“Ne oluyor abi?” diyip araya girmeye çalışan kız kardeşine, “Çekil şuradan sen!” diyip kolundan tuttuğu Ewin’i yukarı çıkarıp fırlatmıştı odanın ortasına.
“Ne bunlar? Nasıl yaparsın böyle bir şeyi?” diyerek.
“Ağam ben…” diyip açıklama yapmaya çalışan genç kadına, “Ne zamandır kullanıyorsun bunları? Söyle çabuk!” diye bağırmıştı tekrar.
“Yemin ederim yeni kullanmaya başladım,” diyen karısına, “Kime sordun da böyle bir şey yaptın? Amacın neydi bunu yaparken, söyle!” demişti.
“Bir amacım yok benim, sadece…” diyen karısını tutup yerden kaldırmıştı.
“Sadece ne? Söyle!”
“Ben korktum. Daha bu duruma bile alışamadan anne olmaktan korktum,” demişti Ewin.
“Korktun demek! Ulan korksan bunu yapmazdın!” dediğinde artık canına tak etmişti genç kadının. Ne olacaksa olsun diyip başladı konuşmaya.
“Bende insanım, benim de bir kalbim var. ‘Onunla evleneceksin, kuma olacaksın’ dediler, oldum. İstemediğim hâlde bana dokundun, yine ses etmedim. Eğer seçme şansım olsa böyle bir evliliği istemezdim,” diyen genç kadına, “Neden, neyi varmış evliliğinin?” demişti Welat.
“Ortada bir evlilik yok Welat Ağa. Kim ister her gün başka bir kadının koynundan çıkıp kendi koynuna giren adamı? Kim ister başka kadınların teninde hüküm sürüp sonra gelip hiçbir şey yokmuş gibi ona dokunanı? Kuma olmayı… Koca diye hayatına soktukları adamdan korkmayı… Kimse istemez. Ben de istemedim. Mecburen yaşadığım bu hayata bir çocuk getirmek istemiyorum diye beni suçlayamazsınız,” diyen Ewin’e, “Demek öyle… Mecbur kaldığın için buradasın. O zaman sana kötü bir haberim var güzelim: Bundan sonra ölene kadar bana mecbur kalarak yaşayacaksın bu konakta. Benim çocuklarımı doğurup bakacaksın. Bundan sonra ‘öl’ desem öleceksin, ‘kal’ desem kalacaksın. Ve bir ömür bana ait olarak kalacaksın,” diyip yatağa fırlatmış, kapının üstündeki anahtarı alıp kapıyı kilitleyip gitmişti.
Hesna yüzünde koca bir zafer gülümsemesiyle bakıyordu arkasından.
Arabaya atlayıp son sürat gezmişti sokaklarda. “Başka kadınlar” demişti. Eflin’i nereden öğrenmişti bu kız? Haklıydı belki de… Soluğu Eflin’in kapısında aldığında arabadan inip hızla çıkmıştı yukarı. Genç kadın günlerdir gelmeyen Welat’ı karşısında görünce şaşırmıştı.
“Hoş geldin, şaşırttın beni,” diyen Eflin’e, “Sana tek bir soru soracağım,” diyip sertçe kavramıştı yüzünü. “Benimle birlikte olduğunu kimse biliyor mu?”
“Yemin ederim kimse bilmiyor Welat. Ne oldu, bırak, ne olursun, canım yanıyor,” diyen kadına, “Yarından tezi yok defolup gideceksin bu şehirden. Seni yarından sonra bu şehirde ya da etrafımda görürsem gördüğün son yüz benimki olur,” demişti.
“Yapma Welat, yemin ederim ben bir şey yapmadım, kimseye de bir şey demedim. Bırak, ne olur, yanında kalayım,” demişti Eflin.
“Gideceksin dediysem gideceksin,” diyip geldiği gibi çıkmıştı evden.
Gece yarısı konağa döndüğünde soluğu Ewin’in odasının önünde almıştı. Yavaşça kapıyı açıp girdi içeri. Üstüyle başıyla yatağın üstünde uyuya kalmıştı genç kadın. Dolabı açıp çıkardığı battaniyeyi örttü üstüne.
Belki de tepeden tırnağa haklı olduğunu bildiği için bu kadar fazla öfkelenmişti. Canı yanmıştı. Normalde yeri göğü yıkması gerekiyorken bağırıp çağırmakla yetinmişti. Çünkü âşık oluyordu Welat. Gözü gibi gönlü de başka bir şey görmüyordu. Ve ona baktığı gibi Ewin de ona baksın, onun hissettiği gibi hissetsin istiyordu.
Ne yapıp edip gönlüne girecekti karısının. Bütün gece düşünmüş, vermişti kararını.
Sabah “Günaydın,” diyen Welat’a korka korka “Günaydın,” demişti Ewin.
“Biraz konuşalım mı?” diyen kocasına, “Olur,” diyip geçmişti karşısına oturmuştu.
“Bak, ben dün söylediklerini düşündüm. Ama benim Hesna’yla evliliğim senin sandığın gibi bir evlilik değil,” diyip anlatmıştı ta en başından her şeyi.
