’in annesi ve eşiyle görüşmek istediğini söyledi.”
Mihriban Hanım, kaşlarını hafifçe çattı. “Kimmiş?”
“Bilmiyorum. Ama tavırları… bir değişik.”
Mihriban Hanım bir an düşündü. Sonra başını sallayarak salonun yolunu tuttu. Fatma da dönüp Simya’ya haber verdi.
“Simya, bir kadın sizi ve Mihriban Hanım’ı görmek istedi. Şimdi salonda,” dedi.
Simya şaşkınlıkla başını kaldırdı. “Ben mi?”
“Evet.”
Genç kız istemeye istemeye ayağa kalktı. Ayaklarını sürüyerek salona yöneldi. İçeri girdiklerinde, Seda çoktan kanepeye oturmuştu. Salona giren kadını görünce hemen ayağa kalktı. Mihriban Hanım, ona ölçülü bir tavırla başını eğerek selam verdi.
“Evimize hoş geldiniz, kimsiniz ve neden geldiniz?” diye sordu nazik ama mesafeli bir şekilde.
Seda, kadının duruşundan ve yüzündeki ciddiyetten, onun İbrahim’in annesi olduğunu hemen anladı. Dimdik karşısında duruyordu. Güçlü bir kadın olduğu her halinden belliydi.
Tam o sırada, salona başka biri daha girdi. Seda başını çevirdi ve içeri giren genç kızı gördü.
Sade, ince yapılı, sessiz bir kız. Büyükçe bir koltuğa çekingen bir şekilde ilişti. Yüzünde bir çocuk saflığı vardı. Omuzlarına dökülen saçları ve yaşına göre fazla masum görünen yüzüyle, Seda için oldukça şaşırtıcı bir görüntüydü.
İçinde garip bir his uyandı.
Bu kız… Kimdi?
“Gelininiz yok galiba?” dedi Seda, merakını gizleyerek. Simya'yı Mihriban Hanım’ın kızı sanmıştı.
Mihriban Hanım, yüzünde beliren belli belirsiz bir buruşmayla burnuyla Simya’yı işaret etti. “O da burada.”
Seda, gözlerini kıstı.
Sonra tekrar Simya’ya baktı.
Şaşkınlıktan dili tutulmuştu.
Bu… Bu kız mıydı?
Gördüğü şey, beklediğinden çok farklıydı. İbrahim gibi bir adamın evleneceği kadın, güçlü, alımlı, kendinden emin biri olmalıydı. Ama karşısındaki, neredeyse bir çocuktu! Küçük, narin bir kız…
Şok olmuş bir şekilde Simya’ya baktı. Genç kız, yere doğru bakıyordu. Sanki orada olmayı istemiyormuş gibi.
Seda, düşüncelerini toparlamaya çalıştı. İçini aniden bir kıskançlık ve öfke dalgası kapladı. İbrahim, onu bırakıp… bu kızla mı evlenmişti?
Ve Seda birden, bu durumu kendi lehine çevirebileceğini fark etti.
Birdenbire yüzüne yapmacık bir gülümseme yerleştirdi.
“Sizinle konuşmak için geldim,” dedi yumuşak ama imalı bir sesle. “Sanırım söylemem gereken çok önemli bir şey var.”