Jiyan Dilşad
Aslan Miroğlu kolumdan tuttuğu gibi beni sürüklemeye başladı. Kolum acıyordu ama bu fiziksel acı, kalbimde hissettiğim o derin sızıyla kıyaslanamazdı. Aslan Miroğlu’nun nefret dolu bakışları, bana karşı sarf ettiği aşağılayıcı sözler, tüm benliğimi paramparça ediyordu. Ayaklarım istemsizce onu takip etti. Bedenim direnmek istese de, ruhumda en ufak bir güç kalmamıştı.
“Yapma, bu kadarını yapma ne olur yapma!” Diye çırpınsam da bu umurunda değildi. Yürüme mesafesinde olan samanlığa doğru sürükledi beni. Bazı insanlar camdan bakıp ayıplıyor ya da tükürüyordu bana doğru.
Samanlığa yaklaştığımızda, içime tarifsiz bir korku çöreklendi. Orası… Kardelen’in o fotoğrafta cansız yattığı yerdi. Orası… en yakın arkadaşımın hayatının sona erdiği yerdi. Gözlerim doldu, ama ağlamaktan bile utanıyordum artık. Benim ne bir hakkım vardı ağlamaya, ne de bir umudum kalmıştı.
Aslan, beni samanlığın köşesine doğru savururcasına bıraktığında dengesizce sendeledim sonra d asertçe yere düştüm. Dizlerim acıyordu, muhtemelen kanamıştı da. “Burada kalacaksın,” dedi, sesindeki soğukluk bir bıçak gibi içime işliyordu. Bir köşeden aldığı paslı bir zinciri eline doladı. Gözlerim korkuyla büyümüştü. “Hayır, lütfen… Ne olur böyle yapma…” dedim titreyerek. Ama sözlerim onu zerre etkilemedi.
Ayağımdan yakaladı ve zinciri sert bir şekilde bileğimin hemen üstüne doladı. Paslı demir bileğimi acıtırken yüzüne baktım, belki bir umut… belki bir merhamet kırıntısı görürüm diye. Ama gördüğüm tek şey nefret ve öfkeydi. Zinciri sıkıca bağladıktan sonra sert bir şekilde yerden kalktı ve yüzüme bakarak konuştu.
“İmam nikahı olana kadar burada kalacaksın,” dedi alaycı bir gülümsemeyle. “Ama bil ki seni burada sikmeyeceğim. O kadarına midem el vermez. Zaten patlaksındır sen. Kanlı çarşaf da istemez kimse senden, rahat ol.”
Bu sözler yüzüme bir tokat gibi çarptı. İçimdeki tüm umut kırıntıları bir anda yok oldu. Gözlerimden yaşlar bir kez daha akmaya başladı. “Ne olur… Ne olur böyle yapma,” dedim hıçkırarak. “Ben suçsuzum. Yemin ederim bir şey yapmadım. Ne istersen yaparım ama lütfen… lütfen burada bırakma beni.”
O ise duymuyordu. Gözlerini üzerime dikmiş, zehir gibi kelimelerle beni biraz daha aşağıya çekiyordu. “Yalvarmana gerek yok. Senin gibilerin ne dediği, ne yaptığı umurumda değil. Burada kalacak, düşünecek ve günahlarını tartacaksın. Burası senin kefaretin.”
Ayaklarına kapanmak istedim. Ona tutunmak, belki bir şans daha istemek… Ama adımlarını uzaklaştırdı. Ben o samanlıkta yalnız kalırken, kalbim bir kez daha paramparça oldu. “Ne olur bırakma beni!” diye bağırdım ardından. Ama sesim samanlıktaki sessizliğe karışıp yok oldu.
O esnada gözüm samanlığın ortasına, kanın kurumuş olduğu yere kaydı ve bedenim yaprak gibi titremeye başladı.
“Hayır, hayır. O ölmedi. Hem ceset ortada yok ki? Kim demiş öldü diye? Ölse hissederdim, ölmedi.” Diyerek kendi kendime sayıklamaya başladım.
Burada ki bu iğrenç iki günüm nasıl geçecekti bilmiyorum ama, sadece uyuyarak her şeyi görmezden gelebilirdim orası kesindi.
...
2 gün sonra
O lanet samanlıktan bembeyaz yüzümle çıkmış, bir aptal gibi imamın karşısına oturtulmuş ve nikâhımızın kıyılmasını beklemiştim. Aslan Miroğlu yüzüme bile bakmıyordu. Ben ise kimsenin yüzüne bakamıyorum.
Hayalet görmüş gibiydim. Boktan iki gün geçirmiştim ve kendime gelmem mümkün değildi. Bu iki gün boyunca hep yanımda yatan Kardelen’in cansız bedenini görmüştüm.
O anları unutmam ve kendime gelmem mümkün değildi. Sevgili kayınvalidemin bile beni aşağılamalarını duyamayacak kadar salak gibiydim.
İmamın mırıltıları kulaklarımda yankılanırken gözlerim bulanık bir şekilde çevreme baktı. İnsanlar doluydu odada, herkesin yüzünde bir ifadeyle bana bakıyordu. Kimi alaycı, kimi küçümseyen, kimi de merak dolu bakışlar. Ama bir kişi bile bana yardım eli uzatmamıştı. Bir kişi bile bu olanlara dur dememişti. Herkes sessiz bir kabullenişle olan biteni izliyordu.
Aslan Miroğlu ise sert yüz hatlarıyla dimdik oturmuş, bir an bile bana dönüp bakmamıştı. Onun için bu bir formaliteden ibaretti. Ben ise… hayatımın paramparça olduğu bu anda, sadece hayatta kalmaya çalışıyordum.
“Beyanın nedir?” diye sorulduğunda ağzımı açıp bir şey söylemeye yeltenemedim. Bir anlık sessizlik tüm odayı doldurdu. Aslan, o an başını çevirip bana baktı. Gözlerindeki tehdit ve öfke, içimdeki son kırıntı cesareti de alıp götürdü.
Onlara cevap verdim, tıpkı bir ölü gibi.
Sonrasında ise yemek bile verilmeden bodrum katında ki bir odaya kapatıldım bu sefer. Canıma minnetti. Onları göreceğine burada kalırdım daha iyiydi.
Ve yine uyudum.
Elimden gelen, yapabileceğim tek şey buydu çünkü.
Fakat belki de günler sonra birazcık da olsa düzgünce uyuduğum uykumdan uyanmamı sağlayan şey tuhaf seslerdi.
“Aletimi ağzına sokmamı istemiyorsan kes sesini! Biri duyacak!”
Duyduğum inleme sesleriyle birlikte kendime gelmeye çalıştım. Uykumun belki de en tatlı yerindeydim.
Yatakta doğrulduğumda kaşlarım çoktan çatılmıştı. Konağın bodrum katında kilere çok yakın bir yerde kalıyordum.
Ayaklarım benden bağımsız bir şekilde yataktan çıkıp kapıya doğru ilerlerken yaptığım şeyin ne kadar yanlış olduğunu farkında bile değildim.
Ya da başıma neler açacağının.
Saat sabahın 4'üydü. Dün gece, saatler önce bizim imam nikahımız kıyılmıştı Aslan Miroğlu ile.
“Mmhhh, ne yapayım çok sertsin Aslan! Biraz canım yanıyor!”
Duyduğum tiz kadın sesi ile baştan aşağı ürperdim.
Bedenim baştan aşağı titrerken kilerin önüne çoktan gelmiştim. Aralık kapıdan içeri bakarken, çuvalların üzerinde L şeklinde yatırdığı kadını, sertçe beceriyordu.
Elim şaşkınlıkla ağzıma giderken olduğum yere mıhlanmıştım sanki. Hareket dahi edemiyordum.
“Ahhh, acıdı yavaş ne olur!” Dedi kız hem haz dolu hem de acı dolu bir sesle. O an kim olduğunu anladım, bu Aslan Miroğlu’nun nişanlısı Banu denilen kızdı.
Bugün benimle her ne kadar zorla da olsa imam nikahı kıymış olan adam, şu an nişanlısını sikiyordu.
Gözlerim dolarken sevdiğim adama karşı hissettiğim hayal kırıklığının haddi hesabı yoktu.
“Kes lan sesini! Sen zorla kendini becertmeye gelmedin mi? O zaman konuşmayacaksın! Sadece itaat edeceksin!”
O an fark ettiğim bir diğer şey ise Aslan Miroğlu sarhoştu. Kardeşinin ölümü onu öyle bir sarsmıştı ki son günlerde içer olmuştu.
Tam bu esnada gözleri aralık olan kapıya kaydı ve aniden göz göze geldik.
Öfkeli yüz hatları beni görmesiyle birlikte daha da öfkeli bir hale büründü.
Aniden kızın içinden çıkarken devasa aleti gözümün önünde belirince nefesim kesildi.
“Yaa, niye çıktın? Biraz daha becer ne olur çok özledim seni!”
Aslan Miroğlu ona bakmadan kaşlarını çattı “Olduğun yerde kal, geliyorum!”
Kız oflasa da itiraz etmedi.
Aslan Miroğlu ise pantolonunu hemen yukarı çekip geriye doğru yürüyen bana adımlamaya başladı. Arkamı dönüp sessiz olmaya çalışarak odama doğru koşarken aniden belimden yakaladı ve beni duvara yapıştırdı.
Nefesinden yayılan buram buram alkol, midemi bulandırmaya başlamıştı.
“Sen nişanlımı becerirken bizi mi izledin yoksa bana mı öyle geldi?” sesi hem alaycı hem de öfkeliydi.
“B-ben yanlışlıkla izledim.”
Onun neredeyse karısıydım ama o sevdiği kadınla yatıp kalkmayı seviyordu. İşte bu, ne yazık ki en iğrenç olanıydı.
“Çok merak ettiysen soyun! Tıpkı onun gibi seni de becereyim.”
Aşık bir kadına bu yapılmamalıydı...
Titreyen ellerimle onu itmeye çalıştım ama çok güçlüydü. Karşı koyamayacağım kadar çok.
"Ne oldu lan?" dedi hırlar gibi. Alkol kokusunu daha da fazla hissetti. "Kedi kesildin? Hadisene! Soyun!"
Sarhoş bir adamdan kaçmam mümkün müydü? Hiç sanmıyorum.