Ewin duydukları karşısında küçük dilini yutmuştu resmen. Hele de kendi kızı olmadığı hâlde Şevin’e babalık yaptığını öğrendiğinde oldukça şaşırmıştı. Ama ilk kez kocasına hayranlık duymuştu. Çünkü öyle merhametliydi ki kızına karşı, hayran kalmamak mümkün değildi. Hele bu topraklarda kendi evladına bile acımayan onca baba varken onun yaptığı çok büyük bir merhamet göstergesiydi.
“Bundan sonra benden habersiz bir şey yaparsan, duyarsam, kulağıma gelirse iyi olmaz Ewin. Sana açık açık söylüyorum: Sana olan zaafımı kullanmaya kalkma. Çünkü ben senin de bildiğin üzere çok sakin bir adam sayılmam. Hele yapma dediğim şeyleri yaparsan ikimiz için de koskoca bir cehenneme döner bu konak. Çünkü senin benden başka çaren yok. Bu kapıdan bir kez girdin, bir daha çıkamazsın. Bunun aklına sokarsan herkes için daha kolay olur,” diye de eklemişti Welat.
Belki de haklıydı. Buradan başka bir çaresi mi vardı sanki? Abisi onu öyle bir hayata mahkûm etmişti ki itiraz etmeye bile hakkı yoktu. Dün geceki sözleri bile hangi cesaretle söylediğini düşünüyordu zaten. Ama yapacak bir şey yoktu. Welat’ın dediği gibi burada yaşamaya mahkûmdu. Bu yüzden alışmaya çalışmaktan başka çare yoktu işte.
Kahvaltıda, “Şoförlerden birine söylesen de bizi çarşıya götürse,” diyen anasına, “Hayırdır, çarşıda ne işiniz var?” diye sormuştu.
“Biliyorsun, yarın amcamların düğünü var. Onun için kızlara bir şeyler alayım diyorum, geline de bilezik,” diyen annesine, “Şoföre gerek yok. Kahvaltıdan sonra hazırlanın, ben sizi götürürüm,” demişti Welat.
“Tamam o zaman. Kızlar ortalığı toparlasın, gidelim,” diyen anasına, “Olur,” dedi genç adam.
Hiçbir şey olmamış gibi sakin olması herkesin dikkatini çekmişti. Başta da Hesna’nın.
Hep beraber toplanıp çıktılar dışarı. Yol boyunca dikiz aynasından arka koltukta oturan karısına baktı. Onunla göz göze gelmemek için başını bir saniye bile önünden kaldırmamıştı. Bu hâllerine dayanamıyordu ama alışacaktı, elinde sonunda başka çare yoktu.
Mağaza mağaza gezen ailesini oturduğu kahvede bekledi. Nihayet alışverişleri bittiğinde, “Siz arabaya geçin, bizim Ewin’le küçük bir işimiz var,” demiş, bir anda elinden tutmuştu.
“Ne işiniz var?” diyip araya giren Hesna’ya, “Geç arabada bekle, boş boş konuşma,” diye çıkışmıştı.
Ewin ne olduğunu, nereye gittiklerini anlamaya çalışırken kendini kuyumcuda bulmuştu.
“Ben alyans alacaktım, birkaç da bilezik,” diyen Welat’a, “Tabii, nasıl isterseniz ağam,” deyip ne var ne yok yığmıştı önüne kuyumcu.
Bilezikleri seçtikten sonra, “Yüzük sadece gelin hanım için mi olacak?” diyen adama, “İkimiz için olacak,” demişti.
“İçine bir şeyler yazmamızı ister misiniz?” diye sorduğunda ise, “İsimlerimizi yazarsınız. Yarın sabah çocuk gelip alır,” diyip tutmuştu tekrar karısının elinden. Birlikte arabaya doğru yürümüşlerdi.
Tekrar konağa girer girmez odasına çıkmış, yatağa uzanmıştı Welat. “Başım ağrıyor,” diyerek.
Sessizce arkasından üstünü değiştirmek için odaya çıkan karısına, “Buraya gelsene,” demişti.
Elindeki poşetleri kenara bırakıp usulca yaklaştı genç kadın. Elini yatağa vurup, “Buraya gel,” diyen Welat’ın gösterdiği yere geçip oturdu. O oturur oturmaz başını onun dizlerine koymuştu genç adam.
“Saçlarımla oynar mısın?” diyerek.
Ewin başta ne yapacağını şaşırsa da sonrasında yavaşça dokunmaya başladı saçlarına.
O dokundukça kendinden geçiyordu Welat. Dakikalarca öyle kalmışlardı.
“Kalkalım mı artık, yemeğe yardım edeyim,” diyen karısına, “Böyle kalsak olmaz mı? Yemeği de onlar yapsın,” dediğinde, “Olur, kalalım,” diyip susmuştu Ewin.
Karanlık çökene kadar öylece durmuşlardı; kapıyı tıklatıp “Yemek hazır,” diyen Meryem’in sesini duyana kadar.
“Yemek hazırmış, inelim,” diyen, “Peki inelim. Ama yemekten sonra seninle bir yere gitmek istiyorum,” demişti.
“Nereye gideceğiz?” diye soran Ewin’e, “Gidince görürsün sen. Yemekten sonra üstüne bir şeyler al yeter,” demişti.
Yemekten sonra “Biraz konuşalım,” diyen babasına, “Biz yemekten sonra dışarı çıkacağız. Geldiğimde konuşuruz baba, ya da yarın olmaz mı?” dedi.
“Olur da gece gece hayırdır?” diyen yaşlı adama, “Ewin’le biraz gezeceğiz, bir şey yok,” dediğinde yediği lokma Hesna’nın boğazına yapışıp kalmıştı resmen. Bunca senelik evliliğinde bir kez olsun baş başa dışarı çıkmamışlardı. Aslında bu evliliğin gerçek bir evlilik olmadığını kabullense hiçbir sıkıntı kalmayacaktı onun için. Ama o, bunun gerçek bir evlilik olduğuna inandırmayı tercih etmişti kendini.
Yemekten sonra üstüne aldığı hırkayla çıkmışlardı evden. Arabayı bütün şehrin manzarasını ayaklar altında bırakan bir yere çekmişti Welat. Sonra da karısıyla birlikte inmişti arabadan. Kendisi yere oturmuş, “Hadi sen de gel,” deyip elinden tuttuğu Ewin’i de oturtmuştu yanına. Sonra da başlamıştı konuşmaya.
“Bak, ben öfkeli bir adamım. En azından seni tanıyana kadar öyleydim. Bak, nasıl oldu, ne zaman oldu bilmiyorum ama… Ewin, ben sana âşık oldum. Nereye baksam gözlerin var. Kokun hiç gitmiyor burnumdan. Hep yanımda ol istiyorum,” demişti bir çırpıda.
Genç kadın duyduklarını idrak etmeye çalışırken Welat ona yaklaşmış,
“Başkaları yapsa kıyametleri koparacağım şeyler sen yaptığında önemsiz geliyor. Bak, benim senden önce hayatımda kimse olmadı diyemem ama sana yemin ediyorum, senden sonra kimse olmadı. Çünkü gözümü her kapattığımda, ona her dokunmak istediğimde sen olduğunu hayal ettim. Bunu sana söylemem ne kadar doğru bilmiyorum ama… Sen ol istedim. Dokunduğum, bana dokunan o kadın sen ol.
Evet, farkındayım, kötü bir başlangıç yaptık. Keşke başka şartlarda karşılaşsaydık. Ama madem böyle karşılaştırdı hayat bizi… Bana bir şans vermeni istiyorum,” demişti şaşkın şaşkın bakan kadına.
Aklı gidiyordu Welat’ın.
“Ben ne demem gerektiğini bilmiyorum. Bildiğim tek şey, ben de böyle olmasını istemezdim. Hayatın bizi başka şekillerde karşılaştırmasını tercih ederdim.
Evet, benden bir şans istiyorsun ama ben sana bu şansı versem de değişmeyecek hiçbir şey. Bizim aramızda hep aşılmayacak duvarlar olacak. En basiti: Biz her güldüğümüzde, her mutlu olduğumuzda içi kan ağlayan bir kadınla aynı evde yaşayacağız. Nasıl gireceğiz böyle bir vebale? Nasıl mutlu olacağız? Bugün görmedin mi sofrada? ‘Gezmeye gideceğiz’ dediğinde bile doldu gözleri. Şimdi o konakta seninle biz nasıl yaşayacağız mutlu mutlu? Üstelik o senin karın, bense Allah huzuruna nikâh kıydığın, daha doğrusu kıymak zorunda kaldığın biriyim,” demişti Ewin.
Söylediği her şeyde o kadar haklıydı ki… Ama yine de bir şansları olsun istiyordu Welat.
“Bana bir şans verirsen eğer, sana söz veriyorum: Her şeyi düzelteceğim. Olmaz denen her şeyin, denen her şeyi oldurmak için elimden geleni yapacağım. Senden istediğim tek şey bana şans vermen. Çünkü ben hayatım boyunca böyle bir şeyi hiç yaşamadım. Bir kalbim olduğunu bile bilmiyordum. Gözümü açtım töreye boyun eğmek zorunda bırakıldım, gözümü kapatana kadar da öyle olacak sanıyordum. Ama sen geldin, değişti her şey. Bu yüzden bana bir şans ver ki ben de yeni bir hayat kurabilmenin umuduyla hareket edeyim,” deyip avuçlarının arasına almıştı genç kadının yüzünü.
Herkes bir şans hak eder miydi bilmiyordu Ewin. Ama madem ömrünü bu adamla yan yana geçirecekti, en azından onlar bir şansı hak ediyordu.
Ona yaklaşıp öpen kocasına bu kez kaçmadan, korkmadan, mecbur kalmadan… Kendi isteğiyle, kendi hür iradesiyle karşılık vermişti.
Bundan sonra hayatının daha güzel olmasını ümit ederek…