1. Bölüm

1165 Words
 Her insan kocaman bir şehirdir bence. Yağmurları, soğukları ve aynı zamanda güneşin bütün renklerini kuşatan koca bir şehir. Bazen öfkeli şimşekleri bazen de gökkuşağının en güzel tonunu sarıp sarmalayan bir şehir…        Ben İstanbul’dum o zaman. Kocaman kalabalıkların içinde yalnızlığı tercih eden herhangi bir semti bile olabilirdim. Huzurun en güzeli de benimleydi, öfkenin en koyusu da.      Bunları düşünürken yanımdaki üç valize ve bir el çantasına kayıyor gözüm. İnsanlar diye mırıldanıyorum duyulamayan bir sesle.” Bütün hayatlarını nasıl sığdırıyor bu valizlere. Bütün öfkeleri, mutlulukları, pişmanlıkları ve en önemlisi geride bırakılanların hatıraları nasıl sığıyor bu küçücük şeylere” ?      Titreyen elimle zile basıyorum. Sadece on saniye sonra Jale teyzemin üstüme çullamasıyla-sarılma demiyorum. Çünkü bu bildiğin çullanma- evin önünde geriye doğru sendeliyorum. -Düşüyorum teyze yavaş ol biraz. Diyorum teyzemin dikkatini bana vermiş olduğunu umarak.       Teyzem beni içeri sürüklerken kafamla valizleri işaret ediyorum. Oda bunu görmüş olacak ki bana dönüp enişten halleder diye fısıldıyor göz kırparak. Tam o sırada mutfaktan elini havluya silen eniştem geliyor. -Zeynep valla o ülkede kalacaksın artık diye korkmaya başlamıştım. Diyerek sarılıyor bana. -Duydum ki biber dolması harika olan bir eniştem varmış. E bu fırsat kaçar mı, bindim geldim hemen. Diyorum bende ona sarılırken.          Teyzeme dönüp: -O nerde? Diyorum nerdeyse fısıldayarak. Teyzemse benden belki bir tık yüksek olan sesiyle cevap veriyor bana. -Merdivenleri çık. Soldan ikinci kapı onun odası. İlk oda da senin ki zaten.        Kafamı sallayıp merdivenlere yöneliyorum yavaşça. Sırtımda ne yapacağımı izleyen iki göze inat bozmuyorum dik duruşumu. Odanın önüne geldiğimde derin bir nefes alıyorum önce. Fönlenmiş saçlarımı sağ omzuma atıp kapıyı çalıyorum içerden bir cevap gelmeyeceğini bilerek.       Yüzümü yerden kaldırmadan içeriye girip, kapıyı da kapatıyorum. Odaya bakmadan pencereden dışarıyı seyreden tekerlekli sandalyesindeki kadının sırtını izliyorum. Yavaşça yaklaşıp sandalyenin önüne çökünce uzun zamandır görmediğim yüze dikiyorum gözlerimi. Saçlarında ki aklara bakıyorum önce, gözlerinin yanında ki kırışıklara dokunurken fısıldıyorum: -Anne.    Donuk göz bebeklerine bakarken anlıyorum yine cevap alamayacağımı. Konuşmaktan vazgeçmeyeceğim yine de. Kucağındaki elleri tutup sıkıca öperken devam ediyorum: -Bak ben geldim anne. Kuzun geldi. Söz veriyorum gitmeyeceğim bir daha.      