Part17

846 Words
⸻ Evet, hayat Ewin’e bir kez daha kocasından gizli bir şey yapmaması gerektiğini usulca göstermişti. Usulca döndüler arkalarını. Welat yaklaşmış, gözlerini dikmişti onlara: — Sen benim karımsın, sen de kardeşimsin! Bana yalan söylememeniz gerektiğini hâlâ anlamadınız mı? dedi. — Welat, biz Sevin için… —diyecekti ki karısı—, ama Welat sözünü kesti: — Bu şeytana güvenmemen gerektiğini hâlâ bilmiyor musun sen? — Kadın sizi ayakta uyutup kızımı kaçırmaya gelmiş. Niyeti, gece siz uyurken Sevin’i alıp kaçmakmış, dediğinde… — Ne?! Nasıl?! Ama sadece görmek istediğini söyledi… —diyen kız kardeşine öyle bir bakmıştı ki, Meryem hemen susmuştu. — Bak Welat, öyle değil. Yanlış anladın… —diyen Hesna’ya öfkeyle döndü: — Bu şehrin bana ait olduğunu unutuyorsun. Bu şehirde kuş uçsa, benim haberim olur! dedi. — Daha ilk günden haberin geldi bana. Kardeşini okula gönderdiğin anda, sen de o ahmak kardeşlerin de benim Welat Ağa olduğumu unuttunuz. Senin düşünmediğin kızını, benim karım düşünüyor diye oyun kurdunuz. Ama ben… senin kurduğun oyunları da, seni de yerin dibine gömmesini çok iyi bilirim! — Hesna… beni hiç tanımamışsın, —dedi. Sonra kapıdaki korumalara seslendi. Gelen adamlara dönerek: — Alın şunu! Nereye götürmeniz gerektiğini biliyorsunuz! dedi. Ve ekledi: — Sizinle de sonra görüşeceğiz! Ardından kızının yanına doğru yürüdü. — Yandık… —dedi Meryem fısıltıyla. — Sana ne oluyor? Asıl ben yandım! Abin beni çiğ çiğ yiyecek! —diyen Ewin, korka korka odasına çıkıp yatağa girmişti. Welat gelene kadar bir sağa dönmüştü bir sola… Kapı açıldı. — Ooo… bakıyorum da uyumamışsın güzelim. Cezanı çekmek için mi bekliyorsun? —dedi kocası. — Evet, aynen öyle. İstediğin cezayı ver, razıyım, —dedi Ewin sessizce. — Senin bu saf hallerin bitiriyor beni. Şimdi ben sana nasıl ceza vereyim, ha? Söyle bakalım… —dedi Welat, yanına uzanarak. — Yemin ederim… ben Sevin’e bir şey yapmasın diye yaptım ne yaptıysam, —dedi Ewin. — Biliyorum güzelim… Ama herkes, hele de o yılan, senin gibi değil, —dedi Welat. Daha ilk anda haber almıştı olup bitenleri. Buralarda yok diye ağalık yapamayacak değildi elbet. İki gün kalmıştı sadece, sonra dönmüştü İstanbul’a. Ama bu durum artık fazlasıyla sıkıyordu Ewin’in canını. Hamileydi… ve kocasını yanında istiyordu. Hatta bu yüzden giderken tartışmışlardı Welat’la. Bir haftadır telefonlara bile bakmıyordu. — Valla yıldım abim! Bin kez aradı, niye cevap vermiyorsun Ewin? Olan bana oluyor, —diyen genç kadına: — Sen de açma! Hatta engelle gitsin! —demişti. — Daha neler! Canıma susamadım henüz, —demişti Meryem. Valla bilemem canım, ben susadım artık. Arasa da açmam. Kalkıp buraya gelene kadar da işim yok onunla! Abinle yıldım resmen… Kocam var ama yok! —diyen Ewin, elindeki erik tabağını masaya bırakıp hışımla ayağa kalktı. — Bana niye kızıyorsun ya? —diyen görümcesine de ters ters baktı: — Sen de onun kardeşisin işte! Ne olacak? —diyip fırt gibi odasına çıktı. Hamilelik zaten canını okuyordu; bir de üstüne hasret, sabrını taşırmıştı. — Ne oldu, konuştun mu yengenle? —diye sordu kardeşini arayan Welat. — Konuştum abi… “Engelle gitsin!” dedi. Hatta “Sen de onun kardeşisin, ne olacak?” deyip bir de azarladı beni. Sonra da odasına kapandı, —dedi Meryem omuz silkerek. — Ya sabır Allah’ım… Ne oldu bu kıza böyle? —dedi Welat başını iki yana sallayarak. Ne olacak abi… Hem aşık, hem hamile… Ha bir de korkuyor sanırım, —dedi genç kadın içten bir ses tonuyla. Welat ne yapacağını bilemiyordu. İşleri bırakıp gidemiyor, karısını da getirtemiyordu. Günlerdir ne yüzünü görmüştü ne de sesini duymuştu. Kafayı yemek üzereydi. Yatağa uzanmış, Ewin’in bir fotoğrafını açıp dakikalarca bakmıştı. Sonra kendi fotoğrafını çekti ve altına şu cümleleri yazıp gönderdi: “Belki beni özlemişsindir… Çünkü ben seni çok özledim. Seni çok seviyorum bir tanem. Ne olur aç artık şu telefonu. Duyayım sesini…” Ewin, gelen fotoğrafa bakıp dakikalarca ağladı. Ama inadı inattı. “Buraya gelecek,” dedi içinden. Welat Ağa ise, Ewin’in bebeğini yalnız başına doğurup yalnız büyütmesini istemiyordu. Ama kim girdiyse araya, Ewin’in inadını kıramamıştı. İşlerin en yoğun olduğu dönemdeydi. Gelemiyordu. Ama içerisi yanıyordu. Şantiyede sabah sabah ortalığı birbirine katmıştı yine. Ta ki… Meryem’den gelen o videoyu görene kadar. Kahvaltı masasında oturuyorlardı. Elindeki tabakla mutfaktan çıkan Ewin videoya kadraj olmuştu. Welat’ın yüreği bir anda hopladı. Karnı iyice büyümüştü. — Ne çekiyorsun beni?! —diye çıkıştı kardeşine ama sesi… işte o sesi bile Welat’a yetmişti. O an tüm öfkesini alıp götürmüştü sanki. — Hayırdır, neye daldın öyle kara kara? —diye sordu İhsan. — Şu işleri toparlayıp Mardin’e gitmem gerekiyor. Oğlum doğmadan orada olmak istiyorum. Hem… çok özledim ailemi, —dedi Ewin gözlerini kaçırarak. — Aileni mi, yengeni mi? Diğer arkadaşına hâlâ konuşmuyor benimle. “Çok özledim” diyor ama “Nuh diyor, peygamber demiyor” resmen! Zalim kız! —dedi Welat, kendi kendine söylenerek. — Hem zaten doğuma da az kaldı, —dedi İhsan. — Öyleyse ne duruyorsun? Git işte! Hem burayı merak etme, ben hallederim. Arada gelir, bir iki gün kalırsın. Hem hiçbir şey aileden daha önemli değil, bunu sen de biliyorsun, değil mi? — Biliyorum… —dedi Ewin usulca. — O zaman bir iki güne kadar eksikleri tamamlayalım. Sen de toparlan, git. Canını sıkma. Alırsın yengemin gönlünü. Hem seni görünce onda ne sinir kalır ne öfke!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD