Kan Davası

927 Words
İbrahim, sabahın erken saatlerinde gözlerini açtı. Yatakta ilk birkaç saniye nerede olduğunu kavrayamadı. Sonra, yanında düzenli nefes alıp veren Simya'nın varlığını fark etti. Uzun zamandan sonra ilk kez kendi yatağında uyumuştu ve vücudu bunun farkına varıyordu. Kasları rahatlamış, uykusuz gecelerin ağırlığı üzerindeki yükünü hafifletmişti. Yavaşça doğrulup yatağın kenarına oturdu, geniş omuzları sabahın loş ışığında daha da belirginleşmişti. Sessizce yerinden kalktı, güçlü kolları ve iri gövdesiyle yatağın yanından çekilip banyoya yöneldi. Soğuk suyu yüzüne çarptığında, keskin hatları daha da belirginleşti. Aynada kendine baktığında, uykusunu almış olmanın getirdiği dinginliği fark etti. Ama içinde bir gerginlik vardı. Her zaman olduğu gibi… Sessizce hazırlanırken, geniş göğsünü saran beyaz gömleğini düğmelemeye başladı. Kaslı kolları her hareketinde gömleğin kumaşını zorlayarak şekillendiriyordu. Ceketini omzuna attığında, koyu renkli pantolonu uzun bacaklarını ve atletik yapısını daha da belirginleştiriyordu. Simya hâlâ uyuyordu. Onu rahatsız etmeden odadan çıktı ve ağır adımlarla merdivenlerden aşağı indi. Konağın sabah sessizliği içinde yürürken, Yusuf’u fark etti. Ona hafifçe başıyla işaret etti. “Dün dediğim işi hallet. Ben bugün işe biraz geç gideceğim.” Yusuf başını salladı. “Tamamdır, ağam.” İbrahim, kararlı adımlarla yemek salonuna yöneldi. Sabah ışıkları geniş omuzlarını ve güçlü duruşunu daha da etkileyici kılıyordu. Masaya yaklaştığında, kahvesini aldı ve bir yudum içti. O sırada, hafif ayak sesleri duyuldu. Simya… Küçük, zarif adımlarla masaya yaklaştı ve yerine oturdu. Uykunun getirdiği o hafif mahmurluk hâlâ yüzündeydi, ama gözleri uyanıktı. İbrahim bir an için ona baktı. Simya’nın masum güzelliği, duruluğu ve doğal çekiciliği gözlerine takıldı. Uzun, koyu kirpikleri hâlâ biraz uykulu gözlerinin üzerinde hafifçe titriyordu. Ama İbrahim kendini hızla toparladı. Bunu düşünemezdi. Bunu düşünmemeliydi. Gözlerini ondan kaçırarak, kısa ve net bir şekilde konuştu. **“Ben çıkıyorum.”** Annesi ona döndü, gözlerinde hafif bir soru işareti vardı. “Çarşıda biraz işim var.”dedi, daha fazla ayrıntıya girmeden. Sonra, güçlü adımlarla konaktan çıktı. Sabah güneşi, kaslı vücudunu altın rengine boyarken, sert hatlı yüzüne keskin bir ifade yerleşti. Çekiciliği her zamanki gibi kaçınılmazdı. Ama aklındaki karmaşıklık, yüzündeki soğuk ifadeyi daha da belirginleştiriyordu. İbrahim, ne yapması gerektiğini biliyordu. Ve bugün, o işi halledecekti. ... İbrahim, çarşının tozlu yollarında ağır adımlarla ilerlerken gözleri her zamanki sertliğiyle etrafı süzüyordu. Üzerindeki koyu renkli ceket, geniş omuzlarını ve kaslı vücudunu daha da belirginleştiriyordu. İnsanlar ona saygıyla selam veriyor, ama göz göze gelmekten kaçınıyorlardı. Çünkü İbrahim’in bakışları, fırtına öncesi bir gökyüzü kadar kasvetliydi. Büyük kahveye vardığında, içeride hafif bir uğultu vardı. Masalarda oturan adamlar, çaylarını yudumlayıp derin sohbetler ediyorlardı. İbrahim’in içeri girişiyle ortam bir an sessizleşti. Herkes onun adımlarını duydu, varlığının ağırlığını hissetti. Gözü, köşede oturan orta yaşlı bir adamı buldu. Adam, yüzünde yılların yorgunluğu ve bilginin ağırlığını taşıyan biri gibi oturuyordu. İbrahim yanına ilerledi, adam saygıyla doğrulup ona yer açtı. “Hoş geldin, İbrahim Ağam.” dedi, sesi dikkatli ve ölçülüydü. İbrahim hafifçe başını salladı, yüzünde gergin bir ifade vardı. “Hoş bulduk, hoş bulduk.” dedi, sesi her zamanki gibi derindi ama içinde saklı bir öfke taşıyordu. Ağır hareketlerle sandalyeye oturdu, ama rahatlamadı. Sandalyenin ucuna ilişti, ayakları her an kalkmaya hazır gibiydi. Gözlerini adamın gözlerine dikti. “Duyduğum haber doğru mu?” Adam, temkinli bir ifadeyle çayından bir yudum aldı. “Ne duyduğuna bağlı, ağam.” dedi, sesi sakin ama ihtiyatlıydı. İbrahim’in gözlerindeki alev daha da parladı. Parmakları masanın tahtasında sertçe gezindi, sonra durdu. “Kanlım İsa.” dedi, dişlerinin arasından çıkan bir tıslama gibi. “Mardin’e geri dönmüş mü?” İsa… Adını anmak bile kanını kaynatıyordu. O adam, geçen aylarda kendi elleriyle öldürmek üzere olduğu kişiydi. Ama işler ters gitmiş, tetiği çektiği an kurşun sekmiş ve Simya’nın babasını vurmuştu. O günden beri, İsa ortadan kaybolmuştu. Kaçmıştı. Ama şimdi, aldığı habere göre geri dönmüştü. Eğer gerçekten döndüyse, bu ona, açık bir meydan okumaydı. Ve İbrahim, bu meydan okumayı kabul etmeye çoktan hazırdı. Adam, temkinli bir yüz ifadesiyle biraz daha İbrahim’e doğru eğildi. Gözleri çevrede kimsenin onları dinleyip dinlemediğini yoklarken, sesi alçak ama net çıktı. "Benden duymuş olma ağam ama... doğru." Bu kelimeler, İbrahim’in içinde patlayan bir barut gibi oldu. Öfkesi, yıllardır küllenmiş gibi duran ama en küçük bir kıvılcımla yeniden alev alacak kadar güçlü olan intikam duygusunu besliyordu. Yumruklarını masaya koydu, gözleri ileriye bakarken bile zihni geçmişe kaymıştı. İsa... Bu isim, İbrahim’in hafızasında en karanlık anılarla yer etmişti. Yıllar önce… Henüz bıyıkları yeni terleyen genç çocukken, babasıyla birlikte konakta oturuyordu. Babası, bölgenin en saygın ve en korkulan adamlarından biriydi. Adı, Mardin’in her köşesinde saygıyla anılırdı. Ama bir düşmanı vardı. Karşı aşiretin başının belası olan, o zamanlar İbrahim’le yaşıt olan İsa. Ve bir gün... Bir gün, her şey değişmişti. İsa, kahpece, sinsice gelip babasına kurşun sıkmıştı. Üstelik İbrahim’in gözlerinin önünde… Babasının güçlü bedeni yere yığılırken, İsa korkak adımlarla kaçmıştı. Kaçarken bile yüzünde alaycı bir ifade vardı. Onun için bu sadece bir oyun gibiydi. Bir kan davası, bir güç gösterisi… Ama İbrahim için bu, her şeyin sonuydu. O gün, çocukluğunu kaybetti. O gün, vicdanını gömdü. Babası toprağa verildiğinde, yemin etti. İsa’nın canını alacaktı. Aynı onun babasının canını aldığı gibi, tek bir an bile gözünü kırpmadan, tereddüt etmeden onu öldürecekti. Ama o zamanlar İbrahim de küçüktü. Sonunda, İsa yakalandı. Ama yaşı küçük olduğu için sadece birkaç yıl hapis yatıp serbest kaldı. İşte o günden beri, İbrahim onun peşindeydi. İsa ise hep kaçtı. Mardin’de bir gün bile duramadı. O gün kaçtığı gibi hep kaçtı. Ta ki şimdiye kadar. İbrahim masaya sertçe vurdu. Kahvedekiler irkilip ona döndüler ama kimse bir şey demedi. Çünkü herkes onun davasını biliyordu. Başını kaldırdı ve karşısındaki adama sordu. "Nerede?" Adam, boğazını temizleyerek cevap verdi. "Tam olarak bilmiyorum ağam. Ama şehirde olduğu kesin. Eski yerlerde dolandığını duydum." İbrahim, gözlerini kıstı. İsa, tekrar buralarda dolanıyordu. Bu bir meydan okumaydı. Ve İbrahim, bu meydan okumayı kabul etmeye çoktan hazırdı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD