“Korkma,” dedim. “Seni Welat’a teslim etmeyeceğim. Eğer öyle bir niyetim olsaydı, çoktan yapardım.
Arar, nerede olduğunu bildirirdim…
Welat da seni duyduğu an, kaybettirirdi bu dünyadan.
Ama ben Sevin’e bunu yapamam.
Babasının, ‘anne’ dediği kadının katili olduğunu bilerek yaşamasını istemem.
Bak, o çocuk zaten yarım.
Ve sen, bunu bile bile onun peşini bırakıp, Welat’ın peşine düştün.
Yapma…
Eğer gerçekten niyetin annelikse, elimden ne geliyorsa yaparım.
Ama…
Eğer niyetin yine o kızın kolunu kanadını kırmaksa…
Söylerim adamlara, seni götürüp aldıkları yere geri bıraksınlar.
Sen de kaybolup git.
Çünkü o kızı sana harcatmam.”
Sessizce dinledi. Gözleri nemliydi ama başını dik tutuyordu hâlâ.
“Zaten gideceğim,” dedi. “Babam yurt dışına gönderiyor beni. Ama gitmeden… son bir kez kızımla sarılıp uyumak istiyorum.
Kokusunu içime çekmek, ona veda etmek…”
Bir an yutkundum. Güvenmemem gerektiğini biliyordum.
Ama Sevin’in hatırına…
Sadece onun için bir şans verecektim.
“Peki…
Bu gece kızınla uyuyacaksın. Ama burada kalacaksın.
Sana güvenmiyorum ama bir annenin vedasını çalmak da istemiyorum.
Burada bekle. Haber verdiğimde seni konağa getirecekler.”
Ayağa kalktım.
Çıkmak üzereydim ki…
“Teşekkür ederim,” dedi arkamdan.
“Sana yaptığım onca şeye rağmen… bana yaptığın bu iyiliği bir ömür unutmayacağım.”
Konağa dönüp Xate Ana’yla konuştum.
“Bir kadın, taş olsa da anne yüreğidir ana… evladından ayrı kalmak istemez.
Ceza çekiyorsa da, o ceza yeterlidir.
Bu gece kalsın konakta, kızıyla uyusun.
Gerekirse biz sabaha kadar nöbet tutarız.
Sabah da gider.
Yeter ki Welat duymasın,” demişti.
Ve bana destek olmuştu.
Sevin ve Meryem gelmeden önce, Hesna’yı konağa getirdik.
Onu odasına yerleştirdim.
Çarşıdan döndüklerinde, Sevin’in elinden tuttum.
“Sana göstermek istediğim bir şey var,” dedim.
Birlikte yukarı çıktık.
Kapıyı açtığımızda…
Annesini karşısında gören Sevin, öyle bir bağırdı ki:
“Anne!”
İçim parçalandı.
Gözlerim doldu.
Belli etmemeye çalıştım.
Ama işte…
Ne olursa olsun, bir çocuk için “anne” demek, dünyanın en içten, en sarsıcı kelimesiydi.
Öyle sarılmıştı ki ona…
Sanki bir daha göremeyeceğini biliyordu.
Ben…
Zaten hamilelikten dolayı sulu gözlüydüm.
O sahneyi görünce dayanamayıp çıktım odadan.
Koridorda bekleyen Meryem yetişti hemen.
“Yenge, iyi misin?”
“Bu çok büyük bir haksızlık,” dedim gözyaşlarımı silerek.
“Bir anayı, evladından ayırmak zorunda kalmak… çok ağır bir şey.”
“Öyle,” dedi Meryem.
“Ama bizim elimizden gelen bu.
Ki… bu bile duyulursa, abim kıyameti koparır.
Sen elinden geleni yaptın.
Evladını senden almaya çalışan kadına… sen, kendi ellerinle onun evladını verdin.
Vicdanın rahat olsun.”
Vicdanım rahattı belki ama…
İçim hiç öyle değildi.
“Neyse, biz yemeğe girişelim,” dedim.
“Geç olmadan.”
Aşağıya inip sofrayı kurduk.
Yemek hazırlarken Welat’ı aradım ama açmadı.
“İşi vardır,” diye düşündüm, üstünde durmadım.
Ama kırk yıl düşünsem…
Bunca yaşanandan sonra, bir gün Hesna’yla aynı sofraya oturup yemek yiyeceğim aklıma gelmezdi.
Hayat…
İmkânsız denileni mümkün kılmakta üstüne yoktu zaten.
“Ewin abla… biliyor musun, annem bana o büyük bebeği alacakmış. Hani çok istiyordum ya…” dedi Sevin, gözleri parlayarak.
Bakakaldım.
Ona “Bir daha annen gelmeyecek,” nasıl denirdi?
Masada sessizce oturan Hesna’ya döndüm.
“Yemeğini yesene…” dedim.
“Canım istemiyor. Sağ olun,” dedi boğuk bir sesle.
Sevin, “Ben yukarı çıkıp bebeğimi alıp geleceğim,” deyip odasına gider gitmez, Meryem dayanamadı:
“Bizi ne hâle getirdin gördün mü yenge?
Burada iyi kötü yaşıyorduk.
Kızının başında duruyordun.
Ama kıskançlık… yaptığın hata…
Hepimizi bu hâle soktu.
Yazık değil mi bu çocuğa?
Şimdi ona ‘Annen bir daha gelmeyecek’ demek zorunda kalacağız!”
Haklıydı.
Hem de her kelimesinde…
“Evet…” dedim. “Haklısınız.
Ne deseniz haklısınız.
Ama ben böyle olmasını istemedim.
Belki… bir yanım istedi.
Bilmiyorum.
Hata yaptım.
Kıskançlık öyle bir şey ki… gözüm hiçbir şeyi görmedi.
Ne yaptığımı bilemedim.”
“Tamam,” dedim gözlerim dolarken.
“Sevin geliyor… kapatalım artık bu konuyu.”dedim
Yemek bitmişti.
“Hesna, sen Sevin’i uyut istersen,” dedim.
“Olur,” dedi yavaşça.
Kızının elini tutup yukarı çıkarken bakışları kaçamak, gözleri doluydu.
Biz de sofrayı topladık, çayımızı demledik, oturduk.
Henüz çayımızdan iki yudum bile almamıştık ki…
Konak kapısı birden açıldı.
“Hayırdır inşallah…” dedik üçümüz birden ve ayaklandık.
Kapıdan gireni gördüğümüzdeyse…
Üçümüz birden küçük dilimizi yutmuştuk.
Sabahtan beri telefonlara cevap vermeyen adam…
Kocam…
Şu an tam karşımda duruyordu.
“İyi akşamlar canım ailem,” diyerek içeri giren Welat Ağa,
Bütün planlarımı altüst etmişti bir anda.
“Hayırdır ya? Neden hepiniz öyle bakıyorsunuz?” dedi, kaşlarını çatarak.
“Yok bir şey oğlum… şaşırdık sadece,” dedi Xate Ana hemen toparlanarak.
“Sürpriz yapayım dedim,” dedi Welat.
“İyi etmişsin kurban olduğum,” diyerek sarıldı oğluna.
Ben de kendimi toparlayıp bir “Hoş geldin,” diyebildim.
Annesi yanımızdayken fazla samimi olamazdım zaten, bu kadarıyla yetindik.
“Hoş bulduk, güzelim… Hani kızım nerede?” dediğinde, hepimiz birbirimize baktık.
Bakışlar panik doluydu.
“Odasında abi, uyuyor. Nerede olacak?” dedi Meryem.
“İnsan gelir gelmez kardeşine sarılır öper… ‘Kızım nerede?’ diyorsun hemen maşallah,” diyerek boynuna atladı kardeşi.
Üçümüz bir olup zar zor oyaladık Welat’ı.
“Ben hemen geliyorum,” dedim.
“Ben de gidip üstümü değiştirip kızıma bakayım,” dedi Meryem.
Welat şüphelenmişti.
İçgüdüsü güçlüydü…
Sanki her şeyi hissetmişti.
Meryem önden hızla odasına çıkarken ben de onu durdurmak için hemen peşinden gittim.
Odanın kapısını açtığım an seslendim:
“Gel hayatım… hemen gel, seni çok özledim!”
Onu oyalamam gerekiyordu.
Nasıl yapacağımı biliyordum.
Evet… hamileydim. Ama onu durdurmanın başka yolu yoktu.
İçeri girer girmez sarıldım sıkıca.
“Hoş geldin,” dedim.
Gerçekten burnumda tütüyordu.
Geri çekildiğimde yüzüme dokundu.
“Özledim seni… Bakalım oğlum nasılmış?”
“İyiyiz. Hepimiz iyiyiz. Ama seni özledik.”
“Ben de sizi… hem de çok,” dedi.
Sonra elini uzattı, gülümseyerek ekledi:
“Şöyle elimi yüzümü yıkayayım…”
Normalde karşı çıkmam. Ama o an panik içinde hayatta yapmayacağım şeyi yaptım:
“Duş al istersen… hatta beraber alalım,” deyip yapıştım dudaklarına.
Elbette… o da bu fırsatı kaçıramazdı.
Beni kucakladığı gibi banyoya soktu, kapıyı kapattı.
Ve yine olan… bana oldu.
⸻
Ben içeride kocamı oyalarken, Meryem de Hesna’yı Sevin’in odasından çıkarıp kendi odasına geçirmişti.
Welat yukarı çıkar çıkmaz, ben de banyodan çıkar çıkmaz koştum Meryem’in odasına.
Oğlum sanki hissetmiş gibi, karnımda tekme üstüne tekme atıyordu.
Beni içten içe uyarıyordu sanki:
“Anne, gerginsin. Dikkat et.”
“Meryem! Abin Sevin’in odasına gitti, hadi hemen çıkalım.
Hesna’yla karşılaşmasın!” dedim.
Apar topar çıktık odadan.
Planımız, geceyi müştemilatta geçirmesi, sabah da sessizce gitmesiydi.
Ama daha arka tarafa bile geçememiştik ki…
Arkamızdan tanıdık bir ses çınladı:
“Hayırdır hanımlar… yolculuk nereye?”
Üçümüz, gözüne far tutulmuş tavşan gibi kalakaldık.
Welat karşımızdaydı.
Şimdi…
Bizi onun elinden kim kurtaracaktı…
Bilmiyorduk.