Öpücüklerim yüzüne yönelirken onun beni sarmayan kollarına inat bütün özlemimle sarılıyorum ona. Konuşmuyor annem. On beş yıldır tek kelime etmiyor hiç birimize. Sarılmıyor artık bana. Bir kere bile öfkelenmiyor hatalarıma karşı. İnsan annesinin ona kızmasını özler mi hiç? Deli gibi özlüyorsun işte. Sessizlik annemin tercihi doktorlara göre. Kendini hazır hissettiği an hem konuşup hem de yürüyebilecek. Sadece istemiyor henüz. Böyle diyor hepsi. -On beş yıl az bir zaman mı? Diyorum kendi kendime annemin alnını öperken. Küçücük bir kızdım ben o zaman oyuncakları, şekerleri ve güzel gülümsemeleri olan. Şimdi elinde öfkeden ve yalnızlıktan başka bir şeyi olmayan koca bir kadınım. -Çok zaman kaybettik anne ama merak etme hepsini telafi edeceğiz. Diyorum kulağına doğru.     Annemin üzerinde ki battaniyeyi düzeltip bir kere daha öpüyorum onu ve kapıya yöneliyorum. Annemi arkamda bırakır bırakmaz tutmaya yemin ettiğim gözyaşlarım teker teker süzülüyor yanaklarımdan. Hızla siliyorum ve koşar adım iniyorum merdivenlerden. Teyzem mutfaktan çıkıp: -Hadi gel hazır kahvaltı. Karnını bir doyur dinlenirsin sonra. Diyor gülümseyerek. -Yok, teyzecim bir saat sonra bir görüşmem var. İlk günden geç kalmayayım şimdi. Diyorum ama teyzem lafımın devamını getirmeme izin vermeden kesiyor sözümü. -Öyle şey mi olurmuş dinlenmeden. Aç karnına öyle. -Valla çok uzun sürmez. Gelirim hemen deyip valizime koşuyorum cevabını beklemeden. Valizin üstündeki takım elbisemi alıp teyzemin gösterdiği arka odada giyiniyorum hemen. Saçlarımı sıkıca toplayıp evden çıkıyorum.      Gelen ilk taksiye elimdeki adresi uzatıyorum ve acelemin olduğunu da ekliyorum. -Merak etme sen abla. Geç kalmayız Allah’ın izniyle. Diyor beni şaşırtacak derecede ona yakışan sert bir şiveyle.    Yol boyunca türkülerden oluşan mini bir konser bile alıyorum şoförümden. Paranın üstünü almıyorum bu yüzden beni indirdiğinde.     Taksi gidince önünde durduğum nerdeyse tamamen siyah camlardan oluşan büyük ve gösterişli binaya bakıyorum. Heybeti beni şaşırtan binada tek bir hareket çarpmıyor göze. Gözlerimi girişe dikerken kendi sesim kulağıma fısıldıyor sanki: -Bu kapıdan adımını attığın an geri dönemezsin. Hiçbir pişmanlık vazgeçmene neden olamaz. Vicdanın tamamen kör kuyulara atılır. Ve sen onu duysan da yardım edemezsin çıkması için. Şimdi girmeden önce bir kere daha düşün “yapabilecek misin”?     İç sesime cevap vermek yerine sert adımlarımla kapıdan giriyorum. Dışarıdan görünenin aksine burası mahşer yeri gibi. Elinde kalın dosyalarıyla gülümsemeden hızlı adımlarla sağa sola yürüyorlar. Danışmaya yaklaşıp sekretere Ahmet Bey’in odasını soruyorum. Kadın kafasını kaldırıp süzerken bende aynısını ona yapıyorum. Kısa yani sadece bir karış uzunluğundaki siyah kalem eteğini, koyu kırmızı dekoltesi nerdeyse göbeğine kadar inen dar kesim bluzuyla tamamlamış. Saçları kızıl ve kısa düz bir kesim şeklinde omzunun hemen üstünde bitiyor. Ben tam yüzünü incelemeye başlarken: -Randevunuz var mı? Diye soruyor olmasını istemediği belli olan bir sesle. -Randevuya gerek yok. Yeni avukatım ben ve Ahmet Bey geleceğimi biliyor zaten. Odasının yerini söylemeniz yeterli. Diyorum     Hayal kırıklığıyla yüzüme bakıp “Zeynep Hanım” deyince kafa sallamakla yetiniyorum. On üçüncü katta soldan birinci oda ismi yazıyor zaten cümlelerini de aynı hayal kırıklığıyla söylüyor.    Asansöre yönelirken dışardaki soğuk havaya rağmen içerisinin boğucu havasına katlanamayarak ceketimi çıkarıp koluma asıyorum yine aynı kolumdaki dosyaları da kata varana kadar inceleme fırsatı buluyorum. Kata geldiğimizi belli eden sesle kafamı dosyalardan kaldırmadan attığım ikinci adımla beraber sert bir şeyin bana çarptığını ve aynı anda göğsümden karnıma doğru soğuk bir sıvının aktığını hissediyorum.     Kafamı kaldırıp kelimenin tam anlamıyla kocaman sırıtan zümrüt yeşili gözlerini üzerimde gezdiren bir adamla göz göze geliyorum. O sırıtmasını büyütürken dosyalarıma da aynı sarı sıvının bulaştığını görüyorum ve öfkeyle: -Tam olarak komik olan yeri söylerseniz bende eşlik edeyim size. Tek başına sırıtan bir adam çok hoş karşılanmaz buralarda malum.     Büyük bir şaşkınlığın izleri dans ediyor adamın yüzünde. Ben ise çantamdan aldığım peçeteyle dosyaları silmeye çalışıyorum. -Pardon. Görmedim seni. Diyor buram buram ukalalık kokan sesiyle. -Sen? Diyorum sesim biraz daha kontrolden çıkarken. -E adını bilsem onu söylerim. Deyince Garip bir sinir dalgasının beni sardığını hissediyorum. -Bakın beyefendi sayenizde üstüm başım daha önemlisi dosyalarım mahvoldu ve siz pişkin pişkin konuşuyorsunuz. Bence şansınızı bu kadar da zorlamayın. Diyorum bir yandan da sinirle yumruğumu sıkarken.   Sözüme aldırmadan yumruk yaptığım elime bakıyor ve beni dalgaya aldığı belli olan bir ses tonuyla: -Vuracaksın yani bana?   Adam hala sen diyor bana diye düşünürken ağzımdan kontrolsüz sözler çıkmaya devam ediyor: -Bunu düşünmemiştim ama hiçte fena fikir sayıl… Diyecekken sözümü kesiyor. -Olaya iyi tarafından bak. Ya kahve içiyor olsaydım. Hani sıcak olanından. Deyip göz kırpınca yanından geçmeye çalışıyorum sabır dilenerek. Ama aynı anda tekrar önüme geçince ufak çaplı bir çarpışma daha yaşıyoruz. -Daha konuşma bitmemişti ama. Diyor bu sefer.    Anlamayan gözlerle yüzüne bakıyorum ve sadece pardon diyebiliyorum ne demeye çalıştığını söylemesini umarak. Tabi ki beni hayal kırıklığına uğratmadan cevap veriyor paşamız: -Valla ben de tam onu diyecektim. Ama söylememe gerek kalmadı sen de Fransız usulü özrünü diledin.     Gözlerimin şaşkınlıktan kocaman olduğunu hissediyorum. Bu adam ya gerçekten kaçık ya da ilk günden beni yıldırmak isteyen ilahi bir güçle sınanıyorum. -Bak nasılda anladın hemen beni. Öfkeli olduğumuz kadar zekiyiz de. Deyince sabrımın sonuna geldiğimi hissediyorum.    Beni deli eden adamın kafasına dosyaları geçirme isteğimi bastırıp omzuna çarparak hızlı adımlarla yürüyorum. Arkamda bırakıyorum bırakmasına ama kahkahayla karışık sesi kulağıma doluyor: -Bu arada Kerem ben.    Sinirim şu an tam olarak burnumda. İşte bu yüzden bırak ona cevap vermeyi arkama bakmaya bile tenezzül etmeden ilerliyorum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD