1.BÖLÜM: “GİZEM”

801 Words
Oradaydı.  Onu görüyordum.  Yeşil yapraklı, iri iri dalları olan eski bir ağacın altındaydı, karanlığın el verdiği kadar onu görüyordum.  İki yıldır belirli bir saatte bu büyük ağacın altına geliyor ve bana bakıyordu. Onun benden ne istediğini bilmiyordum. Onu tam olarak görememiştim bile.  Geldiği zaman direkt pencereme bakıyordu. Benim orada olup ona bakacağıma emindi, direkt bana bakıyordu. Yüzünü ışıksız bir tarafta durduğu için seçemesem de iri cüssesi fark edilirdi. Beni nereden tanıdığını bilmediğim gibi, telefon numaramı nasıl öğrendiğini de bilmiyordum ama bana her gece iyi geceler mesajı gönderirdi. Sabah uyandığımdaysa günaydın mesajım kesinlikle gelmiş olurdu. Bu durum beni önce korkutsa da sonra ona ve mesajlarına alışmıştım. Zaten bana ya o mesaj gönderiyordu ya da indirimli mağazalar... Annem, bana hamile olduğu sıralarda babam çok yoğun bir şekilde çalışıyormuş. Bu yüzden annem doğum sırasında babama ulaşamayınca evde yalnız başına düştüğü halıda can çekişerek dünyaya getirmiş beni. Babamın bana anlattıklarıydı bunlar. Babam eve geldiğinde yerde kanlar içinde bir bebek ve güzel karısının dudaklarından dökülen son sözcüklerle karşılaşmış.  "Su... Su..." diye sayıklıyormuş annem. İnsanların can verirken en çok ihtiyaç duydukları şeyi isteyerek. Annemo gün vefat edince babam ismimi Su koymuştu. İsmim bana her ne kadar acı veriyor olsa da, seviyordum. Annemden bana kalan en güzel hediyeydi.  Babam ve ben annemin vefatından sonra birbirimize çok düşkün bir şekilde yaşasak da bunun bir sonu gelmiş ve babam, beni on beş yaşımdayken Sakarya'dan daha önce hiç görmediğim Ankara'ya getirmiş, başımın çaresine bakmam gerektiğini, artık yalnız olduğumu söyleyip gitmişti.  Babam beni burada tek başıma bıraktığında adeta şok olmuş ve bir kaç gün ne olduğunu anlayamamıştım. Beni buraya bırakıp gitmesinin bir nedeni olmalıydı. Ama kızını hiç bilmediği bir şehirde yapayalnız bırakacak kadar mühim olabilir miydi bu neden yoksa ben kendimi mi kandırıyordum? Bilmiyordum.  İki yıl geçmiş ve on yedi yaşıma girmiştim. Günler ve seneler geçmişti ama ben yine de hiç bıkmadan babamı bekliyordum. Bir gün döneceğine inanıyordum. Bunu biliyordum.  Hayatımdan bahsedecek olursam, bir erkek arkadaşım yoktu. Kızların benimle arkadaş olmamasına alışıktım ama erkeklerden ne zaman yanıma biri yaklaşsa ertesi gün yüzü morluklar içinde yanıma geliyor ve bir daha benimle asla görüşmek istemediğini söyleyip yanımdan koşarcasına uzaklaşıyordu. Bunu onlara kim yapıyordu bilmiyordum. Kim yapıyorsa kız arkadaşım olmadığı gibi erkek arkadaşım da olmuyordu sayesinde.  Her okulda hor görülen, ezilen biri olurdu. Bu okulun eziği de ben oluyordum sanırım. Okuduğum kolejde bursum sayesinde barınabiliyordum ve eğer bir yerlerimin görünmemesi ya da suratımda üç ton makyaj olmadığı ayrıca her gün başka bir erkekle okuldan ayrılmadığım için bana ezik diyorlarsa ben ezik olmayı tercih ediyordum. Sadece iki yılım kalmıştı. Dayanmam gereken son iki yılım vardı. Lise 3.sınıf öğrencisiydim.  "Su, yeni gelen müşterilere bak kızım."  Bu seslenen, çalıştığım yerin sahibi Ahmet amcaydı. Ben ona tontiş diyordum. Benim bir tanecik tontişimdi. Ona tontiş diye hitap etmemizin nedeni yanaklarının bir bebeğinki kadar tatlı olmasıydı.  "Hemen bakıyorum tontiş!"  Yeni gelen müşterilere sipariş ettikleri iki sıcak çikolatayı verdikten sonra Ahmet amca ile vedalaşıp evime gitmek için yoluma koyulmuştum. Sokak karanlıktı ve yorgunluktan sarsak adımlarla yürüyordum. Her adım attığımda sağa sola kaçışan ruhların seslerini duyuyor gibiydim. Yan tarafımda yirmi beş yaşlarında bir kadın tatlı bir kız çocuğunun elinden tutup yürümesine yardım ederken otuz yaşlarında olan adam da çocuğun diğer elinden tutup adım adım ilerliyorlardı. Yüzlerinde ise huzurlu, güzel gülümsemeler vardı. Benim duyduğum mutsuz ruhları hiç görmemiş, onları hiç duymamış gibi huzurlu bir şekilde gidiyorlardı. Onlar karanlıkta kaybolduklarında fark etmiştim. Sokağın ortasında durmuş ve yüzümdeki gülümsemeyle onları izliyordum.  Düşündüm.  Annem yaşasaydı eğer babamla ikisi de ben bebekken tutacaklar mıydı elimi böyle? Bilmiyordum. Ben sadece babamın kollarındayken hissettiğim o güveni ve sıcaklığı özlemiştim. Babamı çok özlemiştim. Ona olan özlemim her gün artıyor ve canımı daha çok yakıyordu.  Eve geldiğimde üzerimi değiştirip kaldığım dizinin beşinci bölümünden izlemeye devam etmiştim. Kendimi bir şekilde oyalıyordum. Oyalamazsam eğer olanları düşünüp daha da çok üzülüyordum. Dizinin ortalarına geldiğimde telefonumun titremesiyle beklenilen mesajın geldiğini anlamış ve o her gece ki heyecanla telefonu elime alıp kilit ekranını açarak mesaja bakmıştım.  Gelen;Gizemli  Evet böyle kaydetmiştim. Başka ne diye kayıt edecektim ki? Etmesem de olmazdı.  "İyi uykular, güzelim."  Ne kadar doğruydu bilmiyordum ama onun bana mesaj göndermesini seviyordum. Benimle ilgilenen birinin olması, kendimi yalnız hissetmeme engel oluyordu. İlk başlarda ondan korksam da alışmıştım git gide. Tek düşündüğüm şey, bir gün cesaretimi toplayıp ona bir mesaj gönderebilmekti.  Belki daha sonra cesaretimi topladığım bir an da ona mesaj atmayı deneyebilirdim. Telefonu cebime koyarak çocuksu bir heyecanla koşarak odama girmiş ve cama yönelerek pencereyi yavaşça aralamıştım. Ağacın altında duran O'nu görebiliyordum.  Yüzünü deli gibi merak ediyordum. Kim olduğunu, sesini...  Sokak lambalarının yaptığı gölgeden dudaklarını ve çenesini biraz seçebiliyordum. Beni camda gördüğünde gülümsediğini görür gibi olmuştum ya da sadece benim hayal ürünümdü bilmiyordum.  "Seni çok merak ediyorum..." diye fısıldadım sessizce. "Çık hadi artık oradan..."  İki yıldır yaptığım gibi umutla yüzünü gösterecek diye düşünerek ona bakarken, telefonumun titremesiyle onun bana bir şeyler yazdığını anlamış ve hızlı bir hareketle mesajı açmıştım.  "Seni görmek çok güzeldi. Geç oldu, şimdi uyumalısın."  
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD