Bugün nikahlı olduğum adamı, nişanlısıyla bilikte olurken yakalayacağımı bilmeden çıktım aslında yola. Ben Jiyan Dilşad. Sevdiği adamın gözünde katil olacak olan o küçük kız.
...
Ruhumu bile üşüten soğuğa inat; arkadaşımla bulaşacağım düşüncesine sığınarak, gece lambasının aydınlattığı sokakta büyük adımlar attım.
Kalbimin üzerine çökmüş bir ağırlık vardı, nedeni neydi bilmem ama hiç hoşuma gitmemişti.
En sonunda ise Kardelenler’in samanlığına gelmiştim. Genelde akşamları burada buluşuruz, birlikte diziler izler, hayaller kurar hatta günlükler tutardık. Bugün de o günlerden sadece biriydi.
Ama bugün, diğer günlerden daha farklı olacaktı. Bunu hissediyordum.
Titrek bir nefesi içime çektikten sonra gülümsedim ve neşeli olmaya özen göstererek hırkama biraz daha sarılarak içeri girdim. Abimle kavga etmiştim ve bana iyi gelecek tek kişi, en yakın arkadaşım Kardelendi.
Kardelen buranın en büyük aşireti olan Miroğlu aşiretinin kızlarından biriydi ve benim sevdiğim adam olan Aslan Miroğlunun kız kardeşiydi. Belki ağzından biraz laf alırdım...
Samanlıkta birazcık ilerlerken içeriyi aydınlatan loş sarı ışıktan çok bir şey göremiyorum. “Kardelen! Ben geldim çiçeğim. Sana haberlerim vardır!”
Gülümsüyordum gülümsemesine ama, içimde başlayacak yangınlardan haberim yoktu tabii.
Önce gözlerim yere yayılmış olan kırmızılığa takıldı. Yavaş yavaş ayak ucuma doğru geliyordu. Bedenimi bir ürperti ansızın yoklarken, korka korka ileriye doğru bir adım daha attım.
Yerde parlayan kırmızı sıvının kokusu, aniden ciğerlerimi deldi geçti. Burnuma doluşmaya başlayan metalik koku; çoktan içimde fırtınalar yaratmaya başlamıştı bile.
Nefeslerim sıklaşırken, elim önce boğazıma gitti. Düşündüğüm şey olmaması için dua ettim.
Çünkü elimde, dua etmekten başka şansım yoktu.
Sonra onu gördüm.
Kanlar içinde yerde yatan biricik arkadaşımı. Bedenim korku içerisinde zangır zangır titrerken, ne yapacağımı şaşırmıştım.
“Kardelen?” diye fısladım usulca. “Şaka mı yapıyorsun yoksa? Eğer öyleyse hiç komik değildir ha bilesin!”
Ama şaka olmadığını biliyordum.
Dudaklarımdan bir çığlık koparken ileri doğru nasıl kendim attım bilmiyorum. Hatta öyle ani hareket etmiştim ki, ayakkabımın ucuyla fistanımın ucuna bastım ve gürültülü bir şekilde yere düştüm. Gözlerim yaşlarda dolmaya başlarken, titreyen bedenimi önemsemeden yerde sürünerek onun kanlarının arasında ilerledim.
Ona ulaşmak zorundaydım. Ölmediğini, sadece yaralandığını düşünerek kendimi motive etmek zorundaydım.
Dudaklarımdan bir hıçkırık daha koptu. Kana bulanmaya başlayan ellerim, o soğuk ve koyu sıvıya bulanırken kokusu midemi bulandırmaya başladı. Gözyaşlarım yanaklarımdan yol oluşturarak akmaya başladı. Tenime sanki binlerce mızrak saplanıyordu.
“Allah'ım ne olur gerçek olmasın! Ne olur ona bir şey olmamış olsun!” Dualarım arasında yerde sürünerek güç bela ona ulaştım. Dizlerimin üzerinde doğrulup, yan yatmış yüzüne baktığımda bir şey göremedim. Sonra yüzünü titreyen ellerimle tutup kendime doğru çevirmemle bana bakan bomboş gözlerini gördüm.
Dudaklarımdan bir çığlık daha koparken geriye doğru kalçamın üzerine düştüm.
“Hayır Kardelen hayır! Ne olur kalk şaka yapıyorum de!”
Fakat o soğuk ve boş bakışlarında hiçbir değişim olmadı.
İlk kez Kardelen bana bu kadar soğuk bakıyordu.
İlk kez Kardelen bana bu kadar boş bakıyordu.
Ve ilk kez Kardelen bana sarılmak yerine yerde yatıyordu.
Onun kanını bulanmış ellerim dehşet içerisinde yüzüme giderken, kendi tırnaklarımla şokun verdiği etkiyle yüzümü çizdim.
“Uyan Kardelen ne olur uyan! Ne oldu sana, kim yaptı bunu?”
Çığlıklar atıyordum atmasına ama ne o kalkıyordu yattığı yerden, ne de ben bir yardım isteyecek kadar kendimdeydim.
Her şeyin bir rüya olması için nelerimi vermezdim.
“Yapma bana bunu bana Kardelen! Uyan ne olur!” diyerek ağlamaya devam ederken yüreğim parçalanmış da avuçlarımın arasında o parçalara bakıyor gibiydim.
Daha önce canım hiç bu kadar yanmamıştı.
Yüzümü çizmeye bir son verip tekrardan dizlerimin üzerinde doğruldum ve hıçkırıklar içinde tekrardan onun başına dikildim.
Ellerim titreyerek Kardelen’in kanlar içindeki yüzüne dokundu. Buz gibiydi. Bu soğukluk, ruhumun derinliklerine kadar işledi. “N’olur beni bırakma…” diye mırıldandım, sesim fısıltıdan öteye gidemedi. Bir yandan onu sarsıyor, diğer yandan başımı yana çevirip gözlerimle bir umut bir hareket arıyordum. Ama yoktu. Kardelen hareketsizdi.
Beynimin içinde yankılanan tek şey kendi çığlıklarımdı. Zihnim bu manzarayı kabul etmeye direnirken, kalbim her saniye biraz daha kırılıyordu. Boğazımdaki düğüm nefes almamı zorlaştırıyor, sanki biri ciğerlerimi söküyordu. “Yardım çağırmalıyım,” diye düşündüm. Ama ayaklarım sanki yere çivilenmiş gibiydi. Gözümü Kardelen’in cesedinden ayıramıyordum.
Gözlerim loş ışıkta başka bir şey aramaya başladı. Buraya kim girdi? Neler oldu? Kardelen neden burada kanlar içinde yerde yatıyordu? O sırada samanlığın köşesine doğru kayan bir gölge gördüm. Hareket ettim mi, yoksa hayal mi gördüm, emin olamıyordum. İçimdeki korku, çaresizliği daha da büyüttü. Birinin burada olduğunu bilmek, bilmemekten daha korkunçtu.
Ayağa kalkmayı denedim ama dizlerim beni taşıyamadı. Ellerimle destek alarak tekrar doğruldum. Her adımda ayaklarım Kardelen’in kanını biraz daha samanlığa yayıyordu. Bu beni daha da dehşete düşürdü. Sanki o kırmızı izler beni ele verecekti. Bu düşünceyle titreyen ellerimle yüzümü kapattım, hıçkırıklarımın arasında bir anlığına aklıma bir fikir geldi: Telefonum! Telefonumla yardım çağırabilirdim.
Cebime hızlıca elimi attım, ancak o sırada bir başka çıtırtı duydum. Ses arkamdan gelmişti. Damarlarımda bir buz kütlesi ilerliyormuş gibi hissettim. Yavaşça dönüp arkama baktım. Kimseyi göremiyordum ama hissettiğim bir şey vardı: yalnız değildim.
“Kim var orada?” diye bağırdım, sesim boğuk ve çaresizdi. Kimse cevap vermedi. Ama bu, orada birinin olmadığını kanıtlamıyordu. Titreyen ellerimle telefonumu cebimden çıkardım. Elimden düşürecek gibi olsam da ekran kilidini açmayı başardım. Abimleri aramak üzereydim ki, arkamdan tekrar bir hareket hissettim. Bu sefer daha yakındı.
Arkamı döndüğümde, samanların arasından bir siluet belirdi. Samanlıktaki ışık çok zayıf olduğu için yüzünü seçemiyordum. Ancak adımlarını yavaş ve sakin bir şekilde bana doğru attığını gördüm. Elimdeki telefon birden anlamsız bir ağırlık gibi hissettirdi. Hareket edemiyordum. Sanki olduğum yere mıhlanmıştım.
“Sen...” dedim ama devamı gelmedi. Gözlerim siluetin elindeki parlak bir nesneye kaydı. Işığın yansımasıyla bir bıçak olduğunu anladığımda, kalbim sanki göğüs kafesimi kıracak gibi çarptı. Bütün cesaretimi toplayıp çığlık atmaya çalıştım ama sesim çıkmadı. Korku sesimi de bedenimi de tamamen ele geçirmişti.
Siluet bir adım daha attığında yüzü biraz daha görünür hale geldi. Onu tanıyıp tanımadığımı anlamaya çalışıyordum. Kimdi bu? Ve neden Kardelen’i öldürmüştü? Dudaklarım titrerken ağzımdan zar zor bir kelime döküldü: “Neden?”
Fakat o, cevap vermek yerine bir süre bana baktı. Bu bakışın içinde garip ama bir tanıdıklık vardı ama aynı zamanda tarifsiz bir soğukluk.
Sonunda bir adım daha attı. “Beni görmemeliydin,” diye fısıldadı. Sesi o kadar soğuk ve tehlikeliydi ki, bir anlığına nefes almayı unuttum. Onunla hiç tanışmadığıma emindim. Ama sözlerinin devamı gelmeden, birden arkamdaki saman yığınının üzerinden büyük bir ağırlık üzerime düştü.
Düştüğümde, Kardelen’in kanıyla karışmış samanlar her yere saçıldı. Kafamı çarpmıştım ve bir süreliğine gözlerim karardı. Tamamen bayılmadan önce sesler uzaklaşıyor gibi geldi. Siluetin soğuk fısıltısı hala kulaklarımdaydı: “Sıra sende...”