Büyük Tuzak

861 Words
Sinan, Mardin’in tozlu sokaklarına adım attığında, içinde tarifsiz bir ağırlık hissediyordu. Yıllar sonra, doğduğu topraklara geri dönmek zorunda kalmıştı. Amcası ona karşı gelmesi mümkün olmayan açık bir emir vermişti: “Babanın intikamı alınacak!” Ona göre, bu sadece bir görev değildi. Bu, kanına ve aşiretine olan borcuydu. Sinan, okumak için Mardin’den ayrıldığı günden beri, bu toprakların kanlı yasalarından uzaktaydı. Ama şimdi geri dönmüştü ve babasının kanını yerde bırakmaması gerekiyordu. İlk iş olarak, babasının ölümüne sebep olan adamı bulmalıydı. İbrahim... Büyük bir aşiretin ağası... Amcası ondan bahsederken bile dişlerini sıkarak konuşuyordu. “O herifi yaşatmayacaksın Sinan!” demişti. “Babanın kanı yerde kalmayacak.” Sinan, Mardin’e adımını atar atmaz İbrahim'i araştırmaya başlamıştı. Ancak bir şey dikkatini çekti; İbrahim, sadece onun değil, başka birinin daha hedefindeydi. Ve o kişi, hiç de uzakta değildi. ... Bir gece, eski ve tenha bir kahvenin köşesinde oturmuş çay içerken, içeriye topallayarak giren bir adam gördü. Adamın yürüyüşü bozuktu, ama gözlerinde korkunç bir öfke vardı. İsa… Onun hakkında çok şey duymuştu. İsa da İbrahim’in kanlısıydı. Kasığında aldığı bıçak darbesinden sonra, bir daha asla eskisi gibi yürüyemediği söyleniyordu. Sinan, dikkatle İsa’nın hareketlerini izledi. Adam, kahvenin en uzak köşesine geçti, önüne sıcak çay konduğunda bir yudum aldı. Sinan biraz bekledikten sonra dikkatlice yanına doğru yürüdü. “Müsaade var mı?” diye sordu. İsa, başını kaldırdı. Gözleri kısıldı, onu tanımaya çalışıyordu. “Sen de kimsin?” Sinan, yüzüne belli belirsiz bir gülümseme yerleştirerek oturdu. “Beni tanımıyor olabilirsin,” dedi. “Ama düşmanımız ortak” Derin bir nefes alıp "İbrahim" dedi. Bu tek kelime tüm açıklamalara bedeldi. İsa, ona daha dikkatlice baktı. Sinan’ın yüz hatlarında tanıdık bir şeyler vardı, ama çıkaramıyordu. “Kimsin sen?” Sinan bir an duraksadı. Sonra, hafifçe arkaya yaslanarak, “Adım Sinan,” dedi. “Ve İbrahim'in seni öldürmeye çalışırken yanlışlıkla öldürdüğü adamın oğluyum.” İsa’nın yüzü bir an dondu. Sonra gülümsedi. “Demek babanın intikamı için buradasın…” Sinan başını salladı. “Evet. Ve görüyorum ki sen de aynı adamı öldürmek istiyorsun.” İsa çayından bir yudum daha aldı, sonra bardağı sertçe masaya koydu. “İbrahim benden bir şey aldı,” dedi sertçe. “Ona borcumu ödetmek istiyorum.” Sinan, gözlerini kısıp onu süzdü. “Babanın intikamını alacakken, İbrahim’in karşısında tek başıma durmak istemem. Eğer ikimiz bir olursak istediğimizi elde etmesi kolay olur. Ne dersin?” İsa, başını hafifçe yana eğerek düşündü. Sonra, sinsi bir gülümseme dudaklarına yayıldı. “Güzel,” dedi. “O zaman birlikte çalışacağız.” Ve o gece, kahvenin o karanlık köşesinde, iki adam kanla yazılmış bir anlaşma yaptı. ... Sinan ve İsa, o gece hanın köşesinde anlaşmalarından sonra, düzenli olarak buluşup planlarını şekillendirmeye başladılar. İlk başta, en bariz olanı düşündüler: İbrahim’i doğrudan ortadan kaldırmak. Ancak, zamanla fark ettiler ki bu iş göründüğünden çok daha zordu. İbrahim, sıradan biri değildi. Konağında ve çevresinde onu koruyan adamları vardı. Nereye gitse gölgeler gibi peşindeydiler. İş yerinde, sokakta, hatta şantiyede bile her an tetikteydiler. Onun etrafındaki bu koruma kalkanını aşmak neredeyse imkânsızdı. Ayrıca korumaları ve etrafındaki insanları aşsalar bile, İbrahim ikisini de alt edebilecek kadar güçlü ve iriydi. Sonuç olarak Sinan hala 16-17'sinde genç bir çocuktu, İsa ise sakattı. İsa bir gece, hanın arka odasında Sinan’ın karşısına oturmuş, sıkıntıyla alnını ovalarken, “Bu iş böyle olmayacak,” dedi. “Her an tetikte olan adamı nasıl yakalayacağız? Konaktan dışarı çıktığında bile en az iki adamı yanında oluyor.” Sinan, elindeki bardağı masaya koyarak düşündü. “Demek ki onun bize gelmesini sağlamalıyız,” dedi. “Bize gelecek. Kendi ayaklarıyla, hiç şüphe duymadan gelecek.” İsa kaşlarını çattı. “Nasıl yapacağız bunu?” Sinan, hafifçe başını kaldırıp şeytani bir gülümsemeyle baktı. “Ona en değerli şeyini alarak.” İsa bir an duraksadı. “Ne demek istiyorsun?” Sinan, sesi son derece sakin bir tonda, “Simya’yı kaçıracağız,” dedi. İsa, bu cümleyi duyunca önce şaşırdı, sonra yüzüne sinsice bir gülümseme yayıldı. “Onu karısını kurtarmak için kendi ayağıyla tuzağa çekeceğiz.” Sinan başını salladı. “Evet. Karısını kaçırdığımızı duyduğunda, ne olursa olsun onurunu kurtarmak için bize gelecektir. O noktada, istediğimiz gibi davranabiliriz.” İsa düşündü. Sinan haklıydı. İbrahim’in en büyük zaafı onuru ve gururuydu. Onun gibi adamlar, onurlarına leke sürülmesine dayanamazlardı. Hele ki bir adamın karısını kaçırmak, ona yapılabilecek en büyük hakaretlerden biriydi. “Bunu nasıl yapacağız?” diye sordu İsa. “Konağa girmek mümkün değil. Adamları her yerde.” Sinan gözlerini kıstı. “Bu konuda bir fikrim var.” *** O günden sonra, Sinan ve İsa planlarını detaylandırmaya başladılar. Sinan, konağın etrafındaki hareketleri izlemeye koyuldu. Simya’nın ne zaman dışarı çıktığını, nereye gittiğini, yanında kimlerin olduğunu dikkatle gözlemledi. Birkaç gün içinde, önemli bir bilgiler edindi. Simya, her hafta aynı gün konağın yakınındaki çarşıya gidiyordu. Yanında genellikle iki hizmetçi oluyordu, ama onlar da çoğu zaman dükkanın önünde bekliyor, içeri yalnız giriyordu. Bu, mükemmel fırsattı. İsa ile tekrar buluştuğunda, “Simya her hafta çarşıya gidiyor,” dedi. “Yanında kimse olmuyor. İşte o gün onu alacağız.” İsa başını salladı. “Peki, sonra?” Sinan gözlerini kıstı. “Öyle bir yere götüreceğiz ki, İbrahim’in onu bulabilmesi için bizim şartlarımızı kabul edip bize gelmesi gerekecek. Kendi ayağıyla bize gelecek. İşte o zaman da onun için hazırladığımız tuzak kapanacak.” İsa’nın yüzüne hain bir gülümseme yayıldı. “İşte şimdi planımız hazır,” dedi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD