Zeynep Şahin ve Arda Aslan…
Belki de en güzel yaşlarıydı tanıştıkları ve birlikte oldukları yaş.. Kim ister ruh ikizini bulduğuna inandığı bir an yüksekten düşmeyi? Nasıl bilebilirlerdi ki birbirlerini tanımanın hayatlarında bi dönüm noktası oluşturacağını?
Gelin Zeynep ve Arda’yı birlikte tanıyalım. Her şeyin başladığı o sahil kasabasına gidelim..
Zeynep Şahin, 24 yaşında, çiçeği burnunda bir doktordu. Eğitimini yurt dışında tamamlayıp Türkiye’ye yeni dönmüştü. Vatan sevgisiyle, vatan aşkıyla yanıp tutuştuğunu onu tanımayanlar bile bilirdi. Zorunlu görevini tamamlayıp, kendi kliniğini açmak istiyordu. İdolü annesiydi. Onun gibi güçlü, kendi ayakları üzerinde durabilen, kendi iş yerinin patronu bir kadın olmak en büyük isteklerinden biriydi. Çocukluğunun geçtiği bu sahil kasabasına uzun yıllardır tatilden tatile annesi görmek için uğradığından, tanıdığı iki üç kişiden başka kimsesi de yoktu.
Zeynep, çok yüksek beklentileri olan bir genç kadın değildi. Küçük şeylerden mutlu olabiliyordu. Sabah içtiği bir kahve bile onu keyiflendirebiliyordu. Bir akşam yürüyüşü, bir kahve, biraz sohbet belki de. Ama hırslıydı da. Beklentileri büyük olmasa da kafasına koyduğu her şeyi yapabilecek kadar istekli ve inatçıydı. Pes etmek ne demek bilmezdi. Çok iyi kriz yönetirdi Zeynep. Her türlü sorunun üstesinden düzeni ya da mantığıyla gelebilirdi.
Zeynep’in hayatı bu kadar toz pembe de değildi tabii. Zor bir çocukluk geçirmişti. Annesiyle babasının boşanması bile çok yeniydi. Üstelik babası evlenmiş, bunu da Zeynep’e söyleme ihtiyacı bile hissetmemişti. Babası ile artık görüşmüyordu. Ama çocukluğu boyunca tek derdi kendisini babasına sevdirmek olduğundan hiç kendi istediklerini yapmamış, hep babasının çizdiği yolları yürümüştü. tüm bu süreçten elinde kalan , eski bir sporcu olmanın ona verdiği atletik fizik ve sevmediği bir meslekti..
Öyle ya, hep asker olmak istemişti Zeynep. Ya da istihbarat ajanı. Daha üniversite zamanında izin vermemişti babası. Yine de pişman değildi. En azından kimseye muhtaç olmadığı bir mesleği vardı. Annesinin izinden yürüyebilirdi. Güçlü bir kadın olabilirdi.
Fizik demişken, Zeynep 170 i aşkın boyuyla atletik bir fiziğe sahipti. Yürüdüğünde hayranlıkla onu izlerdi insanlar. Uzun dalgalı kahverengi saçları ve yüz hatları ile, annesine hiç benzemeyen, baba tarafını andıran bir kadındı. Yine de en büyük arzusu annesine benzemek oldu hep. Hokka gibi burnu, hayata meydan okurcasına hep havadaydı. Yüzü annesine benzemezdi. Ama huyları da adeta annesinin bir küçük kopyasıydı.
Üzgün ve kırgındı Zeynep. Tüm bu zorlukları yaşarken, bir de uzun süreli bir ilişkiden çıkalı bir yılı ancak ancak dolduruyordu. Her şeye rağmen, sert ve dik duruşlu, karakterli bir kızdı Zeynep. Hep kendini korumak zorunda kalmıştı. Kickboksa gidiyor, poligonda enerjisini atıyordu. Silahlar onun gizli tutkusuydu. Kimse bu yönünü bilmiyordu. Bir diğer tutkusu ise arabalardı Zeynep’in. Çok iyi şöfördü. Tabii bunu gizleyemezdiniz, herkes bilirdi Zeynep’in şöförlüğünün ne kadar iyi olduğunu. Hatta bazen çocukluk arkadaşının yanına sanayiye bile giderdi. Özellikle düşünmeye ihtiyaç duyduğu zamanlarda soluğu orada alırdı.
Arda Aslan, 26 yaşında bir üstteğmendi. Askeri okulu, dönem birincisi olarak bitirmişti. Üstteğmen olunca ataması bu sahil kasabasına yapılmıştı. Üstteğmen olarak ikinci senesini işliyordu. En az Zeynep kadar vatan aşkıyla yanıp tutuşuyordu. İnatçı, dediğim dedik ve biraz da huysuzdu Arda. Gözü yükseklerdeydi. Giydiğinden yediğine herşeye dikkat ederdi. Takıntılı denecek kadar titiz bir adamdı. Bir bardağı bile belki beş kere incelerdi. Bir tek leke gördüğü anda o bardağa bir daha asla dokunduramazdınız.
Arda, kadınların çoğunun kucağına atlayacağı kadar yakışıklıydı. Sarışın ve mavi gözlüydü. Fit bir vücudu vardı. Sinek kaydı traş bir adama ne kadar yakışabiliyorsa ondan kat be kat daha fazla yakışıyordu Arda’ya sinek kaydı tıraş. Birçok erkeğin aksine Arda, enerjisinin tutmadığı bir insanla beş saniye bile aynı ortamda duracak bir tip değildi. Tek gecelik ilişkiler, samimiyetsiz sevişmelerin adamı değildi. Samimiyetsiz ve seviyesiz bir ilişki bile kuramazdı. Biraz ukalalığı da vardı tabii Arda’nın. Ama sevdiği insanlara karşı o kadar sevimli oluyordu ki, bu ukalalığını çekilebilir kılıyordu.
Arda da zor bir yaşam sürüyordu. Çocukluğu öyle abartılı zorluklarla geçmemişti. Ama annesinin kendisine olan bağımlılığı ile mücadele ettiğinin farkında bile değildi. Çok genç yaşta üzerine bir evin sorumluluğunu almıştı. Anne ve babasına tek başına bakmaya çalışıyordu. Bu da aslında pek normal değildi. İnsanda kolaylıkla baskı yaratabilecek bir durumdu. Annesiyle babası, kendisine bakabilecek durumdaydı. Ancak annesi Arda’yı kolay kolay bırakacak türden bir kadın değildi. Her fırsatta oğlunu sıkıştırıp ona küçük bir bebekmiş gibi davranmaktan kolay kolay vazgeçemiyordu.
Arda ve Zeynep’in tanıştıkları dönem tam da hayatlarının en zor dönemiydi işte. İkisi de akşam olduğunda başını yaslayıp huzuru bulabilecek bir omuza ihtiyaç duyuyorlardı. Yalnız hissediyorlardı. Hem de çok yalnız hissediyorlardı. Tutunabilecekleri tek bağ, aile bağlarıydı ve onlar da sıkı sıkıya bu bağa tutunuyorlardı. Tutunmasalar kurumuş bir yaprak gibi dalından düşüp, bir ayağın altında ezilmeye mahkum olacaklarından korkuyorlardı. İkisi de birbirinden habersiz, birbirinin bir sokak ötesinde, korkularıyla, yalnızlıklarıyla ve mutsuzluklarıyla öylece yaşamaya devam ediyorlardı. Ya da diğer bir deyimle nefes almaya…
Yine sıradan geçen bir güne başlamışlardı. Arda her zamanki gibi kamuflajlarını çekmiş, o sahil kasabasındaki küçük karakola doğru gidiyordu. Motorize ekiplerin başındaydı. Arda’nın en büyük tutkusu bu sayede motorsiklet haline gelmişti. Rüzgarı teninde hissederken sanki tüm eksik yanları doluyormuşçasına rahatlıyordu. Her gaza bastığında duyduğu sesle, iliklerine kadar işlemiş olan, hayata karşı biriktirdiği öfkesi motorun sesiyle havaya karışıyordu.
Zeynep de o sabah, en rahat giysilerini giyip, annesinin eczanesine yardıma gitmişti. Akşama nöbetleri vardı. Yaz sıcağında en çok da nöbet çekilmiyordu. Ama annesine de kıyabilir gibi değildi. Arabasına binip eczaneye gitmek üzere gaza bastı. Öyle ya, o da arabasında gaza bastıkça kusuyordu içinde biriken öfkesini.
“Bu aralar poligona da gidemiyorum. Bari uzun yoldan süreyim arabayı da 500 metre fazladan stres atmış olayım.” diye kendi kendine mırıldanarak çıktı yola.
Akşam saatleriydi. Arda’nın birkaç askeri grip olmuştu. Komutanı çağırdı Arda’yı yanına. Hepsini alıp önce hastaneye oradan da eczaneye götürmesini söyledi. Tabip yüzbaşı çoktan sevk kağıtlarını vermişti. Aldı askerlerini yanına, önce hastaneye sonra eczaneye gittiler beraber.
“Reçetelerinizi teslim edip dışarıda bekleyin.” dedi komutasındaki askerlere. Henüz içeri girmemişlerdi.
“Emredersiniz komutanım.” dediler ve teker teker girip verdiler. Arda her zaman hangi askerinin cebinde parası var hangisinin yok bilirdi. Kimseyi rencide etmemek için adil davranırdı. O yüzden herkese dışarı çıkmasını söyleyip kendisi içeri girdi. Eczacı reçeteleri giriyordu. Biraz sonra arkaya doğru seslendi.
“Zeynep ön tarafa bakabilir misin?” dedi. Arka taraftan bir ses yükseldi.
“Hemen geliyorum.”
Zeynep içeriden çıktığında enerjisi Arda’yı anında sarmıştı. “ Bu kadar yorgun görünmesine rağmen nasıl oluyor da enerjisini hissedebiliyorum?” diye düşünmeden duramamıştı Arda. Köşeye çekilip uzun uzun Zeynep’i izledi Arda. Zeynep’in de gözüne sürekli Arda takılıyordu elbet. Ama işini yapmak da zorundaydı. Ara ara kendisine baktığını düşünse de bu düşüncesinden hemen vazgeçiyor gibiydi. Zeynep, hayatında aşka yer vermeyi düşünmeyecek kadar yorgun hissediyordu kendini. Askerleri, kendi kardeşinden bile yaşça küçük askerleri gördükçe gözleri ışıl ışıl oluyordu Zeynep’in. Gerçekleştiremediği hayallerini gerçekleştiren birilerini gördükçe mutlu oluyordu. Ayrıca ne kadar mesleğine bayılmasa da, yaptığı işte iyi olmanın hazzını yaşıyordu. İş artık son kısma, ödemeye gelmişti. Tüm askerlerine çıkmalarını söyleyip tezgaha yanaştı.
“Borcumuz ne kadar?” diye sordu. Zeynep de aynı anda elindeki son reçeteyi reçete kutusuna koyup Arda’ya baktı. Arda’nın mavi gözleriyle Zeynep’in kahverengi gözleri ilk kez değdi birbirine. Yıllardır birbirlerini tanıyor gibi bakmışlardı. Zeynep kocaman gülümsedi.
“Vatan sağolsun + KDV” dedi. Arda şaşırmıştı. Bir çok yerde hesap almadıkları olmuştu. Ama hepsi muhakkak kendilerine bir işi düşecek insanlardı. İlk defa birisi bu şekilde çıkarsız yanaşıyordu.
“Olmaz öyle şey Zeynep hanım, lütfen ne kadarsa ben halledeceğim.” dedi Arda.
“KDV dahil vatan sağolsun. Kredi kartı geçmiyor maalesef şey bey.” dedi yeniden Zeynep, kıkırdıyordu.
“Arda ben, memnun oldum.” diyerek elini uzattı. Tokalaştılar. Arda pek ikna olacak gibi değildi. Zeynep’in annesi lafa girdi.
“Onlar bizimde evlatlarımız, kendi evladımızdan para alacak değiliz ya.” dedi gülümseyerek. Arda şaşkındı. Kibarca teşekkür edip ayrıldı oradan. Bütün gece olanları düşündü.
Zeynep mi? Zeynep’te sıradan bir nöbet gecesi geçiriyordu. Ara ara o mavi gözler aklına geliyordu, ama o kadar yoğundu ki aklı çabucak dağılıyordu. Çok beğenmişti Arda’yı. Ama bunu düşünecek vakti bile henüz olmamıştı. İkisi de birbirlerini yeniden göreceklerinden habersiz günü bitirdiler.
Sıradan bir akşamdı. Zeynep evde uzanmış televizyon izliyordu. Annesi yanına geldi.
“Ege’nin doğum gününe gitmeyecek misin?” dedi.
“Bilmem üşeniyorum gibi.” diye cevap verdi Zeynep.
“Git kızım değişiklik olur.” dedi annesi. Zeynep ne kadar üşense de annesi haklıydı. Belki de biraz değişikliğe ihtiyacı vardı. Kalkıp krem rengi bir şort ve siyah bir tişört seçerek giyindi. Abartmak istemiyordu. Hafif bir makyaj da yaptıktan sonra, saçlarını tepesinde sıkı sıkı topladı ve evden çıktı.
Arda annesine seslendi.
“Ben çıkıyorum. Geç gelirim.” dedi.
“Çok geç kalma annecim.” diye cevap verdi annesi. Arda gözlerini devirdi. Aynanın karşısında, saçlarını son kez kontrol ederek evden çıktı.
Zeynep, doğum gününün yapıldığı yerde Ege’yle konuşurken uzaktan Arda’yı gördü. Başta tanıyamamıştı. Arda da onu görmüştü. Ama yanına gidip gitmeme konusunda kararsızdı. Ege, diğer misafirlerle de ilgilenmeye gittiğinde, Zeynep, yüksek sesten sıkıldığını fark edip, balkona çıktı. Arda da aynı şekilde yükses sesten ve insanlardan bunalmıştı. Peş peşe balkona çıktıklarında Arda yanına yanaştı. Zeynep çantasının içinde çakmak arıyordu. Arda sessizce cebinden çakmağını çıkarıp Zeynep’e uzattı. Zeynep, ona çakmak uzatan elin sahibi görmek için kafasını kaldırınca Arda’yı gördü.
“Ah selam.” dedi gülümseyerek. Arda heyecanlıydı.
“Selam.” diye karşılık verdi. Karşısındaki genç kadının güzelliğini doğal haliyle de görmüştü. Ancak bu halinden de fazlasıyla etkilenmişti. Bir kadın daha ne kadar güzel olabilir ki diye düşünmekten kendini alamıyordu.
Sohbet etmeye başladıklarında birbirlerine ne kadar benzediklerini fark ettiler. İkisi de insan sevmiyor, tartışmaya bile üşeniyorlardı. Ulusal kanal izlemiyor, artık ülkede olan olayları duydukça tüyleri ürperiyordu ikisinin de. İkisinin siyasi görüşünden tutun da insanlara bakış açıları bile aynıydı. Parti bitmişti. Ama ikisi hala sohbet ediyorlardı. Öyle ki güneşin doğuşunu bile görmüşlerdi. Artık uykuları geldiğinde eve gitmeye karar verdiler. Zeynep Arda’yı arabayla evine bıraktı. Arda yolda Zeynep’in numarasını aldı.
“O zaman yarın görüşürüz.” dedi.
“Görüşelim tabii.” diye cevap verdi Zeynep. Her ikisi de hiç olmadıkları kadar mutluydular.
Her ikisi de o gece mutlu uyudular. Ruh eşini bulmuş olduklarını en derinden hissediyorlardı. Yine de birbirlerine bunu söylemek için acele etmemeye her ikisi de kararlıydı.
İlişkileri çok güzel gidiyordu. Her konuda uyuşuyorlardı. Boş vakitlerinde sürekli bir aradalardı. Öyle güzellerdi ki, etraflarındaki herkes onlara imrenerek bakıyordu. İkisi de ailelerinden ve arkadaşlarından kabul görüyorlar, her fırsatta eğleniyorlardı. İkisi çok zor bir şeyi başarmışlardı. Hem birbirlerinin en yakın arkadaşları, hem de birbirlerinin hayat arkadaşları olabiliyorlardı.
Bir gün yine her zaman oturdukları cafede oturuyorlardı. Arda artık Zeynep’i tüm akrabaları ile tanıştırmak istiyordu. Sohbetlerinin arasında aniden Zeynep’e baktı.
“Biz evlensek çok iyi olmaz mı?” dedi. Zeynep şaşırmıştı. Arda cümlesine devam etti.
“İlk tanıştığımız günden beridir seninle evleneceğimi biliyorum.” dedi. Zeynep gülümsedi.
“Aynı şeyleri ben de hissediyorum. Olur.” dedi. Herşey çok ani gelişmiş olsa da hayatları mükemmel bir yere evriliyordu. İkisi de ölmeden aşık olabilmeyi başarmanın mutluluğu ve aldıkları evlilik kararının sarhoşluğunu uzunca bir süre yaşadılar.
Ne var ki hayat onlara bambaşka bir yol hazırlıyordu. Zaten hayatlarında hiçbir şeye kolay ulaşamamış olan bu çiftimiz, aşkı bu kadar kolay bulup mutlu olduklarına şaşırmalıydılar. Ama o kadar aşk sarhoşu olmuşlardı ki şaşırmıyorlardı.
Aileleri tanıştı. Ama ters giden bir şeyler vardı. Sanki Arda’nın annesi Zeynep’e işler ciddiye binince farklı davranmaya başlamıştı. Yine de ne Zeynep ne de Arda bunu görmeyi başaramamışlardı.
Tatile gidip geldikleri sürede bile her şey yolundaydı. Zeynep, Arda’nın ailesi tarafından çok sevilmişti. Aynı şekilde Arda da Zeynep’in erkek kardeşi tarafından çok rahat kabul görmüştü. Elbette ki maddi sorunları vardı. Ancak Zeynep için bu önemli değildi. Zeynep, herşeyin üstesinden gelebilecek bir kadındı. Herkesi yenen, her zorluğu göğüsleyebilen o kadın, nereden bilebilirdi ki bir adama yenileceğini.
Günler geçiyor, her geçen gün ikisi de birbirine daha çok yanaşıyordu. Ancak bir sabah Zeynep, Arda’nın eskisi gibi olmadığını fark etti. Gergin gibiydi. Her zamanki gibi yazışmalarında Zeynep tahminler yürütüyordu. Arda’nın mutsuz olduğu bir an bile aklına gelmemişti.
Mineral ve vitamin eksikliklerinden tutun da olası bulaşıcı hastalıklara kadar her ihtimali düşünüyordu. Hepsini de bir bir Arda’ya sayıyordu. Sevdiği adamın iyi olup olmadığına emin değildi.
Ancak bilmiyordu Arda’nın annesinin kendisini istemediğini. Çünkü Arda’nın annesi, oğlundan ayrılmamanın, evlenince bile oğluyla yaşamanın peşindeydi. Zeynep'in kendi annesi de dahil olmak üzere, ortada ciddi bir zorunluluk olmadıkça ev üstüne ev olmaz mantığı ile konuya yanaştığının çok iyi farkındaydı. Ancak aklına Arda’nın annesinden baskı yediği gelmemişti. Bunu çok daha sonra kendi kendine anlayacaktı.
Aklı Arda'dayken eczanenin içinde volta atıyordu. Annesine durumu anlatmıştı. Annesi yaklaşan sonu görse de kızına söylemeye yüreği el vermiyordu. Sadece bir anne olarak bir kaç defa uyarmıştı kızını. Bu çocuk senin istediğin gibi ailesinden ayrı bir hayat kuramaz seninle diye uyarmıştı. Kimse beklemiyordu Arda’dan ailesini atmasını, ancak herkesin kendi evinin ve hayatının olmasını istemesi de en doğal hakkı değil miydi? Yine de Zeynep iyice Arda’yı merak ediyordu. Gidip birliğin içinde sevdiği adamı kontrol etmek, görmek için çoktan hazırlanmıştı. Ancak o anda gelen bir mesaj Zeynep’in yıkımına sebep oldu. Şöyle yazmıştı Arda:
“Kırılmanı istemiyorum, ama benim ne nişan için ne de düğün için hiçbir hevesim kalmadı. Yaşanan her şey çok özel ancak ben dayanamıyorum. Özetle, ben kendi karanlığımın içinde boğulurken seni de tüketmek istemiyorum.”